HANGİ ON BEŞLİ?

Bizim bildiğimiz on beşliler, adına türküler yaktığımız… Aslında onu da pek anlayamadığımız, türküler.

Çünkü yıllarca düğünlerde göbek atıldı.

Bir şeyi yaşamak için önce o “değer”in ne olduğunu ve kıymetini bilmek gerek.

GİDENİN GELEMEDİĞİ YÂD ELLERDEN KEKİK KOKULU MENDİLLER..

Filmi beklerken oldukça heyecanlıydım. Açıkçası son zamanlarda her şey gibi tarihimizin de devşirilmeye yüz tuttuğu, yosun bağlamış zamanlar… Yine de niyetimi bozmadım. Çünkü emek var, ortada.

Sahneler ilerledi. İlerledi… İlerledikçe, nefesim kesildi. Yalnız değildim, elbet. Sonra büyük bir hayal kırıklığı… Tarifi boş, kocaman bir hayal kırıklığının sebebi, böylesi derin bir yerde saklı. Ruhumuzun en özel katmanlarında tuttuğumuz ecdadımız, bu kadar hafife alınmamalı. Hele hele 100. Yılında.

MENDİLİM KEKİK KOKMUYOR..

Çanakkale topraklarına ya da yakın adalarımız, Gökçeada ve Bozcaada’nın tepelerine doğru çıkarken etraf alabildiğine kekik kokar. Kekik, oldukça faydalıdır. Uzun bir dönem Bozcaada da kaldığımda, kekik suyu içerdim, sabahları. İnsanı sakinleştirir, rahatlatır. Eceabat iskelesinden transfer yaparken altımızda ki denizin neleri içinde sakladığını hatırlarım, her seferinde ve yüreğim, nefesim yetmez. Utanırım geçerken, sanki hakkım yokmuş gibi.

Çünkü sıradan bile olsam ki değil.

Ben bir Gazi torunuyum.

Büyükbabamın babası, Kurtuluş Savaşında Yemen’den memleketi Karamürsel’e yürüyerek gelmiş. Öyle ki geldiğinde saç-sakal birbirine karışmış. Doğan yeni yavrusu onu tanımamış. Ne de eşi. Sonra Yunan, yakıp yıkarken. Taş taş üstünde bırakmazken.

Oradan bilirim…

At pislikleri arasından buldukları “darı” ile gün(ler) geçirdiklerini.

İnterneti zorlamaya gerek yok. Çanakkale Deniz Savaşlarında Mehmetçiklerimiz eğer bir lokma yemek bulabildilerse, kendilerini şanslı hissetmiş ve şükretmiştir. (Son kertede yapılan karşılıklı yardımların çoğu, Türk askerine aittir.)

Esir düştüklerinde, İngiliz tabyası hali hazırda hemşireleri ile yardım etmemiştir!

Evet, Mendilim Kekik Kokuyor filminde gönüllü köylerinden yola çıkar ama bir atlı asker köye gelir ve şöyle söyler “çavuşu bulun ve sabah yola çıkın”. Çavuş, onların köylüsüdür. Çocukların… Çocuklarımızın…

İçlerinde yüzünde botoks olan bir Anadolu kadını, Çavuşun çok konuşan eşidir. Cebbardır. Filmin ilerleyen sahnelerinde Çavuş, onbeşlilere der : “Yani şimdi o konuşsa, tüm İngiliz donanması, kaçar gider!”

Efendim, İngiliz donanması onun çırakları Yunanlısı da; Kara Fatmalar… Gördesli Makbuleler, Nene Hatunlar ile hem de savaşarak kazanmıştır. Konuşarak, değil!

Üstünde ki battaniyeyi, yavrusuna değil askeri teçhizat ve malzemenin üzerine örtüp donarak, kazanmış, kadınlarımızdır onlar…

Film burada kopmaya başlıyor zaten. Sonra o gönüllü on beşliler, çavuşlarını başlarında hiç kimse olmadan bulurlar! İki soluk almazlar. Epey bir sohbet ederler.

