İyi Adamın 10 Günü
Bir İstanbul polisiye filmi olan “İyi Adamın On Günü” insanın mayasındaki iyi ile kötünün çatışmasını; iyi olanın enayi yerine konulup kullanıldığında içindeki kötüyü yeşerttiğini fakat kötülük de mayaya uymayınca iyiye yeniden döndüğünü ve bu döngünün sürüp gittiğini söyleyebiliriz. Sadık adını değiştirerek “Adil” olup bir orta yol buluyor kendine. Sadık bir bakıma Dosyevski’nin Budala eserindeki o saf Mişkin’dir…
BÜTÜN İYİ İNSANLAR BİRLEŞİNİZ
Kötülüğün, ahlaksızlığın, ihanetin, kurnazlığın, ikiyüzlülüğün ve sayamayacağım bir sürü şeytani tavırların arttığı süreçten geçiyoruz. ”İyi Adamın 10 Günü” İyiliğe dair içimizdeki kırıntıların hayal kırıklığına dönüştüğü bir günde Netflix’te gösterime girmesi tesadüfün cilvesi oldu. Bu psikolojiyle filmi izledim, kötülüğün en yakınındaki insandan başlaması ise her defasında beni şaşırtmaya devam ediyor, şaşırtsın da zaten; yoksa filmin sonunda gösterilen iyiliğin kötülüğe dönüşme sahnesinde hepimize rol düşecektir…
Şemsettin Sami : ”Bir kötülüğü beğenen, onu işleyenden daha kötüdür.” der. Zaten başımıza ne geliyorsa kötülük yapandan değil, kötülüğü beğenenler yüzünden geliyor. Eflatun ise bu konuda şöyle söylüyor “Kötülüklerin ilki ve en büyüğü, haksızlıkların cezasız kalmasıdır.”
Filme uyarlayacak olursak; hikayenin başından itibaren “ne olur filmin sonunda kötüler cezasını bulsun” diye düşündüm. Sanki günün tek tesellisi bu sonuç olacaktı. Evet dileğim gerçekleşti ama bir dönüşümün ipuçlarını da verdi. dostyevski’iyi her defasında haklı çıkaran bir dönüşüm…
O halde iyilerin güçlerini birleştirmesi ve çoğaltmasından başka çıkış yoktur. kötülüğü yenmenin yegane çaresi budur…
Film; Mehmet Eroğlu’nun aynı adlı eserinden uyarlandı. Aslında üç seri roman; İyi Adamın 10 Günü, Kötü Adamın 10 Günü ve Meraklı Adamın 10 Günü. filmin sonunda “Kötü Adamın 10 Günü” için bir başlangıç var. anlaşılıyor ki üçlemenin ikincisi ve belki üçüncüsü de çekilecek. Mehmet Eroğlu’nu ilk romanı 12 Eylül’den kısa bir süre 1984 yılında çıkmıştı. “Issızlığın Ortasında” Dönemin gençleri olarak hepimiz okumuştuk ve toplumsal ruhun revaçta olduğu bir süreçten sonra nasıl bireysel yalnızlığa savrulduğumuzun açık bir manifestosuydu adeta; bizim ruhumuzun ateşi sönmemişti ve hepimiz Mehmet Eroğlu’nu bireycilikle suçlamıştık. Şimdi romanı hatırlamıyorum ama nicedir romanı alıp okumak istiyordum bu film yeniden okumam konusunda tetikleyici oldu. Bugünkü gözümle değerlendirmem daha farklı olacaktır kuşkusuz…
Filmin yönetmenliğini Ezel, Karadayı dizisini çeken Uluç Bayraktar yaptı, senaryosunu Damla Serim yazdı…
SADIK MI, ADİL Mİ OLMAK GEREKİR!
İyi adam Sadık rolünü kişiliğine uygun olan ve bizim de iyi adam olarak tanıdığımız Nejat İşler oynuyor. İnsanın kendisini oynamak avantaj sağlamış ona, doğal oyunculuğunu ortaya koymuş. İyi insanların kötülük karşısında direnmesini fakat bunun çok zor olduğunu; iyilikle kötülük arasındaki ince çizginin arasında sıkıştığını görüyoruz. Bugün bu olguya en iyi örnek verebileceğimiz kişi Haluk Levent değil mi? Adam iyilikten maraz doğar noktasına geldi, o denli kötülük bombardımanın altında…
Sadık da kötülük bombardımanın altında, hiçbir şekilde doğallığını, açık sözlülüğünü bozmuyor. Fakat çok üşüyor, yazın bile palto giyiniyor. Aslında üşüme sembol; atılan kazıklar karşısında üşüyor. Filme bir başka ad verilecek olsa herhalde “Üşüyen Adam” olurdu.
Sadık, eski bir avukattır; yaşadığı eve ve giydiği kıyafetlere baktığımızda geçmişinde bir trajedi olduğunu hissediyorsunuz. Salonunda Elliott Gould’un 1973’te oynadığı film “Nothing Says Goodbye Like a Bullet“ (Uzun Veda) afişi asılı, eski televizyonda hep onu seyrediyor. bir hayranlığı olduğu kesin, filmdeki Philip Marlowe karakteri ile kendisi arasında özdeşlik kurduğu da kesin. Filmi izlemedim ama Marlow da belli ki iyi niyetli bir dedektif…
Avukat arkadaşı Maide, (Esra Ronabar) bakıcısının oğlu kaybolunca arkadaşı Sadık’tan bu kayıp oğlanı bulmasını ister. Kayıp delikanlı Tevfik’in peşine düşen Sadık, mafyadan cinayete ve insan kaçakçılığına uzanan pis kokulu bir çemberin içinde bulur kendini…
Üşengeç, sayı sayma takıntısı olan ve biraz da berduş görünen Sadık’ın başta bu çetrefilli işin içinden çıkamayacağını düşünseniz de ters köşe oluyorsunuz.
Sadık’ın hayatına giren dört farklı kadın karakteri çıkıyor karşımıza: eski karısı Rezzan (Nur Fettah), fahişelik yapan komşu genç kadın Fatoş (İlayda Alişan), tiyatrocu dostu Maral (Şenay Gürler), avukat arkadaşı Maide…
En güzelinden ve kalburüstü olanından en büyük kazığı yiyor; eski karısı bencilliği ve egosu yüzünden gözünü kırpmadan karşısındakini harcayan bir karaktere sahiptir. Hayatın bataklığında olan Fatoş ise tam tersi naif ve iyi niyetli…
Bir İstanbul polisiye filmi olan “İyi Adamın On Günü” insanın mayasındaki iyi ile kötünün çatışmasını; iyi olanın enayi yerine konulup kullanıldığında içindeki kötüyü yeşerttiğini fakat kötülük de mayaya uymayınca iyiye yeniden döndüğünü ve bu döngünün sürüp gittiğini söyleyebiliriz. Sadık adını değiştirerek “Adil” olup bir orta yol buluyor kendine. Sadık bir bakıma Dosyevski’nin Budala eserindeki o saf Mişkin’dir…
İyi seyirler…
Yönetmen : Uluç Bayraktar
Senaryo : Mehmet Eroğlu, Damla Serim
Kurgu : Arzu Volkan
Müzik : Marios Takoushis
Oyuncular : Nejat İşler, İlayda Akdoğan, Nur Fettahoğlu, Barış Falay, Rıza Kocaoğlu, İlayda Alişan, Şenay Gürler, Esra Ronabar, Yurdaer Okur, Erdal Yıldız, Kadir Çermik
Türkiye / Suç-Gizem-Dram / 124 Dk.
Çok iyiydi galiba hiç bişi anlamadım filmden beklentim çoğaldıkça olaylar ardı ardına ne alakası var modunda geliyo. Kafam açıldı