Hind Rajab’ın Sesi
SİLAHSIZ SAVAŞ FİLMİ
Kaouter Ben Hania’nın Venedikten 3 Ödüllü “HİND RAJAB’IN SESİ” vizyonda
Film, Gazze’de ateş altında kalan 6 yaşındaki bir kızın kurtarılması için Ramallah’taki Kızılay gönüllülerine yaptığı telefon konuşmalarına odaklanıyor. Kaouter Ben Hania’nın Hind’in ölümünü dramatize eden bu filmi, son derece rahatsız edici, duygusal olarak yıkıcı, izleyiciyi koltuğuna mıhlayan, izlenmesi zor, seyirciyi sinemadan sarsılmış bir şekilde ayrılmasına yol açan bir film.
Tunuslu yönetmen Kaouter Ben Hania’nın “Hind Rajab’ın Sesi / The Voice of Hind Rajab”ı son Venedik Film Festivali’nde Büyük Jüri Gümüş Aslan Ödülü’nün sahibi oldu. Film aynı zamanda festivaller tarihinin ayakta en çok alkışlanma rekorunu da kırdı. Kısaca konusuyla başlayacak olursak, film Gazze’de İsrail savunma kuvvetlerinin ateşi altında bir arabada mahsur kalan 6 yaşındaki bir çocuğunun Kızılay gönüllüleriyle yaptığı telefon konuşmalardan yola çıkıyor. 29 Ocak 2024’te Ramallah’taki Kızılay gönüllülerine acil bir çağrı gelir. 6 yaşındaki Hind Rajab Gazze’de İsrail ateşi altında kalan bir arabanın içinde mahsur kaldığından kurtarılması için yalvarmaktadır. Kızılay görevlileri telefonu kapatmaması için uğraşırken, ona bir ambülans yetiştirebilmek için ellerinden gelen her şeyi yapmaktadır. Hind, arabasında teyzesinin, amcasının ve 4 kuzeninin cesetleri yanında saklanırken, o kurtarıcılarının gelmesi için telefondan Kızılay yetkililerine yalvarmaktadır.
DUYGUSAL OLARAK YIKICI BELGESEL
Ben Hania tek bir savaş sahnesine yer vermeyen filminde, izleyiciyi hattın diğer ucundaki bitkin bir kız çocuğuyla birlikte tutarak, dehşet verici olaylar karşısında, daha çaresiz hisseden insanların yerine koyuyor. Tunuslu yönetmenin başarısı bu trajik olayı sanatsal bir şekilde sunarak, o bölgede yaşananları çarpıtılmadan yanlık yorumlanmasından kurtarması. Son saatlerinde Hind Rajab, Filistin’deki Kızılay çağrı merkezi gönüllülerini defalarca arayarak, asla gelmeyen bir kurtarma aracı için yalvarıyor. Hind’in ölümünü dramatize eden film, son derece rahatsız edici, duygusal olarak yıkıcı, izleyiciyi koltuğuna mıhlayan, derinden etkileyen, izlenmesi zor ve seyirciyi sinemadan sarsılmış bir şekilde ayrılmasına yol açan bir film. Baştan sona duruşunu koruyan, şaşırtıcı bir zeka ve bir titizlikle Ben Hania, nadir siyasi öneme sahip olağanüstü eseriyle, öfkenin duyguyla yarıştığı, derinden etkileyici bir filme imza atmış.
Sinemanın ötesinde bir barış çığlığı kimliğiyle, “Hind Rajab’ın Sesi” izleyiciyi kaçınılmaz olarak etkisi altına alan, içgüdüsel bir tepkiye yol açan, yılın en şok edici filmi oldu. Korku ve duygu arasında gidip gelen, vazgeçilmez bir tanıklıkla, film Gazze’deki trajik perde arkası gerçekliği vurgulamak istercesine, duygusal yaklaşımıyla izleyicisini sarsıyor. Empati uyandıran duygusal etkisinin ötesinde, film savaşın vahşeti karşısında kolektif bir çaresizliği tasvir ediyor. Tutarlı ve titiz bir yaklaşım, Ben Hania’nın çok değer verdiği hümanist bir vizyona hizmet ediyor ve buradan kariyerinin en dokunaklı filmini sunuyor. Hind’in çığlıklarına odaklanan film, savaşın dehşetini ve insanlık suçlarını sinema aracılığıyla yansıtmasındaki başarısıyla öne çıkıyor.
“Hind Raja’ın Sesi” siyasi ve toplumsal açıdan, duyarlılığıyla, hümanist, politik ve ahlaki duruş sergilemesiyle övgüyü hak ediyor. Film politik gerçekleri görünür kılma, sinemanın toplumsal gerçeklerle yüzleşme gücüyle işlevini yerine getiriyor. . Yürek burkan, huzursuzluk yaratan bu belgesel drama, kınamanın ötesine geçerek masumların öldürülmesi karşısında kollektif çaresizliğimizi sorgulamayı başarıyor. Ve filmin yumuşatmaya çalışmadığı bir çocuğun sesi, uzun süre sonra bile içimizde yankılanmaya devam ediyor. Gerçek bir hikayeyi “yeniden yapılandırarak” belgesel-kurgu tarzını sürdüren Ben Hania bu klostrofobik dramasıyla, bizi savaşın trajedisiyle, çaresizliğiyle yüzleştiriyor.
