Joker
Joker : Bir ‘’Ucubenin’’ İhtişamlı Zaferi
Her şeyden önce belirtmek isterim ki uzun zamandır sinemada psikolojik dram ve gerilim türünde hasret kaldığım sarsıcı ve büyüleyici karakter beklentim Joker’le şimdilik son buldu. Arthur Fleck-Joker(Joaquin Phoenix) karakteri; Norman Bates – Psycho, Alex DeLarge–A Clockwork Orange, Travis Bickle-Taxi Driver, Jack Torrance –The Shining, Tony Montana–Scar Face, Dr.Hannibal Lecter-The Silence of the Lambs, Tyler Durden-Fight Club, Patrick Bateman–American Psycho, Travor Reznik–The Machınıst, Anton Chigurh–İhtiyarlara Yer Yok, The Joker–The Dark Knight gibi saydığım ikonik karakterlerden sonra bize ölümsüz ve aynı zamanda kusursuz bir oyunculuğun nasıl olabileceğini bir kez daha göstermeyi başardı.
Martin Scorsese’nin Marvel filmlerinin sinema olmadığını, bu filmleri izleyemediğini, izlemeyi denediğini ve bu tür yapımların insan dramından ziyade tema parklarındaki oyunlara benzediğini bir röportajında dile getirmişti. Hatta Francis Ford Coppola daha da ileri giderek bu filmlerin değersiz olduğunu ifade etti. Şahsen Scorsese’ye katıldığımı belirtmek isterim. Sadece gişe hasılatına oynayan ve uzun zamandır beyaz perdeyi adeta işgal altına almış Marvel filmlerinden dolayı beyaz perdede gerçek anlamda sanatsal filmleri vizyonda çok fazla göremez olduk. Marvel’dan farklı bakış açılarına sahip olsa da DC Comics filmleri de çoğunlukla aynı amaca hizmet eden filmlerdi fakat Dc Comics, Joker filmiyle bu sefer ayağı yere basan bambaşka ve muazzam bir işe imza attı.
Todd Phillips’in hem yönetmenlik hem senaristlik dehasını ortaya koyan Joker filminin Lawrence Sher’in müthiş ve sarsıcı sinematografisiyle, yarattığı renk atmosferiyle, Hildur Gudnadóttir’in insanın ruhuna işleyen ve sizi her an diken üstünde tutan kasvetli , hüzünlü besteleriyle, kostüm ve makyajdaki ustaca dokunuşlarla, dönem mekanlarının ustaca yansıtılmasıyla ve bir palyaçonun bilinçaltından, ruh dünyasından yola çıkarak tüm dünyada büyük yıkımlar yaratan kapitlizme sağlam ve hedefi tutturan salvolar yapmasıyla bir şaheser olduğunu düşünüyorum. Ama filmin saydığım tüm bu artıları yanında filmden Joaquin Rafael Phoenix’i çıkardığınızda Joker filminin size adeta evrendeki varoluş nedeninizi sorgulatan ve vicdanınıza üst üste parça tesirli bombalar savuran karşı konulmaz etkisini bu kadar yoğun hissetmeyeceğiz de aşikardır. Phoenix demişken onun özellikle de Cannes’da en iyi erkek oyuncu ödülünü aldığı ‘Hiçbir Zaman Burada Değildin’’ filmindeki performansını izlemenizi tavsiye ederim.
Gelmiş geçmiş Joker karakterleri içinde geçen bunca zamana rağmen Ledger’ı Joker tarihindeki haklı krallık tahtından indirecek güçte bir aktör çıkmadı. Phoenix de zaten Ledger‘ın bir zirve olduğunu, ona asla yetişemeyeceğini ve canlandıracağı Joker’in de Heath Ledger‘a bir saygı duruşu niteliğinde olacağını belirtmişti. Nitekim öyle oldu da. Ledger‘ın dehşetengiz Joker örneği varken yeniden Jokeri canlandırmak adeta kurtuluşu olmayan bir intihar denemesinden farksızken Joaquin Phoenix en deli, en tuhaf, en büyüleyici, en hüzünlü ve masumiyetinin içinde barındırdığı en karanlık hâliyle, yüreğimizi yasa boğan kahkahalarıyla Joker’i ikinci kez kimsenin ulaşamayacağı bir seviyeye getirdi. Hatta Todd Phillips’in Joker’i Nolan’ın Joker’inden daha derinlemesine ve kuyumcu titizliğiyle işlenmiş bir karakterdir. Bunu Arthur Fleck’in hem zihinsel anlamda hem fiziksel anlamda Joker’e dönüşümünün her aşamasında hissedersiniz.
Tood Phillips‘in ve sanat ekibinin yarattığı psikodram ve Joker’inin her hareketi topluma ve bireyin antagonist bilinçaltına ayna tutan sembollerle doludur. Joker’de anlatılan sistemsel ve toplumsal çürümenin, yozlaşmanın günümüzde de devam etmesi filmi çağdaş bir gerçekliğe dönüştürür. Filmin sanat ve teknik ekibinin Arthur’un ruh dünyasına göre kusursuz şekilde tasarlandığı renk paletiyle Gotham tasviri bunun yanında kostümler, makyaj, kamera kullanımının yarattığı karakter derinliği, müziğin filmin sonuna kadar yarattığı hüzün ve tedirginlik sizi nihilizmin derin ve karanlık uğultusuna sürükler.
Filmin senaryosunun Batman takipçilerini özellikle de Nolan’ın üçlemesini kendilerine kaynak olarak kabul edenleri hayal kırıklığına uğrattığını söylersek yanılmış olmayız. Çünkü onlara göre gerçek Joker ölümcül, kötücül, dâhice ve komiktir. Tood Phillps ve ekibinin yarattığı Joker ise acınası, pısırık hatta utanç duyulası bir karakterdir ve aynı zamanda zekâsıyla gerçek Joker’e de bir ihanettir. Onların bu tasvirlerine katılmamakla birlikte evet, çizgi romanlardan bugüne kadar neredeyse 80 yıldan beri anlatılagelmiş Batman ve Joker karakterlerini mutlak doğru olarak kabul ederseniz bu eleştirileri haklı bulursunuz fakat bu eleştiriyi dile getirenlerin özellikle de Joker’in hayatıyla ilgili mutlak ve kesin bir biyografinin olmadığı gerçeğini kasıtlı ya da kasıtsız bir şekilde görmezden gelmeleri ve Phillips’in Joker’ini ısrarla önceki Batman ve Joker evreniyle kıyaslamaları onların eleştirilerini isabetsiz kılıyor. Çünkü en nihayetinde Phillps ortaya çıkıp evet en doğru Joker budur, demiyor.Bizim senaryomuzdaki Joker ve Joker’in Joker’e dönüşmesinin orijin hikayesi budur, diyor.
Joker’in kendisinin dahi geçmişiyle ilgili anlattığı birçok farklı hikaye ortada dururken ‘’Gerçek Joker bu olamaz, Thomas Wayne aslında entelektüel bir iyilik elçisiydi, tüm servetini insanlığa adamıştı, sonradan Joker’le Bruce Wayne düşman olduklarında Joker’le aralarındaki yaş farkı şu kadar olacak, bu da çok saçma.’’ gibi eleştirilerin isabetli olduğunu düşünmüyorum. Zaten Phillps, Batman ve Joker’i karşı karşı karşıya getirmeyeceğini de belirtiyor. Diyelim ki bu ikili karşı karşıya getirildi, yaş farkının bir önemi kalır mı ya da Joker’in bu hayat öyküsünden sonra Batman’in tarafını tutmanız mümkün olur mu ? Bu soru listesi uzar da gider. Üstelik bu filmde gördüklerimizin ya da anlatılanların çoğu kesin bir gerçek olarak karşımıza çıkmaz. Çünkü Arthur’un gündelik hayatı ve zihnindeki hayal aleminin, fantezilerinin harmanlanmış olması bu filmdeki Joker’in kişiliğini, kimliğini bile epey karmaşık bir muammaya çevirir. Hâl böyleyken Phillips’in Joker’i de dahil hiçbir Joker’i kesin hatlarla çizilmiş bir şablona oturtamazsınız.
Bence Phillips, Joker’in ileride neler yapacağını ya da hikayesinin nasıl devam edeceğini bizim hayal gücümüze bırakıyor. Filmin adının Joker olması da bir şeyi değiştirmiyor. En nihayetinde Batman’le hiç karşılaşmayacak bir anti-kahraman olmayan Joker’i diğer Jokerlerle kıyaslamak sanatın özgür ruhuna aykırı geliyor bana. Bu da senaristlerin kendince hayat hikayesini kurguladığı bir Joker yorumu yani ‘’çoktan seçmeli bir geçmişi ‘’ olan Joker’e kendi zihnimizdeki imajı olması gereken tek doğruymuş gibi dayatmanın sanatın sınırlarını daraltmaktan başka bir şeye hizmet etmediğini düşünüyorum. Ayrıca filmin senaryosunun klişelerle dolu olduğunu bundan dolayı da Joker’in özgün bir yanı olmadığını dile getirenlerin Joker’de ortaya konan muazzam sinema işçiliğine haksızlık ettiğini de belirtmek istiyorum. Sinemada aynı konuların defalarca işlendiğine şahit olmuşuzdur. Örneğin; sinema tarihinde aşk konusunu işleyen epey film var fakat bunlardan kaçı kalıcı olabilmiş ki? Demek istediğim, konu önemli olsa da asıl önemli olanın işlenen konu değil konunun anlatılma biçimidir. Joker de ele aldığı konuları sinemanın tüm unsurlarıyla, bütüncül bir kurguyla kusursuz bir şekilde işlemiş. Asıl üzerinde durulması gereken de budur kanaatimce aksi takdirde tüm sanat dalları aynı konuları ele aldığı için birbirinin sonsuz bir tekrarından başka bir şey değilmiş gibi algılanır.
Joker’in bugün dünya çapında hatırı sayılır kalburüstü bir film olmasının temelinde yatan şey de içinde barındırdığı dehşetengiz gerçekliktir ve bunun sanatla ustaca harmanlanmasıdır. Arthur Fleck’i düşündüğümüzde onunla empati kurmanız ve bir katil olmasına rağmen onun tarafında yer almanız kaçınılmazsa film başarılı olmuş demektir. Joker’de anlatılanlar sadece 1980’li yılların Gotham’ı ya da Arthur Fleck’in acıları değil aslında tüm coğrafyalarda insanlığın 21.yüzyıldaki çöküşünün de vurucu bir tasviridir. Ve en önemlisi vicdanını çoktan yitirmiş insanlığa yakılmış derin bir ağıttır Joker filmi. ‘’Fakirlerin hayatını yok eden zengin ve mutluların‘’ kapitalizmin en vahşi biçimiyle sömürmeye devam ettiği ve ezilenlerin bile birbirini ellerine geçen ilk fırsatta yok etmeye çalıştığı bir dünyaya ait olamayanların, eşitsizliklerle dolu bu absürt dünyada tutunamayanların hikayesidir Joker.
Çıkarlar üzerine kurulmuş yeryüzü sistemi yüzünden “hayatı akıl hastaneleri, polis karakolları ve ceplerinde biriken birkaç kuruş parayı umutsuzca saymak arasında geçenlerin’’ ve bu yüzden de çıldırmaya zorlanan insanların hayal kırıklığına uğramış saf gerçekliğidir Joker. Albert Camus, ‘’İnsanın en büyük başarısı her gün intihar etmemeye karar vermesidir.’’der. Joker, tam da Camus’nun bu sözünün hikayeleştirilmiş hâlidir. Çünkü içinde bin bir zulüm ve kötülük barındıran bir dünyanın üzerine bir de akıl hastalığını ekleyerek düşündüğümüzde Arthur’un son anda kendini öldürmekten vazgeçmesi bile sisteme ve tüm zorbalara bir başkaldırıdır. Filmde sinema duayeni Charlie Chaplin’in bir başyapıt olan ”Modern Zamanlar” filminden de bir kesit görüyoruz. Chaplin’in yer aldığı bu sahne bile insanın içine düştüğü absürtlüğün ne kadar büyük ve iki yüzlüce olduğunu göstermeye yeter. Çünkü Modern Time filmini izleyenler Gotham’ın en zenginleridir ve oluşturdukları kapitalist sistemin çarkında ezilenleri kahkahalarla izlemektedirler bu yüzden de bu burjuvaların Joker filminde ölümü hakkedenler listesinde yerlerini almalarını asla yadırgamıyorsunuz. Tek amacı dünyaya neşe ve kahkaha getirmek olan dibe vurmuş bir palyaçoyu ellerine geçen her fırsatta ezenlerin tiksindiriciliğini; deliliğe ve şiddete övgüler dizmeden anlatabilen ender filmlerden biridir Joker. İnsanı delirtmeye, çıldırtmaya yetecek kadar raydan çıkmış bir dünyayı anlatan Joker’in hiç ama ‘’ hiç şakası yoktur. ‘’ Joker, cehenneme dönmüş bir dünyada hunharca ezilenlerin adaletsizce ve merhametsizce yok olup gitmesinde bizim suskunluğumuzun ve korkaklığımızın da payının olduğunu delicesine haykırır. Joker filmi hem bireysel hem toplumsal sorunları duygu sömürüsüne, ajitasyona kaçmadan alabildiğine gerçekçi, sanatsal ve vurucu bir şekilde anlatarak insanlığa unuttuğu masumiyeti, adaleti ve en önemlisi vicdanı yeniden hatırlatmaya çağıran lirik ve didaktik bir destandır.
Sonuç olarak Joker, bir “ucubenin” ihtişamlı zaferidir. Çoklarınca bir ucube muamelesi gören Arthur Fleck’in sistemin kuklalarının ve zorbaların maskesini düşürüp umutsuzlara ilham ve ayaklanma gücü veren bir lidere dönüşmesinin ve bundan dolayı da sinema tutkunlarının gönlünde taht kurmasının zaferidir Joker. Ayrıca Jaquin Phoenix’in Arthur Fleck-Joker performansıyla şimdiden sinema tarihine adını altın harflerle yazdırmayı başardığını ve oyunculuğuna verilecek hiçbir ödülün yeterli olmayacağını düşünüyorum.
Haydi, masumiyeti katledenlerin, yeryüzünün tüm ezilenlerini ucube olarak görenlerin, barbarların inadına Arthur Fleck ve Joker’in tüm danslarına biz de eşlik edelim. Belki o zaman daha da güzelleşir dünya !
‘’ Joker ’’ filminden bir replik :
Joker : ‘’ Komedi subjektiftir. Hepiniz, her şeyi bilen sistem neyin doğru neyin yanlış olduğuna karar veriyorsunuz.Aynı neyin komik olup olmadığına karar verdiğiniz gibi.’’