Öyle bir sohbet ki zannedersiniz Çanakkale’de turistik seyahate çıkmışlar. Ve olanlar olur. İngilizlere, ilk günlerinde esir oluverirler.

Bu arada Mendilim Kekik Kokuyor, filmi. Bir zamanlar, eskiden mendillerin üstü işlemeliydi. Hatta Anadolu kadınlarımızın hemen hemen çoğunda mendil dışında örtülerini bildiğiniz tel ile işlerlerdi. Parmakları kanardı. İşte o mendile kekik işlenir. İlk başta bahsettiğimiz gibi kekik, Çanakkale’nin sembollerinden biridir. Ve iki amcaoğlunun yüreği aynı kıza düşer. Mendili, biri kapar. Mendil, askerler esir düşünce İngiliz hemşirenin çantasına girer. Hemşirenin babası Anadolu da öğretmenlik yapan bir İngiliz’dir. İngiliz Karargâh Komutanı, Türkçe bilmez ama herkes film içerisinde hiçbir alt yazı olmadan, Türkçe konuşur. Ta ki Karargâh Komutanının, esir düşen Türk askerlerinin eşyaları arasında bulunan ve bir İstanbul’lu askere ait olan mektubu, Hemşireyi çağırıp Osmanlıca mektubu tercüme etmesine kadar bir başka farklı dil yoktur.

Türkler, İngilizlere laf atar. İngilizler Türklere. Anlaşır giderler…

Bu arada cepheye giden kadar Osmanlı zamanında okuma yazma oranının çok çok düşük olduğunu hatırlatmak isterim.

Hatta çitlerden uzanıp ara sınır telden eşyalarını alabilirler. Sonra Türk askerleri çantalarından çıkan ki Çavuş daha önce yolda bulmuştur, gönüllü on beşlileri malum valiz yok. Biraz, yemek yani azık.

Birden Hacivat ve Karagöz çıkar! Ve Türkler perdeli perdesiz, Hacivat Karagöz oynatır. Öyle ki cepheyi bile bu taktik ile İngilizlerden kurtarırlar.

Eğer gönüllü giden on beşlilerin yanında bu Hacivat ve Karagöz geldi ise durum daha da vahim.

Allah aşkına; Kurtuluş Savaşında kendini dinlemeye bile vakti yokken, bu nasıl bir anlatımdır?

Film içerisinde İngiliz Cephesinde olayı çizen bir ressam yer alır. Son karede Türkler, çıkarma yaptığı sırada, ressam adam son resmi ile yere düşer. Bakarız ki; çizdiği bir güvercin resmidir ve askerimiz bu resme basar! En son kekik işlemeli mendil, düşer. Onun üstüne de Paşa çizmesi basar!

Buradan yorumu buyurun siz çıkarın.

Hele bir sahne var ki.

Türk askerlerine, baskı yapıyor İngilizler. Türkler, çitlerin arkasından bağırıyor:

“Ya Allah Bismillah! Allahu Ekber!”

Birden Yenikapı mitingi mi diye düşündüm açıkçası.

Üzerinden Yüzyıl geçen ve en kanlı deniz ile kara savaşlarına, şahitlik yapan topraklarımızda ki her karışta “ Allah Allah” nidaları yükselir. Besmele ile süngüyü çeker. Canını siper eder. Öleceğini bilir, çünkü Başkumandan “Ben size ölmeyi emrediyorum” demiştir. Hiçbir şeyleri yoktur. Çanakkale Şehitlerinin. Şehitlerimizin… O yüzden bir komposizyon yarışmasında birincilik kazanmış. Belki yüreği anlatmak istediklerini iyi anlatamamıştır ama bunun için gerçek tarihi belgeler var. Ama jeneriğe baktım üç Profesör ve bir danışman…

Benim aklım buna ermedi.

Filmin çekimleri, Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü ve Türk Kızılay’ının destekleri ile Antalya ve Çanakkale’de gerçekleştirilmiş. İki yönetmen çalışmış. Üç milyona mal olmuş. Almanya, İskoçya, Rusya, Belçika ve Özbekistan’dan da oyuncular eşlik etmiş. Ayrıca Terminatör ve Gladyatör filmlerinde rol alan Mike Mitchell ve Özbek oyuncu Şahruh Tuyçibayev misafir oyuncu olarak destek vermiş.

İçerik dolmuş mu dan çok olmuş mu? sormamız gereken asıl soru.

Benim aklım, bir zamanlar üretilen Çanakkale Şehitleri tepesinde, ruhlar dolaşıyor yok evliyalar yön gösterdi, hurafelerinden değil. Kanla ve cesaretle gösterilmiş. Şanlı bir zaferin, güneşi var…

Ve O güneş, hep aynı yerden doğmakta.

Sana mimmetimiz ve sonsuz şükranımız hiç bitmeyecektir, aziz şehitlerimiz…

Yönetmen : Hüseyin Özden, Hakan Kurşun

Senaryo : A. Kadir Bozkurt

Görüntü Yönetmeni : İbrahim Çaltılı, Erol Zurnacı

Müzik : Mustafa Biber

Oyuncular : Wilma Elles, Mehmet Çevik, Başar Alemdar, Azer Selte, Tarık Bayrak, Hakan Devrim, Şaban Türkekul, Gürkan Çolaker, Çetin Büyükakın, Hakan Bozyiğit, Buğse Bilgen, Zehra Ece Aral, Devrim Yakut, Alper Kut, Mike Mitchell, Radife Baltacıoğlu, Selim Gürata, Oktay Dal, Meltem Evcioğlu, Murat Karahüseyinoğlu, İsmail Şenel, Özge Öztürk, Selim Türkışık, Abdullah Sürekli 

Türkiye / Dram-Savaş / 106 Dk.

OrtaKoltuk Puanı:

4 YORUMLAR

  1. Vietnam da ne oldu ne bitti esasında kimse bilmez ancak; Hollywood her 3 ayda yeni bir film ile besler büyütür. Her hikaye birbirinden farklı ince ince işlenir, kimsede çıkıp bu var mı, yaşanmış mı diye sormaz. Bu durum tabii olarak karşılanır, öyledir de; çünkü sinemanın görevi tarihi gerçeklikleri yansıtmak değildir. Şu halde film eleştirisi yaparken tarihi tarihçilere bırakarak hikayenin akıcılığı ve etkileyiciliği epik değil lirik sınırlar dahilinde değerlendirilmelidir.
    “Mendilim Kekik Kokuyor” onlarca harp içerisinde duygusal devrimler yaşamış toplumumuzun sinemasının romantik komediler içerisine hapsolmasına isyan olarak kaleme alınmış, dünya sinemasına “Biz de buradayız!” diye haykıran LİRİK bir film olma niteliği taşımakta. “Savaşın dili, dini, ırkı olmaz; ölen insandır; vicdanlar biraraya geldiğinde savaşın üzerine çıkar.” düşüncesi temelinde 107 dk bas bas bağıran filmde; çizmeye milliyet biçmeye çalışanlar artniyetlidir. 6 Mart’ta vizyona giren film için gala davetlisi olmadan 5 Mart’ta bu eleştri yazısının yazılmış olması, filmin ne kadar doğru yolda olduğunun göstergesidir. Kuyruğuna basılanlar düşünceden uzak tek apartman içerisinde belaltı komedilere sayfalar dolusu methiye düzen kalemşörlerdir. Mesaj, görseller, ve kurgu olarak “izleyen” herkesin takdirini toplayan fil, “izlemeyen”lerin ve izleyip anlayabilecek yetide olmayanların zoruna gitmeye devam edecektir.

