Kendi Yolumda

Filmdeki karakterlerin genel olarak iyi işlenmişliği ve doğallığı, başarılı ses, teknik ve kurgu ekibi, geriye dönüş sahneleri ve replikleriyle hafızalarımıza kazınışı, oyuncuların rollerinin hakkını verişi, aslında herkesin zaten kendi yolunda yürüyüşü, var olduğumuz haliyle hepimizin oldukça güzel oluşu ve arzuladığımız noktaya ulaşsak da ulaşamasak da devam etme mücadelemizin değerlilik arz edişi ve romantik bir son vaat etmemesine bağlı olarak bu kıymetli mücadelemizde bireyselliğimizin altının çizilişiyle bu film, izlemesi keyifli bir yolculuk olarak sinema salonlarında sizleri bekliyor.

OrtaKoltuk Puanı:

 

Kendi Yolunda

Athena grubunun solisti Gökhan Özoğuz’un başrolde olduğu ve yönetmen koltuğunda Ömer Faruk Sorak’ın oturduğu “Kendi Yolumda” isimli komedi-dram filminin çekimleri 2019 yılında tamamlandı. Ancak; pandemi ve muhtelif sebeplere bağlı olarak vizyonda görmemiz yaklaşık 3 seneyi buldu. Filme adını veren hepimizin yakından takip ettiği ve dinlemekten büyük keyif aldığı Athena grubunun 2011 yılında aynı adı taşıyan albümünde yayınlandığı “Ben Böyleyim” isimli şarkısından aşina olduğumuz “Kendi Yolumda” söz kalıbı, filmin coşkusuna henüz izlemeden dahil olmamızı sağlarken, filmin ruhuna dair bizlere iyi bir ipucu veriyor :

“Hayat benim, her anımı yaşadıkça sevesim var

Aldırmam hiç yağmurlara, benim güzel hatalarım var

Bir an bile vazgeçmedim, kendi yolumdan”

Tersinden Okunan Hikaye

Kendi Yolumda”, Gökhan ve Hakan Özoğuz’un Adana’da verdikleri konser dönüşü arabalarının arızalanması sonucu bir tamirhaneye gitmek durumunda kalırlar. Tamirhanede tanıştıkları tamircinin oğlu “Ömer Ali” kendi çapında amatörce müzik yapan bir gençtir. Çektiği müzik videosunu Gökhan ve Hakan’a dinletir. Ömer Ali, Gökhan Özoğuz’a “Ya sen de benimki gibi bir aileye, benim doğduğum gibi bir tamirhaneye doğsaydın, Athena Gökhan olabilir miydin?” sorusununu sorar. Gökhan, yorgunluk ve Ömer Alini’nin sorduğu soruyu düşünürken oturduğu koltukta uykuya dalar. Seyirci, kendini Ömer Ali’nin yerine koyan Gökhan’ın rüyasını izlemeye başlar. Gökhan artık Ömer Ali’dir…

Ömer Ali, Adana’da bir karavanda arkadaşı Kurtuluş (Ferit Aktuğ) ile yaşayan, uzun yıllar babasının tamirhanesinde çalıştıktan sonra kimliğini oluşturma kaygısı ile tamirhaneden ayrılarak müzik çalışmalarına ağırlık veren, bir müzik şirketi tarafından keşfedilmeyi beklerken diğer yandan yaptığı müziği tanıtmak için müzik camiasının kapılarını aşındıran, tuvaletin ekosundan ve süzgecin yalıtımından faydalanmak gibi güç koşullar altında müziğini yapmayı sürdüren, sıcak arkadaşlık ilişkileri bulunan, Adana Demirspor’un maçlarını sıkı bir şekilde takip eden ve Adana’nın şahsına münhasır insanlarının bulunduğu “suç ortamında” sıkışıp kalan bir birey olarak bizlere sunuluyor.

Ömer Ali’nin iyi bir şeylerin başına gelmesini umarak kendi yağında kavrulduğu bu yaşam dengesi, babası Şükrü Bey’in (Tamer Levent) tefeciden aldığı yüksek miktarda borç ile bir sarsıntıya uğruyor. Ömer Ali siyah ve uzun bir arabada “tehlike ve şiddet” temsili ile perdeye yansıyan mafyavari tefeci Abdullah’ın (Tucer Salman), babasının bu borcunu kendisinden tahsil etme talebi ile karşı karşıya kalıyor. Bu talep karşısında ne yapması gerektiğini kestiremeyen Ömer Ali ve hayatının her anını paylaştığı arkadaşı Kurtuluş ise çareyi kendilerine sözde yardım etme teklifinde bulunan fakat arka planda çıkarlarını gözeten tanıdıkları Bahattin’in (Okan Çabalar) teklifine hayır diyemiyor.

