Mutlu Lazzaro / Lazzaro felice
Alba Rohrwacher
Alice Rohrwacher’in üçüncü uzun metrajı “Lazzaro felice / mutlu Lazzaro” 1982 doğumlu İtalyan yazar-yönetmenin, Taviani’lere ve özellikle Ermanno Olmi’ye yakın duran stilinin, Yeni Gerçekçilik geleneği ile masalsı öğeleri çekici ve inandırıcı bir anlatımla harmanlamakta giderek daha da ustalaştığını gösteren bir çalışma.
125 dakikalık filmin ilk bir saati, İtalyan kırsalının ırak bir köşesindeki Inviolata mezrasında, “Tütün Kraliçesi” Markiz Alfonsina de Luna’nın acımasız boyunduruğu altında maraba olarak çalışan geniş bir köylü ailesinin yaşamına odaklanır. Dökülmekte olan bir binada yaşayan, tek bir ampulleri olan bu insancıklar, hiç bitmeyen borçlarını kapatabilmek için, gün boyunca zorlu şartlarla, patroniçenin tütün hasadında çalışmaktadırlar. “Toprak kirasını ürünle ödeyen çiftçilik” olarak tanımlayabileceğimiz “marabalık”, adı konmamış bir kölelik olduğu için günümüzde suç sayılarak yasaklanmış olduğundan, seyirci, ilk izlenimde öykünün XIX: yüzyıl sonu ya da XX. yüzyıl başında geçtiğini düşünür. Ancak Markiz bir süreliğine Inviolata’ya geldiğinde, annesiyle gelen oğlu Tancredi’nin züppece giysileri ve cep telefonu, olayın günümüzde geçtiğini, ırgatların para almadan fiilen köle gibi çalıştırılmaları bir yana, dış dünya ile iletişimlerinin de engellendiğini fark eder.
Rohrwacher, büyük bir içtenlik ve sevecenlikle yaklaştığı, eğitimsiz ve kolay aldatılabilir fakir çiftçi sınıfını, küçümsemeden, onurlu yönlerini ortaya çıkarıyor İtalya’nın bu insanları unutmasının utanç verici olduğunu söylüyor
Öykünü merkezindeki Lazzaro, dağarcığında “hayır” sözcüğü olmayan bir yeniyetmedir. Markiz nasıl köylüleri sömürmekteyse, onlar da kendilerinden biri olan Lazzaro’yu sömürmektedirler. Benzersiz bir iyi niyetle, herkese yardım etmeye her isteneni yapmaya hazır olan Lazzaro, “gücü gücüne yetene” düzeninin son halkasıdır. Markiz’in oğlu Tancredi, onunla arkadaşlık etmeye başladığında Lazzaro tabii ki ona “kardeşim” diyen genç adamın kulu kölesi olamaya hazırdır.
Alice Rohrwacher, pastoral natüralist ilk bölümü, Lazzaro’nun başına gelen beklenmedik çarpıcı bir olayla sonlandırır. (İzlenmenin tadını kaçırmamak için anlatamayacağım bu olayla ilgili tek söyleyebileceğim, kahramanımızın adaşı Lazarus’la bağlantılı olduğu)
Filmin ikinci yarısında Markiz’in kanunsuz davarnışı ortaya çıkmış, kadın hapse mahkûm olmuş, köylüler yakınlardaki bir kente yerleştirilmişlerdir. Aradan birkaç onyıl geçmiş, köyde çocuk olarak tanıdıklarımız büyümüş, genç bildiklerimiz yaşlanmıştır. Ancak Rohrwacher, izleyicisini bir kez daha şaşırtarak, olayı farklı bir zamansal boyuta aktarmıştır. Daha doğrusu, öyküyü gelecekte değil, yine şimdiki zamanda, kimi imkânsızın mümkün olduğu paralel bir evrende anlatmaya devam etmektedir. Mekân ve zaman değişmiş de olsa, bu kez kentin en alt tabakasında yaşam savaşı veren eski ırgatlar köle statüsünü aynen devam ettirmektedirler.
Cesur ve kendine güvenen bir tavırla, gerçekçi toplumsal eleştiriyi mistik, kimi zaman fantastik boyutla ustalıkla bağdaştıran Rohrwacher, ikinci bölümü, duygusallığa hiç taviz vermeden, kimi zaman da, hırsızla saf Lazzaro’nun karşılaşmasında ya da pastanede hazırlanan tepsinin akıbetinde olduğu gibi güçlü bir mizah duygusuyla aktarıyor.
Her iki bölümün sonunda bir kurdun Lazzaro’yu koklaması, yaşlanmış Antonia ile ilk karşılaşma, Lazzaro’nun huysuz ve kırıcı rahibelerden müziği çalıp götürmesi gibi gerçekten büyülü sinemasal anları da unutmamak lazım.
Oyunculuklar çok başarılı. Başta yönetmenin ablası Alba Rohrwacher ve Sergi López olmak üzere, dört dörtlük bir ekip performansı var. İçinin güzelliği yüzüne vurmuşçasına, Mutlu ettiği için mutlu olan Lazzaro’yu, içinin güzelliği yüzüne vurmuş bir “kutsal masum” olarak canlandıran Adriano Tardiolo müthiş. İlk kez bir filmde oynayan henüz 20 yaşındaki bu genç adam mutlaka geleceğin büyük oyuncuları arasında yer alacak
Yılın en güzel filmlerinden. Mutlaka izleyin derim.