Seberg’in hayatı değil amacı…
Hollywood sineması son yıllarda tekrar dört elle sarıldığı ‘biyo-drama’ (biopic) türünde, yani müzik veya sinema dalında ciddi izler bırakmış sanatçıların hayatlarını konu alan yapımlarda genelde belli bir düzey tutturdu. Bu filmler kusursuz olmasalar da türlerinde öne çıkan yapımlar oldular…
‘Seberg’ filmi, Avrupa sinemasını şekillendirmiş ‘Yeni Dalga’ akımının en önemli filmlerinden birinde (‘Au bout du souffle’) başrolü paylaşmış ve özellikle Fransa’da çok ünlenen, ardından kariyerini Amerika-Avrupa arasında sürdürüp yine birçok önemli yapımda rol almış, kısa saç kesiminden elbiselerine kadar nerdeyse ‘ikonlaşmış’ bir oyuncuyu, bir ‘akımın’ adeta hayat bulmuş karşılığını bize tanıtıyor.
Yalnız film, bunu yaparken ‘Bohemian Rhapsody’, ‘Rocketman’ veya en son ‘Judy’ filminde olduğu gibi büyük bir sanatçının doğmasını, yavaş yavaş ‘yıldız’ mertebesine yükselmesini, yaşadığı inişler ve çıkışları ilk plana koymuyor, daha çok Amerikalı aktristin özel hayatından bir kesite ve sonrasında bütün hayatını etkileyecek politik duruşuna dikkat çekiyor. Başka bir deyişle ‘Seberg’ belki bu tür filmlerin ‘en kişisel’ ve ‘en politik’ olan örneklerinden biri…
Jean Seberg, Fransa’da oldukça tanınmış bir hale gelmiş, kendisinden yaşça büyük Fransız yönetmen kocasıyla ve çocuğuyla kariyerini Los Angeles’da sürdürmeye karar vermiş genç bir Amerikalı oyuncudur. 1960’lı yılların sonunda, Amerika’ya yolculuklarından birinde, o dönemin en önemli aktivisti ve ‘Black Panthers’ın kurucusu Hakim Jamal ile tanışır. Amerika’da o dönem yükselişte olan bu ‘sivil haklar hareketine’ çok açık ve net bir şekilde hem maddi hem de duygusal olarak destek veren Seberg giderek bu hareketin ayrılmaz bir parçası olur ve bu durum hem çalkantılı özel hayatını etkiler hem de o dönem ‘Kara Panterler’ hareketini yakından izleyen FBI’nin hedeflerinden biri haline gelmesine yol açar…
‘Seberg’ filmi daha ilk görüntülerinden itibaren nasıl ‘iki taraflı’ bir bakış açısını sunacağını (yani İzleyenler ve izlenenler) ve ana karakterinin hangi özelliklerine eğileceğini hissettiriyor. Zaten ünlü bir oyuncu olduğu için ‘izlenilen’ Seberg giderek daha baskıcı, özel hayatını didikleten, psikolojisini yıpratan bir ‘izlenmenin’ (FBI’nin) odağı haline geliyor ve politik olarak duruşundan vazgeçmese de hem düşüşte olan kariyeri hem de özel hayatı bu durumdan büyük yaralar alıyor.
Bütün bunlara rağmen yönetmen basit bir ‘Seberg draması’ yapmaktan ziyade başkarakterine katmanlı bir bakış açısı ile odaklanmamızı sağlıyor. Seberg’in ışıltılı Fransa kariyeri günlerini ve sonrasında çektiği film projelerini nadiren görüyoruz, oyuncunun kariyer sorgulanması veya yapmış olabildiği rol seçimi yanlışları hiç dile getirilmiyor ve başkarakterinin ailesiyle olan sekansları zaman zaman güçlü yüzleşmelere ulaşsa da asla filmdeki en önemli yanı, yani ‘politik’ yanı gölgelemiyor.
Hiçbir zorunluluğu olmadığı halde hem ‘kalpten’ hem de parasal olarak bu harekete destek veren Seberg giderek daha ciddi izlenme tacizine ve dinlenmeye maruz kalıyor ve bunu yapan FBI, bazen o zamanın art-niyetli ‘paparazzi’ yayınlarını kullanmaya kadar gidiyor. Bu durumun yarattığı genel paranoya ve Jamal’la olan ilişkisinden çocuk bekliyor olma ihtimali zaten hassas bir dönem geçiren oyuncuyu iyice dibe çekiyor ve belki de çok genç bir yaşta (40 yaşında) aramızdan ayrılmasının sebeplerini başlatan süreçlerden biri oluyor. Kim bilir?
Ancak burada yönetmenin nerdeyse Seberg’in hayat kesitlerinin görüntülerine paralel olarak onu izleyen FBI ajanlarını sadece art niyetli, kötülük yapmaya seven, özel hayatları olmayan, hepsi aynı kafa yapısında olan insanlar gibi göstermemesi de dikkat çekici… Bu tutumun bir ‘müdahaleyi’ hafifletmek veya maruz göstermekten ziyade hikayenin insani yönünü ve tarihsel koşullarıyla olan bağlantılarını güçlendirmek için kullanıldığını düşünüyoruz.
Film aynı zamanda Seberg’in içinde olduğu ‘Kara panterler’ hareketine detaylı bir bakış atıyor: İlk görünüşte fanatik, militan ve katı bir görünüme sahip olsa da aslında bu hareketin nasıl bir eğitime, organizasyona ve doktrine sahip olduğu hakkında çok derin ve detaylı olmasa da bilgi sahibi olabiliyoruz.
Filmin en dikkat çeken noktalarından birisi hem fiziğiyle hem de oyunuyla Seberg’i tekrar ‘yaşatan’ Kristen Stewart’ın kusursuz performansı… Final bölümündeki bazı uzunlukları da yine oyuncunun gücü örtüyor.
Dediğimiz gibi sinemada devrim yaratmış bir akımın ‘başrollerinden birini’ oynamış ve ‘ikon’ olmuş bir oyuncuyu, çok değişik ve içeriden bir bakışla tanımak ve hatırlamak için iyi bir fırsat…
Yönetmen : Benedict Andrews
Senaryo : Joe Shrapnel, Anna Waterhouse
Görüntü Yönetmeni : Rachel Morrison
Oyuncular : Kristen Stewart, Anthony Mackie, Jack O’Connell, Zazie Beetz, Vince Vaughn, Jade Pettyjohn, Colm Meaney, Margaret Qualley
ABD / Biyografi-Gerilim-Dram / 102 Dk.
Sizinkadar sinema bilgim yok ama, Seberg’in ikon olduğunu hiç duymadım “ikon’ olmuş bir oyuncuyu, ” demişsiniz de,