Sistemin Dönen Çarkları

Babasının borçlarının bekçiliğini yapmak durumunda kalan Ömer Ali’nin bir dönem Adana’da yaşamış fakat şimdi Amerikalı bir iş insanı haline dönüşen Jason ile eski bir arkadaşlık ilişkisinin bulunması, Amerika’nın İncirlik’ten çekilmesi yönündeki dedikodular neticesinde bu bölgeye dair güvenilir bir kaynaktan bilgi sızdırmak isteyen Bahattin’i Ömer Ali ile işbirliği yapmaya itiyor. Bahattin (Okan Çabalar), Adana’da hırsızlarla ortaklık halinde olan araç kiralama gibi firmalara sigorta hizmeti sunan bir şirketin iyi giyimli ve düzgün bir imaj yaratmaya çalışan sahibi.

Hırsızlar-Araç Kiralama-Sigorta Şirketi üçgeninde yaşanan ve zaman zaman tefeci Abdullah’ın da aralarında var olduğu bu yolsuz düzende herkes ikincil kazançlarının peşinde. Toplum içerisinde sistemler oluşturan, dönüştüren ve mağdur vatandaş Ömer Ali gibilerin üzerinden devamlılıklarını sağlayan bu yapılar, şimdilerin modern dünyasında dev emperyalist kimliklerin yerel ve butik şubeleri olarak düşünülebilir. Filmin aksiyonel tarafı, antagonist sistemin devamlılığını sağlama çabasını dayatması, protagonist Ömer Ali’nin ise bu çabayı yıkmaya çalışması üzerinden ilerliyor.

Metropollü Bir Yabancı Olarak Zeynep’in Hikayeye Dokunuşu

Sigorta şirketlerinin denetlemecisi olarak görev yapan ve Bahattin’in sigorta şirketini denetlemek için görevi icabı yolu İstanbul’dan Adana’ya düşen Zeynep (Gökçe Bahadır), profesyonel duruşu ile bildiği yöntemler üzerinden Adana’daki işlerini halletmeye çalışsa da, kısa süre içerisinde mevcut duruşunun Adana içerisinde fayda getirmediğini fark ediyor ve tesadüfi bir şekilde yolları Ömer Ali ile kesişiyor. Bu kesişmeden sonra, Ömer Ali ile birlikte hareket eden ve Ömer Ali’nin korumacılığından etkilenen Zeynep, Ömer Ali’nin sayesinde yalnızca türlü olumsuzluklardan kurtulmakla kalmıyor ve ondan “nasıl yaşaması” gerektiğine dair de bazı yönlendirmeler alıyor.

Ömer Ali ile romantik bir ilişki içerisine giren metropollü Zeynep her ne kadar kendini tanımanın ve kendisini yaşamasının bazı bedelleri ile karşılaşsa da, sonrasında “kendi yolunda” olmasının getirdiği hazzın tadına varıyor, fakat Zeynep karakterini canlandıran Gökçe Bahadır’ın güçlü oyunculuk yeteneği baz alındığında karakterinin getirdiği birtakım sınırlılıklara boyun eğdiği ve hikayesinde boşlukların oluştuğu anlaşılıyor.

Babadan Oğula Tahtının Bozuluşu

Filmde, Ömer Ali’nin babası Şükrü Beyin ikinci bir ilişkiye sahip olduğunu öğrenirken baba ve oğulun birbirlerine karşı açık bir iletişim tarzı benimsemediklerini, aralarında duygusal bir kopukluğun meydana geldiğini, geleneksel bir baba figürü olarak işlev görev ve güven alanı olan “tamirhanesinden” ayrılmayan Şükrü Bey’in oğlunu kendi yolundan gitmesi için zorlayıcı bir yaklaşım sergilediğini, yalnızca “Ömer” diye hitap etmesinden ve müziğe olan ilgisini onaylamayışından da çıkarımda bulunabileceğimiz üzere oğlu Ömer Ali’nin kimliğini kabul etmediğini ve bu pasif agresif reddedişin Ömer Ali’nin hayatındaki izlerini görürken; Şükrü Bey’in evlilik dışı ilişkisinden doğma down sendromlu oğlu Serkan’ın hayatlarına yıllar sonra tüm masumiyetiyle dahil oluşu Şükrü Bey’e Serkan’ı bir baba olarak evladını koşulsuz şartsız kabul etme imkanını deneyimlemesi için fırsat sunuyor ve Şükrü Bey’in oğlu Ömer Ali ile de olan ilişkisini sorgulamasını sağlıyor.