Film savaşın siviller üzerindeki yıkıcı etkisini ve çocuk ölümlerinin uluslararası hukuk ve vicdan açısından yarattığı kırılmayı gündeme getiriyor. Filmin Venedik Film Festivali’nin programında yer alması, politik bir tanıklığı gündeme taşıması yalnız sanatsal değil, ahlaki bir tercih olarak film festivallerinin önemini hatırlatıyor. Tarihsel tanıklık ve kolektif hafızanın üretme aracı olarak bu film sinemanın bireysel yaratıcılık alanının dışında, sinemanın kalıcılığını da gündeme getiriyor.
KLOSTROFOBİK DRAMA
“Hind Rajab’ın Sesi”nin Venedik’teki gösterimi, burada kazandığı ödüller ve uluslararası çapta yankı bulmasıyla, filmin Altın Küre ve Avrupa Film Ödülleri için adaylıklarının yanında, büyük bir ihtimalle 2026 Oscar’larında da adını duyuracak. Açılımı “İnternet Film Veritabanı” olan IMDb’nin film için takdir ettiği 8.6 gibi ender bir puan değerlendirmesi, sanatseverler için “Hind Rajab’ın Sesi”ni izlenmesi kaçınılmaz bir film yapıyor. Sinemanın tanıklık ve hafıza üretme işlevinin yanısıra bu film, festival sinemasının politik sorumluluğuna da aracı oluyor. Filmde işlenen temalar arasında korku, yalnızlık, savaş aleyhtarlığı, başkasının acısına empati duyma, çaresizlik ve çıkışsızlık var. Bu son 2 tema Ramallah’taki Kızılay görevlileri üzerinden işleniyor: Bölgedeki Kızılay aracının yola çıkması geciktikçe, Hind’den ilk çağrıyı alan Ömar, amiri Mahdi’yi görevini iyi yapmamakla suçlar. Gerilim tırmanınca diğer 2 kadın gönüllü, Rana ve Nisreen gözyaşları içinde 2 erkek arkadaşını itidale davet ederler. Filmin finaldeki jenerik yazılarında Hind Rajab’ın acılı annesiyle tanışıyoruz.
Sözü Kaouter Ben Hania’ya bırakacak olursak, kendisi filmini şöyle anlatıyor : “Hind Rajab’ın yardım için yalvardığı ses kaydını dinlediğimde bir çaresizlik ve ezici bir üzüntü karışımı hissettim. Sanki altımdaki zemin kaymış gibi fiziksel bir tepki. Kızılay ile iletişime geçtim ve ses kaydının tamamını dinlemeye izin vermelerini talep ettim. Dinledikten sonra her şeyi bırakıp bunun filmini yapmam gerektiğini anladım. Filmdeki telefon kayıtlarındaki ses, Hind Rajab’ın gerçek sesidir. Bir yerde Hind’in sesi, Gazze’nin sesidir. Tüm dünyanın duyduğu ama kimsenin cevaplamadığı bir imdat çığlığıdır. Sinema Hind’i geri getiremez, ona yapılan zulmü silemez. Sinema onun sesini muhafaza edebilir, sınırların ötesinde de yankılanmasını sağlayabilir. Hind’in annesiyle, o telefon görüşmesinin diğer ucundaki gerçek insanlarla uzun uzun konuştum. Sonra Hind’in gerçek ses kaydını kullanarak tek mekanlı bir film oluşturarak, onların tanıklıklarının etrafında bir hikaye ördüm. Bu bilinçli bir tercihti. İstediğim şey görünmeyene odaklanmaktı: bekleme, korku, yardım gelmediğinde dayanılmaz sessizlik. Bazen görmediğiniz şeyi gördüğünüzden daha yıkıcıdır. Bu hikaye sadece Gazze ile ilgili değil. Evrensel bir kaderi dile getiriyor. Sinema bir anıyı koruyabilir. Sinema unutkanlığa direnebilir. Filmde kurgu yok. Hikaye oradaydı. Aslında ben yazmadım. Sadece yaşanan olaylara sadık kaldık. Bu gerçekte etkileyiciydi.”
1977 doğumlu Kaouter Ben Hania yönetmen, senaryo yazarı, kurgucu ve belgesel sanatçısı. “Derisini Satan Adam / The Man Who Sold His Skin” (2020) ve “4 Kız Kardeş / Les Filled D’Olfa” (2024) ile 2 kez Oscar’a aday gösterildi. Bu son filmiyle Cannes Film Festivali’nde ödül kazandı. Son Venedik Film Festivali’nden aralarında Jüri Büyük Ödülü Gümüş Aslan’ın bulunduğu 3 ödülle ayrıldı. Tiyatro tadındaki bu film 89 dakikalık süresiyle 4 duvar arasında geçiyor. Filmin yapımcıları arasındaki Brad Pitt, Joaquin Phoenix, Alfonso Cuaron, Jonathan Glazer, Rooney Mara gibi sinemanın ünlü isimleri projeye destek verdi. Film Venedik’te 23 dakika 50 saniye ayakta alkışlanarak, Guillermo Del Toro’nun “Pan’ın Labirenti”nin Cannes’daki 22 dakikalık rekorunu geride bıraktı.
Yönetmen / Senaryo : Kaouther Ben Hania
Görüntü Yönetmeni : Juan Sermiento G.
Kurgu : Qutaiba Barhamji, Kaouther Ben Hania, Maxime Mathis
Müzik : Amine Bouhafa
Oyuncular : Saja Kilani, Motaz Malhees, Clara Khoury, Amer Hlehel
Arabistan / Dram / 89 Dk.