  2. Emre Bey’in, “gazeteciye ayar veren” sözlerinden, eleştiri konusu film ekibinden olduğu anlaşılıyor.
    Kanaatimce, öncelikle zamanlamaya dair eleştirisine değinmem gerekir. Sinema yazarları, filmi vizyon tarihinden önce ve basın gösteriminde izler. Yani eleştirinin vizyon tarihinden önce girmesi istisna değil, rutindir.
    ABD yapımı fimlerde, gerçekleğin ne denli dışına çıkıldığını belirtip, kurgu da yaparım, kimse eleştiremez demeye getirmiş. Doğrudur, kurguda içeriğin gerçeklikle bağına değil, öykünün kendi içindeki tutarlılığına bakılır. Ama, tarihi film diye, başlayıp, gerçekleri eğip, büküp, “Ben sinemada sınırsız özgürüm, her şeyi yaparım” diyemezsiniz. Söz gelimi, Elveda Vatanım filminde, Ahmet Ümit’i öveceğim diye, Vatan Şairi Nazım’a hayal gücünde, şebeklik yaptıran, senaris de, yönetmen de, arkadaki sponsor da halt etmiştir. İşin siyasi rengi olmasa, bu adamlara daha ağır da konuşulurdu, tepki olarak sadece film izenmedi.
    Emre Bey, bir film yapıp, kamunun alkışlarına talip olanlar, eleştirileri de aynı olgunlukla karşılamalıdır. Eleştiriye katılır ya da katılmazsınız. Hatta karşı tezini de yazabilirsiniz. Ama, nasıl yazılacağını da söyleyemezsiniz.
    Siyasilerin, medyayı yönetme arzusunun olduğu bu dönemde, sizin de sinema yazarlarını yönetme çabanızı talihsiz buluyorum.
    İsterseniz şöyle yapalım, sinema yazarlarının neyi yazıp, neyi yazamayacağını siz belirleyin, yazarlar da emirlerinize uysun.
    Dr. Tolga Özruh
    İletişimci
    togoruh@yahoo.com

  3. Tolga Bey;
    “YDS botlar kullanılmış o dönemde çarık vardı” deseydi yazar, alkışlardık yorumu için. Diyenler oldu, haklılardı. Ancak film boyunca anlatılmaya çalışılan mesajların aksine “Türk askerine barışı çiğnetmişsiniz” safsatasına cevap vermek durumundayız. Kimseye emir vermek gibi bir durumumuz yok, eleştrinin ağırlığı ve haksızlığı karşısında buradayız dedik sadece. Duymuşsunuz siz de belli ki; şimdi büyük eleştirmenler, iletişimciler olarak bloglarınızda romantik komedi alkışlamaya devam edebilirsiniz.

  4. Dedemin babası da Çanakkale’den sağ dönenlerdendi. Onun da anıları vardı. Ve zannettiğiniz veya ezberlediğiniz gibi sadece savaşmaktan ibaret değildi. Onlar da insandı ve düşünmeye de, hissetmeye de, gülmeye de, ağlamaya da ihtiyaçları vardı ve o kadar fazla anı biriktirdiler ki bu, onların insan olduklarının ispatıydı. Karşılarında tek düşman alçak İngilizler değildi, İngilizlerin mandasında onlar için savaşmaya mecbur kalan anzaklar da vardı. En kanlı savaş olduğu kadar, insani duyguların da her türlüsünün yaşandığı bir savaştı. Elbette kalkıp da dedemin anılarını burada uzun uzun yazacak değilim, herhalde kitap yapsak bile yazması yıllar sürer. Ama bence küçümseyen sizsiniz. İnsan hayatını fazla küçümsüyorsunuz. Mesela dedem giller Burdurda deprem olduğunda evleri yıkılanlara gidip evlerini onarmaları için izin verildiğinde köye dönüp sonra geri cepheye gitmişler. Filmde çocukların turist gibi rahatça cepheye geldiklerini eleştiriyorsunuz hani, o halde muhtemelen buna da inanmayacaksınız. Hatta, nasıl vakit buldular, filan diyeceksiniz. Sırf Çanakkale’deki anıları sebebiyle müslüman olan Yeni Zelanda’ lıları bir araştırın, hiç de istisna değiller. İletişimleri olmasaydı nasıl olacaktı ? Hurafe dediğiniz şeyler konusuna girmiyorum bile. Bütün Türk Devletlerinin yükselme ve yıkım süreçlerine bakarsanız zaten anlarsınız. Kısacası eleştiri yaparken bodoslama gitmek yerine az daha gerçekçi olun.

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz