İstanbul İçin Son Çağrı
Evlilik İçin Son Çağrı
Filmin ilk 45 dakikasını zoraki izledim desem yeridir. Eleştiri yazacak olmasam izlemezdim muhtemelen. Şöyle düşündüm : sırf bu iki oyuncuyu yanyana getirmekten başka bir amaç taşımayan film yapmışlar. 48. dakikadan itibaren filmin rengi değişmeye başladı. Bana göre film de o zaman başladı! O toz pembe gösterilen yaşamlar yavaş yavaş grileşti sonra da karardı… Sonra şaşırtıcı bir dönüş oldu, filmin en iyi tarafı da bu şaşırtmayı yapmalarıydı. Tabii ki bu bölümü de yine seyirciye bırakacağım..
“Aşk-ı Memnu”daki Behlül ve Bihter karakteriyle Türk dizi tarihine “efsane ikili” olarak geçen Beren Saat ve Kıvanç Tatlıtuğ, yıllar sonra yeniden bir araya geldiler.
Aynı döneme denk gelmesi tesadüf müdür yoksa özellikle yapılmış raslantı mı bilemeyiz ama çok kısa önce modern uyarlama ile Farah Zeynep Abdullah’ın oynadığı “Bihter” karakteri gündeme taşındı ve büyük hayal kırıklığı yarattı. “Taklitleri aslını yaşatır” sözünü kanıtlamak için yapılmış bir filmdi adeta. Kafamızdaki Bihter efsanesi yerle bir oldu.
Son bir yıldır Avrupa ve Amerika sinemasında moda furyasına dönen dış ses (yani karakterin iç sesi) fazlalığı ya da baş karakterin aynı zamanda anlatıcı rolünü üstlenmesi üzerine nicedir bir şeyler söyleme ihtiyacı hissediyordum. Hem “Bihter”de hem “İstanbul son Çağrı”da görülen bu anlatım yöntemine sırası gelmişken birkaç söz edeyim. Kısa ve net söyleyeyim bu yöntem sinemaya uymuyor. Öncelikle iç sesini bedeniyle anlatan oyuncunun alanı daralıyor, izleyicinin de yorumlama çeşitliliğini sıfırlıyor. Anlatıcı devreye girdiği zaman herşeyi açıklıyor ne oyuncuya ne de seyirciye bir şey kalmıyor. filmin ya da dizinin başından kupkuru kalkıyorsun. Oysa kafanda soru işaretleriyle kalkmak, seni film üzerinde yeniden düşünmeye sevk ediyor. Dolayısıyla sinema çabuk tüketilen bir meta olmaktan çıkıyor. Aksine her duyguyu açıklayan bir karakter sinemayı da hemen tüketilen mal haline getiriyor.
Bu tarz romana uyan bir kıyafet; üstelik romana çok yakışan kıyafet; çünkü romandaki oyuncular kelimelerdir ve kelimeleri olabildiğince etkili kullanmak anlatıcının gücünü artırırken okuyucuya da güzel bir ziyafet çekiyor. Romana yakışan bu kıyafet sinemanın üstüne olmuyor, olmuyor… Her akıma kapılmak da çağdaşlık olmuyor…
Elbette seyirciyi ve oyuncuyu aşırı derecede zorlayacak durumlarda iç sese başvurmak akılcı yöntem ve “Anayurt Oteli”nde olduğu gibi dozu çok iyi ayarlandığı zaman hem sinema hem edebiyat tadı alabilirsiniz ama baştan sona dış ses insanı sıkıyor…
İSTANBUL SON ÇAĞRI, Bir sonun Başlangıcı!