İçine girdiği bu muhakeme sonucunda, oğlu Ömer Ali’yi yıllar boyunca kendi tahtına oturtmaya çalıştığını ve Ömer Ali’nin kendisinden ayrı bir benliği bulunduğunu kavrayan Şükrü Bey’in, filmin sonlarına doğru Ömer Ali’yi ilgi alanları ve yeteneği doğrultusunda desteklemesine ve duygularını açık bir biçimde dile getirmesine şahit oluyoruz.

Bireysel mi / Toplumsal mı?

Birçok açıdan ele alındığında filmin politik vurgular barındırdığını söylemek mümkün. Film, Ömer Ali’nin başından geçen olaylar bütününün, bireysel sorunlardan ziyade toplumsal bir tarafa yorulabileceğini anlatıyor bizlere. Kahramanının karşısına çıkan bu engel ve çatışmalar, Ömer Ali ve Zeynep’in kıvrak zekalarının ve kusursuz planlarının bir ürünü olarak çarkın dişlerinin sistemin kendisine dönmesiyle bir çözülmeye uğruyor. Aksiyonlarla beslenen bu hikaye, her ne kadar ortalarından itibaren bir yavaşlamaya girse de, seyircinin sadakatine sahip çıkmayı başarıyor ve durgunluğun getirdiği endişe hali çözülme ile birlikte seyirciyi yeniden filme bağlıyor.

Süreç içerisinde tanık olduğumuz “Adalet sisteminin olmadığı toplumlarda, herkes kendi adaletini yaratmak zorundadır” şeklindeki diyaloglar, Amerika’ya yapılan göndermeler ve Adana Demirspor maçının gerçekleştiği stadyumdaki taraftarlara Ömer Ali’nin müziğinin dinletildiği son sahnede Deniz Gezmiş’in resminin yer alması bu savı güçlendirir nitelikte. Bu kapsamda, filmin komedi ve dram filminden ziyade, politik ve harekete geçirici film türlerine de sinyal verdiğinden bahsedilebilir.

Beraberinde, filmin öğretiler üzerinden hareket etmesi ve ders verme amacı taşıması, daha önce vizyonda gördüğümüz pek çok film ile kıyaslandığında pek de ezber bozmayan yanlarından sayılabilir. Filmin vermeyi hedeflediği bu öğretileri, neredeyse şapkasından çıkarmaya hazır halde bekleyerek doğrudanlık yöntemi ile vermesi ve “Hayat kısa, kuşlar uçuyor”, “Kendim olurdum” gibi, herkes tarafından halihazırda hakim olunduğu için bu öğretilerin yeterince karmaşık olmaması filme dair beğeni düzeyini bir nebze azaltıyor. Ebeveynlere yönelik çocuklarının yeteneklerini göz ardı etmemeleriyle ilgili verilen öğütler de yine bu halihazırdalık durumundan payını alıyor.

Sonuç olarak tüm söylediklerimizden yola çıkmak gerekirse, filmdeki karakterlerin genel olarak iyi işlenmişliği ve doğallığı, başarılı ses, teknik ve kurgu ekibi, geriye dönüş sahneleri ve replikleriyle hafızalarımıza kazınışı, oyuncuların rollerinin hakkını verişi, aslında herkesin zaten kendi yolunda yürüyüşü, var olduğumuz haliyle hepimizin oldukça güzel oluşu ve arzuladığımız noktaya ulaşsak da ulaşamasak da devam etme mücadelemizin değerlilik arz edişi ve romantik bir son vaat etmemesine bağlı olarak bu kıymetli mücadelemizde bireyselliğimizin altının çizilişiyle bu film izlemesi keyifli bir yolculuk olarak vizyondaki yerini ediniyor. Hepinize şimdiden iyi seyirler..

Yönetmen : Ömer Faruk Sorak

Senaryo : Ali Kobanbay

Görüntü Yönetmeni : Oktay Başpınar

Kurgu : Zuhal Güller, Çağrı Türkkan

Müzik : Athena

Oyuncular :  Gökhan Özoğuz, Gökçe Bahadır, Erkan Can, Okan Çabalar, Tamer Levent, Ferit Aktuğ, Suzan Aksoy, Tuncer Salman, Muhammed Cangören, Özkan Ayalp, Çağatay Aras, Hakan Özoğuz

Türkiye / Komedi-Müzik-Dram / 90 Dk.

2 YORUMLAR

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz