Dilan Hakkında Konuşmalıyız
“Dilan Hakkında Konuşmalıyız”; yaşama dönük içimizde barındırdığımız kaygıları eğlenceli, sıkmayan, samimi ve gerçekçi bir ton ile sunduğu, ekrana yakıştığı gibi perdeye de yakışan Sude Belkıs’ın tatlı oyunculuğu ve az zamana çok şey sığdırmayı başardığı için izlenmeye değer bir belgesel.
Yönetmen Umut Şilan Oğurlu’nun, kendi yaşamından hareket ederek oluşturduğu gerçeği yansıtmayan bu belgesel, yetişkinliğin yaşamına adım atma arifesinde hissedilen kaygıları anlatırken yalın ve eğlenceli bir dil benimsiyor. Belgeselin yapımcılığını, adını da esinlendiği Zeynep Dilan Süren ve Dilan Çiçek Deniz üstlenirken, başrolünde yer alan oyuncu sosyal medya platformlarında çeşitli içerikler üretmesiyle ünlü Sude Belkıs. Sude Belkıs’ın içeriklerinden aşina olduğumuz yüzü ile hikâyenin içeriğinin birleşimi ortaya izlemesi hoş bir belgesel çıkmasını sağlıyor. Yaklaşık 20 dk üzerinden kurgulanan bu mini belgeseli, gerek sahnelerin hızlı geçişi gerekse hikâyenin samimiyeti ile izlerken sıkılmıyor, aksine keyif alıyorsunuz.
Belgeselin açılışı; seçmelere katıldığını düşündüğümüz ve karşısında bazı sorular yönelten kişilere kendini tanıtmaya çalışan Dilan’ın (Sude Belkıs) kameralar önündeki endişeli, gergin ve çekimser konuşmasıyla yapılıyor. Dilan, yakında 30 yaşına girmesi beklenen, annesiyle birlikte yaşayan, Radyo, Televizyon ve Sinema eğitimi almış olan, mesleğiyle ilgili herhangi bir iş icra etmeyen ve üniversiteden mezun olduğundan bu yana son altı yıldır dayısının emlak dükkânında çalışan bir genci canlandırıyor. Açılış sekansından sonra Dilan’ın anlatımı yarıda kesilerek yaşadığı ortam ve çevresindeki insanlar üzerinden bu anlatım bir modelleme ile devam ediyor ve böylelikle onun dünyasının içerisine giriyoruz.
Güvenilmez Anlatıcı
Dilan’ın şahsına ait oda başta olmak üzere annesiyle birlikte yaşadığı evden genel görüntülere yer veriliyor belgeselde. Çocukluğundan kalma bir kutu açılıyor ve bu kutuyla birlikte geleceğe dair umutlarını henüz koruyan çocuk Dilan bizi karşılıyor. Kutunun içinden fotoğraflar, madalya ve anaokulu karnesi gibi objeler çıkıyor ve Dilan hatırlamakta zorlandığı objeleri anlatırken annesine danışıyor. Yetişkin Dilan’ın çekimser, içine kapanık ve karamsar yetişkin versiyonuna karşılık, annesi çocuk Dilan’ın sıcakkanlı, daha kolay iletişim kurabilen ve canlı olduğunu dile getiriyor. Madalyanın kendisine ait olduğunu düşünen ve bir başarı temsili olarak kameralara sunan Dilan’ın söyleminin aksine, madalyanın bir komşunun kızına ait olduğunu öğreniyoruz. Dilan ile annesinin madalyaya dair anlattıkları hikâyenin farklılığı, Dan Fogelman’ın yönetmenliğini ve senaristliğini üstlendiği 2018 yapımı “Hayatın Kendisi” isimli filmi aklıma getiriyor.
Söz konusu filmin İngiliz dili ve edebiyatı öğrencisi başrol oyuncusunun doktora tez konusunda “güvenilmez anlatıcı” kavramını ele aldığını görüyoruz. Bu kavrama göre, her hikaye ile hikayenin anlatıcısı arasında bir mesafe ve uzaklık mevcuttur. Hikayenin anlatıcısı, hikayeyi bulunduğu yerden ve algıladığı şekilde anlatırken, hikayenin sırrına erişmesi mümkün değildir. Yani hikaye en somut haliyle bir noktada yer alır fakat hikayenin anlatıcısı hikayeye asla tam olarak varamaz. O yüzden, tüm hikayelerin anlatımı özneldir ve hikayeyi anlatan kişinin yorumuna açıktır. Bu bizi her anlatıcının güvenilmez olduğu sonucuna götürmektedir. Örneğin, “Nasıl bir ilişkiniz vardı?” sorusunu yönelten terapiste yanıt verecek olan bir partnerin soruyu bütüncül olarak yanıtlamakta başarısız olma ihtimali yüksektir. İlişkiye dair gerçeklik orda bir yerdedir ve her partnerin ilişkiye dair yorumu birbirinden hayli ayrışabilmektedir. Partnerlerin ilişkiye dönük yorumlarının farklılığı onları bir nevi ilişkilerinin güvenilmez bir anlatıcısı kılmakta ve dinleyeni şüpheye düşürmektedir. Nihai güvenilmez anlatıcı ise hayatın kendisidir ve biz onun yolunda bu hikayenin öznesi olarak ilerlemekteyken, her zaman bizleri şaşırtmakta ustadır.
Tıpkı, kendi hikayesinin güvenilmez anlatıcısı Dilan’ın madalyayı bir yarışmada kazandığını iddia etmesi ve çarpıtılan bu hikayenin annesi tarafından olumsuzlanması gibi. Tabi, güvenilmez anlatıcı kavramı, bize annenin anlattığı hikayenin de gerçekliğini sorgulamaya itebilir. Bizler de Dilan gibi, gerek geçmişteki gerekse şu anki kendiliğimize dair bazı hikayeler kurguluyoruz ve imajlar oluşturuyoruz. Dilan’ın madalya hikayesini tersten okumak da olası. Dilan madalyayı kazanmadığını ve nereden geldiğini bilmediğini söyleseydi ve annesi de kızının onu bir yarışmada kazandığını belirtseydi eğer, Dilan yine güvenilmez bir anlatıcı olacak fakat ikincil güvenilmez anlatıcı anneden gelen reaksiyon hikayeyi daha olumlu bir konuma taşıyacaktı. Bununla birlikte, Dilan’ın iyi bir ilişkilerinin olduğunu düşündüğü ilkokul öğretmeninin evine yaptığı ziyarette öğretmeninin onu tanımaması ve kendisini öğretmenine hatırlatmak için elindeki fotoğraftan faydalanmaya çalışması da hikâyesinin başka bir kısmında da yanılsamalı bir hal içerisinde bulunduğunu vurguluyor.
Geç Kalınmış Bir Hayat:Nesiller Arası Kıskaç
Maaşlı bir işe karşı tutku hissetmediğini, düşünmek için alana ihtiyaç duyduğunu ve bir ajansta çalışmak yerine bu ihtiyacına bağlı olarak dayısının emlak dükkanında çalışmayı yeğlediğini ifade eden Dilan’ın sözleri emlak dükkanındaki dayısının tuvaletinden gelen sifon sesi ile yarıda kalıyor. Dilan’ın mesleğinde erişmek istediği pozisyona ulaşamadığı için ilkel bir rasyonalizasyon mekanizması geliştirerek kurduğu fakat sifon sesi nedeniyle yarım kalan sözleri geleceğe dair umudunu da kesintiye uğratıyor. Dayı ile yeğeni Dilan hakkında yapılan röportajda, Dilan’ın hayallerine ulaşmasının neden bu kadar uzun sürdüğünü anlamadığını ve bir dijital platformda içerik üretmeyi tercih edebileceğini söylediğine şahit oluyoruz. Dayının yeğeni hakkında sarf ettiği bu cümleler hem Dilan’ın bitmek bilmeyen uzun bekleyişinin hem de çağın kolay ve hızlı yoldan tanınır ve para kazanır olmaya giden yöntemlerine ayak uyduramayışının altını çiziyor. Bu söylem, çift yönlü işliyor yani hem Dilan’ı hem de sistemi eleştiriyor.
Beraberinde, dayının 8-9 yaşlarındaki kızının kameraya vuran görüntülerinde, yeteneklerinin oldukça farkında, bilinçli ve hedefe uygun adım giden bir yeni nesil profili çiziliyor. Büyüyünce yönetmen olmayı arzuladığını dile getiren küçük kuzenine göz devirerek “Ben de büyüyünce yönetmen olacağım” diyor Dilan. Yaşı ile olgunlaşma hissinin paralel ilerlemediğine dair dem vuran bu açıklamada, hala kendini bir yetişkin olarak tanımlamakta güçlük çeken Dilan’ın yansımaları yatıyor. Dilan’la ilgili anne, dayı, kuzen, arkadaş vb. herkesin fikrini hür bir biçimde ifade etme cüretini kendinde bulduğu ve ondan bir şeyler beklediği yaşamda Dilan nesiller arası bir kıskacın içinde kalıyor ve nefes alamıyor. Halihazırda hayata geç kaldığını hisseden karakterin fikri yakınları tarafından meşrulaştırılıyor.
Formülize Edilmeyen Formülasyon
Belgeselin ilerleyen aşamalarında, Dilan’ın üniversitede birlikte okuduğu ve benzer ilgi alanlarına sahip bir arkadaş grubu perdede beliriyor. Nuri Bilge Ceylan ve Emin Alper gibi diğer yönetmenlere kıyasla geç denilebilecek bir yaşta sinema alanında yer edinmiş yönetmenlerin isimleri zikredilerek moral bulunmaya çalışılıyor. Moral bulunuyor fakat birbirini andıran ve taşra / yalnızlık gibi temaları benimseyen filmlerin aksine özgün ve farklı bir film çekme hevesine de değiniliyor. Bahse konu arkadaş topluluğu içerisinde güzel niyetlere rağmen fon bulma gibi problemlerin altı eşeleniyor. Dilan, çekilecek filmlerin bir şey üzerinden formülize edilmemesi gerektiğini ve başka bir şey istediğini anlatıyor. Bir şey üzerinden “formülize edilmeyen” film tanımının, dikkat çeken bir yanı var.Yaşama yönelik duruşu, plansızlık ve gelişigüzellik üzerine yerleştirmek ve bunu özgürlük/farklılık şeklinde değerlendirmek de bir yapı sorunu teşkil ediyor ve formülize edilmeyen bir formülasyon oluşmasına sebebiyet veriyor. Dolayısıyla, özgür ve farklı bir yaşam sürdüğünü savunan kişiler de ayrı türde bir kalıbın, belirliliğin ve keskinliğin kurbanı oluyorlar.
Tarihin Ortanca Çocukları
Varoluş kaynaklı sorunlarının psikolojik veya biyolojik bir soruna tekabül ettiği umuduyla doktorların kapılarını çalıyor Dilan. Bunu yapmaktaki amacı, içsel olan üretememe problemini dışsallaştırmak. Bir savunma şekli olarak problemini dışsallaştırdığında huzur bulacak ve yaşananların sorumluluğunu “hastalığı” ile paylaşarak duygusal yükünü hafifletecek. Doktorlardan umduğunu bulamayan ve üretemeyişine gerekçe gösterebileceği bir hastalık bulgusuna rastlanmayan Dilan bir kez daha hayal kırıklığına uğruyor. Ciddi anlamda bir sağlık sorunu deneyimleyen kişileri harici tuttuğumuzda ve günümüz modern yaşamında olumsuz davranışlarına sahip çıkmayı reddeden geniş bir kesim olduğunu düşündüğümüzde, sahnenin nüktedan ve eleştirel bir tarafı var.
“Bipolar? Borderline? O da mı yok?” diye soran karakter biz izleyicileri güldürse de, psikiyatri hekimi, Dilan ve onun jenerasyonundaki kişilerin durumunu “tarihin ortanca çocukları” tanımı ile açıklamaya çalışıyor. İlk kez Avusturyalı Psikolog Adler tarafından ortaya atılan ve doğum sırasının çocuğun kişiliğinin oluşmasında önemli bir rol üstlendiği savını ileri süren bu görüşe göre, ilk ve aile içinde sözü değer gören büyük çocuğa ve son ve ebeveynlerinin gözünde hiç büyümeyerek ilgiye boğulan son çocuğa kıyasla ortanca çocuk iki avantajdan da mahrum kalıyor. Belgeselde, hiçbir mühim savaşa tanıklık etmeyen ve medyada denk geldiği görüntülerden etkilenerek “önemli biri” olmayı hedefleyen lakin hedefine karşılık yeteri kadar motivasyonu içselleştiremeyen bu jenerasyonun çocuklarının “tarihin ortanca çocukları” ve ruhani bir savaşın mağdurları olduğu düşüncesi ön plana çıkıyor.
Aktif Bir Pasiflik: Olduramama
Yaşadıklarını başarısızlık ve yüzleşme korkusu şeklinde adlandıran Dilan, filmleri kafasında yazdığını ve kafasında çektiğini söylüyor. Zihninin kilidi elinde olan bir hapishaneyi andırdığını ve bir klişe olarak 10 yıl içinde kendini hiçbir yerde görmediğini de sözlerine ekleyen karakterin söyleminde olduramayışının anlamı gizli. Bu olduramayış ise, yalnızca pasiflikle açıklanabilir değil. Zihninin yapmak istediklerini sürekli düşündüğü halde eyleme geçmekte zorluk yaşaması durumun aktif bir pasiflikle karakterize edilebileceğini gösteriyor. Alain de Botton ve John Armstrong’un birlikte kaleme aldığı “Terapi Olarak Sanat” isimli kitapta da değinildiği haliyle, zaman zaman hissetmiş olduğumuz, açıkça kavrayamadığımız, elle tutamadığımız ve tarifi zor deneyim ve düşünce parçalarımız var. Aşk, adalet ya da başarı gibi hayatta apaçık göremediğimiz ve henüz anlayamadığımız bu konuları bir noktada düşünmeyi bırakıyoruz ve başka bir konuya geçiyoruz. Sanat da tam burada hayatımıza dokunuyor ve her şeyi daha anlaşılır kılıyor.
Belgeselin sonuna geldiğimizde, en başa dönüyoruz ve Dilan’a “Sence senin sorunun ne?” diye soruluyor. Sorunun sorulma şekli onun bir sorunu olduğunun varsayımını da içinde barındırıyor. Soruya karşılık verdiği yanıt ise “Baştan başlayabilir miyiz?” oluyor. Soruya bir soruyla verdiği yanıt, sadece seçmelere değil yaşamına da yeniden başlama isteğine denk düşüyor. Sevdiği mağazanın kaçırdığı bir indirimine hayıflanan müşteriler gibi. Hepimizin hayat mağazasının daimi müşterisi olduğumuz bir hikayede vuku buluyor her şey. Bir saat gibi işleyen zihninde çeşitli kurgular yapsa da bunları hayata katmada güçlük çekiyor Dilan. Bir süre sonra zihnindeki resim de silikleşiyor ve tekrar eden bir döngünün içinde buluyor kendini. Sorunun malzemesi ile çözüm inşasının malzemesinin aynı olduğu bir yerde, kilitleri elinde tutmakta iken.
Belgesele Dair
“Dilan Hakkında Konuşmalıyız”; yaşama dönük içimizde barındırdığımız kaygıları eğlenceli, sıkmayan, samimi ve gerçekçi bir ton ile sunduğu, ekrana yakıştığı gibi perdeye de yakışan Sude Belkıs’ın tatlı oyunculuğu ve az zamana çok şey sığdırmayı başardığı için izlenmeye değer bir belgesel olmuş. İstanbul Film Festivali, Adana Altın Koza Film Festivali ve İzmir Kısa Film Festivali’nde ve Siyad tarafından ödüle layık görülen ve uluslar arası festivallerde de boy gösteren bu belgesel, deneyimini yaşamak isteyenler için MUBİ platformu üzerinden şu an yayınlanıyor. Şimdiden herkese iyi seyirler!
Yönetmen : Umut Şilan Oğurlu
Senaryo : Umut Şilan Oğurlu, Mıslına Bağrıyanık
Görüntü Yönetmeni : Tunç Eser Alıcı
Kurgu : Doruk Kaya
Oyuncular : Sude Belkıs, Ayşe Lebriz Belkem, Emrah Özdemir, Elif Özdemir, Hakan Kahraman, Ferhat Özmen, Evrim Doğan, Nur Sürer, Yener Özer
Türkiye / Dramatik komedi / 20 Dk.