Filmin ilk 45 dakikasını zoraki izledim desem yeridir. Eleştiri yazacak olmasam izlemezdim muhtemelen. Şöyle düşündüm : sırf bu iki oyuncuyu yanyana getirmekten başka bir amaç taşımayan film yapmışlar. Kalburüstü iki genç insan New York havaalanında karşılaşıyor, Serin’in (Beren Saat) sarı bavulu başka bir sarı bavulla karışıyor, daha görür görmez Serin’den etkilenen Mehmet ona yardım etmek için can atıyor ve yanına yaklaşıyor, birlikte bavula ulaşmaya çalışırlarken yolları New york’un ünlü otellerinden birine düşüyor; zira Serin’in bavulunu yanlışlıkla alan adam bu otele gelecektir, adamın bir gün sonra otele geleceğini öğrenince o gün için aynı otelde kalmaya karar veriyorlar; otelin fiyatı söylenmiyor ama John Lennon ve Marilyn monroe orada kaldığına göre fiyatı dudak uçuklatıcı olmalı; oysa bu genç insanların dudakları hiç uçuklamıyor, pazardan domates alır gibi Serin Marilyn Monroe’nun kaldığı odayı, Mehmet altta kalacak değil ya o da John Lennon’un kaldığı odayı rezerve ettiriyor. Birbirlerine de Ryan ve Samantha diye hitap ediyorlar; güya tam New Yorklu olmak istiyorlar, böylece günü birlik maceraları başlıyor; maksat eğlenceli vakit geçirmek; öylesine eğleniyorlar ki hayattan tatmin olamamış Serin en iyi orgazm numarası yapma yarışmasına bile katılıyor ve yarışmada birinci oluyor…
Boş, anlamsız ve saçma bir eğlence anlayışının hep sürüp gideceğini sanırken… 45. dakikada filmi durdurup “bir kahve içeyim de sonrasına öyle bakarım” diye düşündüm. Kahve bahanesiyle bir yarım saat oyalandım, istemeye istemeye filmin başına tekrar oturdum…
Evet “Bihter ile Behlül”ün de efsanesini bitirelim bari diye düşündüm. 48. dakikadan itibaren filmin rengi değişmeye başladı. Bana göre film de o zaman başladı! O toz pembe gösterilen yaşamlar yavaş yavaş grileşti sonra da karardı… Sonra şaşırtıcı bir dönüş oldu, filmin en iyi tarafı da bu şaşırtmayı yapmalarıydı. Tabii ki bu bölümü de yine seyirciye bırakacağım..
Evlilik ilişkilerinin sorgulandığı filmde evliliğin vazgeçişler durağında otobüs beklemek olduğu mesajını bir kez daha alıyoruz. Kendi tutkularımızı öteleyip onlara üvey evlat gibi davranırken öz olarak baktığımız karı-koca ilişkisi de fedakarlığa doymuyor, hep daha fazlasını istiyor ve belli bir noktadan sonra ipler artık kopma noktasına geliyor…
Yeniden denemeler ise hayatı geciktirmekten başka işe yaramıyor. Filmde geçen bir diyalog ile cevap vermek gerekirse “Hayat aşksız bir ilişkide kalacak kadar uzun değil” .
Bir soruyla bitireyim yazımı : Sahi uçağa binen hangi yolcu telefonunu ve cüzdanını büyük bagaja koyar?
Yönetmen : Gönenç Uyanık
Senaryo : Nuran Evren Şit
Görüntü Yönetmeni : Gökhan Tiryaki
Müzik : Sertaç Özgümüş
Oyuncular : Kıvanç Tatlıtuğ, Beren Saat, Annie McCain Engman, Sindia Duverge, Joy Donze, John Bradford, Ty Fisher, Johnny Gaffney, Nikima Brooks
Türkiye / Romantik-Dram / 91 Dk.
Çok keyifli bir tanıtım/eleştiri olmuş; kararsız kaldım izlemeli miyim, vaz mı geçmeliyim? Faxla spoiler vermediğiniz için tşklrr galiba izleyecrğim oyuncuları hatırına!
Ben de sizin yazdığınız “Napolyon” film yorumunuzu okuduktan sonra izleyip izlememekte kararsız kaldım. Yine de izleyeceğim muhtemelen, Fransa’da reklamı çok yapıldı.
Aşkı memnunun hatrına sonuna kadar bekledim. Yani beren ve kılıç olarak hiç mi itiraz etmediniz bu senoryo vasat tutmaz diye?
İlk defa bir filmi izlerken sıkıldım ki Aşkı memnu yu defalarca izleyen biri olarak büyük hayal kırıklığı oldu izleyemedim çok sıkıcı
Büyük bir hayal kırıklığı, gereksiz ve abartı sahneler.. film gerçekten berbat.. Kıvanç Tatlıtuğ bu filmde oynamayı nasıl kabul etti , hiç yakıştıramadım..
Berbat bir film, zaman israfı..yapay bir Beren saat oyunculuğu..Bu kadar mı kötü iş çıkarılır dedirtti Türk sineması adına..