Merhamet Hikayeleri / Kinds of Kindness
Son derece gerçekçi nezaket hikayeleri
“Kinds of Kindness”i iş dünyasının vahşi acımasızlığından, insanların olası klonlanabilirliğine, inancın ulaşabileceği en inanılmaz boyutlara son derece gerçekçi bir film olarak algılamak mümkün. Lanthimos, yaratıcılığını, çılgın ve hınzır mizah duygusunu, aykırılığını hiç kaybetmeyen dahiyane bir iş yapmış.
Everybody’s looking for something :
Herkes bir şeylerin peşinde
Some of them want to use you
Kimi seni kullanmak ister
Some of them want to get used by you
Kimi senin tarafından kullanılmak ister
Some of them want to abuse you
Kimi seni istismar etmek ister
Some of them want to be abused Kimiyse istismar edilmek.
Sweet Dreams Eurytmics’in 1983 tarihli ünlü şarkısı
Filmle ilgili izlenimlerime geçmeden önce, günümüz Yunan Edebiyatında çok önemli yeri olan, 1977 Atina doğumlu roman, oyun ve senaryo yazarı Efthimis Filippou’dan kısaca söz etmek istiyorum. “The Favourite” ve “Pour Things” dışında tüm filmlerinin senaryo yazılımına katılmış olan Lanthimos, kariyerinin en önemli yapımları arasında yer alan “Kynodontas / Köpek Dişi”, “Alpeis / Alpler”, “The Lobster”, “The Killing of a Sacred Deer / Kutsal Geyiğin Ölümü” ve kısa filmi “Nimic”in senaryolarını Efthimis Filippou ile beraber yazmış,. “Kynodontas” ve “The Killing of a Sacred Deer”deki temalarına yakın duran son filmi “Kinds of Kindness”in senaryosunu da Filippou ile birlikte oluşturmuştur.
Bir de filmin Türkçe adıyla ilgili kısa not ekleyeyim. Son yıllarda film isimlerinin Türkçe karşılığı olarak özgün adlarının çevirisi başarıyla kullanılıyor. “Merhamet Hikâyeleri” adının ise filmin ne orijinal ismine ne de tematiğine uymadığı kanısındayım. “kindness”in sözlük karşılığı “nezaket” olduğuna göre, nezaketin bir kontrol aracına dönüştüğü bir dünyada geçtiğinden Lanthimos’un hınzır bir ironiyle “Kinds of Kindness” olarak isimlendirdiği filmin Türkçe adının “Nezaket Türleri” olması gerekiyor. Bu sebeple yazımda filmin sadece özgün adını kullanacağım.
Kurgusal olarak film, her bölümde aynı oyuncuların farklı kişileri canlandırdığı bağımsız, bölüm başlıkları ve final jenerikleriyle birbirinden tamamen ayrılmış üç hikâyeden oluşuyor. Aralarında hiçbir ilişki olmasa da her öykünün teması kontrol. Girişteki “Sweet Dreams” şarkısının da belirttiği gibi, her bölümü ya birilerini kontrol edip son raddeye kadar sömüren istismar eden, ya da onlar tarafından sömürülen karakterlerin hikâyesi. Tematik bağlantıyı adı her bölümün başında geçen, her öyküde de şöyle bir görünen gerçek bir karakter bile olmayan R.M.F. adlı kişi oluşturuyor.
“R.M.F.’ in Ölümü” adlı ilk bölüm, kiminle evleneceği, ne zaman seks yapacağı, çocuk sahibi olup olamayacağı, kilosu, evinde ya da ofisinde ne yiyip içeceği, ne giyeceği, hangi kitabı okuyacağı, velhasıl tüm yaşamı saniyesi saniyesine sevgiyi kayıtsız şartsız itaatle eş tutan patronu Raymond’un (Willem Dafoe) kontrolü altındaki Robert’in (Jesse Plemons) öyküsüdür. Dominant / Submissive (Egemen / Boyun Eğen) ilişkisinin bu traji komik parodisinde Robert, patronunun oynamasını istediği ölümcül oyunu reddettiğinde Raymond’un benzersiz nezaketi, sımsıcak gülümsemeleri, pahalı hediyeleri yok olur Robert’i işinden ve yaşamından çıkarıp atar. Raymond anında yeni bir köle çalışan (Emma Stone) edinirken, Robert yöneticisinden bağımsız kaldığında iyice tökezler. Denediği her çıkış yolu kendi beceriksizliği yüzünden tıkandığında da, çareyi patronunun akıl almaz emirlerini yerine getirmekte arar…
Filmin en karanlık öyküsü olan “R.M.F. Uçuyor”da bir polisi canlandıran Jesse Plemons, tutkuyla, derin bir sevgiyle bağlı olduğu karısı Liz (Emma Stone), iş arkadaşlarıyla birlikte denizde kaybolduğunda müthiş ümitsizliğe kapılır. Liz, mahsur kaldığı ıssız adadan mucize eseri kurtulup evine döndüğünde polis kocası Daniel, çok sevinse de, giderek onun gerçek karısı olmadığından, yapay bir ikizi olduğundan ya da farklı bir varlığa dönüştüğünden şüphelenmeye başlar. Nezaketi ve koşulsuz sevgisi giderek nefrete dönüşmeye başlarken, Liz gerçek olduğunu kanıtlamak için akıl almaz fedakârlıklar yapmaya hazırdır. İlk öyküde, esir çalışanın kayıtsız şartsız itaat etmesi onu özel ve değerli kılıyordu ama, bu ürkünç öyküde itaat artık yeterli değildir. Parmağını da kesse, ciğerini de deşse Liz, hayatı pahasına bile Daniel’i gerçek olduğuna ikna edemez… Antik Yunan Mitosların çeşitlemelerini “Kutsal Geyiğin Ölümü”nde yaptıkları gibi ustalıkla güncelleştirmeyi bilen Lanthimos / Filippou ikilisi bu öyküde de Prometheus’a selam çakarlar ve föykü bittiğinde çok mutlu görünse de Akbaba / Daniel’in sonsuza dek Prometheus / Liz’e işkence edeceğini duyumsatırlar.
Üçüncü ve en uzun bölüm “R.M.F. Sandviç Yiyor”da Willem Dafoe herkesten üstün ve arınmış olduğunu iddia eden tuhaf bir tarikatın lideri Omi’yi canlandırır. Annelik ve sevgililik rollerinden vazgeçerek kendini Omi’nin ve karısı Aka’nın (Hong Chau) kucağına bırakmış olan Emily (Emma Stone), belki farkında olmadan, belki de isteyerek ve kabullenerek zihinsel ve cinsel istismar görmektedir. Emily, tarikatın bir diğer üyesi Andrew (Jesse Plemons) ile birlikte, belirli bedensel ölçüleri olan, ölmüş bir tek yumurta ikizinin hayatta kalmış kız kardeşi bir meleksi varlığı, ölüleri diriltebilen bir mesihi aramaktadır..Bu arayışta Emily’nin yolu, geçmiş hayatı ve ailesiyle kesişir ve kocası, yaşamakta olduğu ve terk ettiği iki dünya arasında ikilem yaşayan Emily’yi uyutarak ona tecavüz eder.