Ölüm Günün Kutlu Olsun  /  Happy Death Day 2

Slasher movie’ye biraz çeşni katalım!

Özellikle 80’li yılların sonunda ve 90’lı yılların başında altın çağını yaşayan ‘slasher movie’ler, zaman geçtikte, gençlere ve onların ahlaki kurallarına dair olan eleştirel bakışlarının gücünü yitirdiler ve Amerika’daki ‘puriten’ (ahlakçı) toplumun endişelerini ifade etmeyi bırakıp, sadece korkutmak amaçlı yaratılan filmler haline dönüştü…

Bu sancılı zaman değişiminde yönetmenler artık, Wes Craven ve John Carpenter’ın zamanındaki toplum değerlerinin değişime uğradığının farkına vararak çektikleri gerilim filmlerinin biraz farklı olması için değişik yollar denediler: Bazıları eski filmlere sık sık göz kırptı, bazıları daha kanlı ve özel efektli remake’ler çekti, bazıları ise konuya ilginç sayılabilecek bir açılım katarak dikkat çekmeye çalıştı…

İki yıl önce çektiği ‘Ölüm günün kutlu olsun’dan sonra, devam filmi için tekrar yönetmen koltuğuna oturan Christopher Landon ilk filmin tamamen dışına çıkmayan, ana gücünü ilk filmde yakalamış olduğu fikirden alan ancak daha özgün olayım derken olaylardaki mantık akışını boşlayan ve (istemeden!) filmini giderek burlesk bir hale dönüştüren bir yapım oluşturmuş! Yönetmenin amacı kuşkusuz filmini göreceli olarak daha katmanlı hale getirmek ama bu çaba seyirci açısından daha büyük bir kafa karışıklığı ve ipin ucuna kaçırma olarak tezahür ediyor.

Birkaç yıl önce, nedensiz bir şekilde sürekli aynı günü yaşayan ve günün sonunda maskeli bir katil tarafından öldürülen (!) Tree, öldükten sonra tekrar yatağında uyanıp hayatının bu kesimini tekrar yaşamak zorundadır… Bir türlü kurtulamadığı zaman döngüsü asıl katilin kimliğinin açığa çıkmasıyla kırılmış gibidir ancak bu sefer aynı bela Tree’nin arkadaşı Ryan’nın başına gelmiştir… Üstelik bu kısır döngü bir süre sonra tekrar Tree’ye bulaşır. Ryan, yaptığı özel bir deneyle paralel bir evrenin kapısını açmıştır ve Tree artık sadece maskeli katilden kaçmak değil aynı zamanda da hangi evrendeki hayatı tercih ettiğine karar vermek zorunda kalacaktır…

Bugün aslında dündü!

Bir karakterin sürekli aynı günü yaşamak zorunda kalması ilginç olmasına rağmen sinemada hiç işlenmemiş bir konu değil. Benzer bir fikri daha önce ‘Groundhog Day’ (1993) filminde, ‘Elm Sokağında Kabus’ serisinin bir tanesinde ve şu aralar Netflix’de ekrana gelen ‘Russian Doll’ dizisinde gördük! Dolayısıyla bizce bir filmin başarısı, bu fikri bulmasıyla değil bu fikri nasıl kullandığıyla ölçülebilir…

Bu filme gelince, yönetmen bu fikrin bütün olanaklarını ilk filminde kullandığını düşünerek işi daha da ileriye götürüyor ve sadece bir zaman kısır döngüsünü yaratmak değil aynı zamanda değişik boyutlar ve o boyutlarda yaşanan olayları da göstermek gibi fazla iddialı bir işe girişiyor. Bizce çaba iyi niyetli olsa da uygulama ciddi olarak sınıfta kalıyor…

İlk olarak, bizce zorunlu olarak aynı günü yaşamak bir komedi filminde güzel işlense de, bunun bir gerilim filmiyle birleşmesi oldukça sorunlu gibi duruyor. Bir korku veya gerilim filminin asli görevinin seyirciyi diken üstünde tutmak olduğu düşünülürse, mizahi öğe filmin bir yanında kendini gösterebilir ama her bölümüne ve genel havasına sirayet etmemelidir… Bu tercih edildiğinde film mizah yüklü bir korku filminden korku yüklü bir ‘vaudvillesque’ yapıma dönüşür…

İşler iyice karışıyor!

Paralel bir evren yaratma fikrinin sadece okuldaki bir bilim deneyinden doğmasını ne kadar inanılmaz ve gerçek dışı olduğunu bir kenara koysak bile yönetmenin bu ekstra (kendine göre) parlak fikirden ne kadar faydalandığını daha doğrusu faydalanamadığını görmek üzüntü verici… Filmini basit bir ‘katil kim?’ entrikasına bağlamak istemeyen yönetmen umutsuzca hikayesine yeni bir boyut ve anlam katmak için uğraşıyor… Başkahraman Tree’nin katilinden kaçması ve sıkışmış olduğu zaman döngüsünü kırması konusu filmin merkezinden çekmeyen yönetmen yine onun normal hayatında ne kadar gösterişçi ve züppe olduğunun altını çiziyor… Bunu zaten ilk filmde gördüğümüz için elimizde kalan tek ilginç şey, Tree’nin bir başka evrende hangi değişikliklere uğradığını öğrenmek kalıyor… Eski hayatından biraz uzaklaşmış olan Tree’nin bu ikinci evrende tek artıları kaybettiği Annesinin ölmemiş olması ve ailesiyle kurduğu zayıflamış bağlarının daha güçlü hale gelmesi oluyor… Sadece bu ve Tree’nin sevgilisinin başka bir züppe kızla beraber olması filmin bu açılıma yer vermesini gerektirir miydi?… Son derece tartışmaya açık bir konu…

İşin daha da rahatsız edici yanı, filmin mizah yönünü oluşturması gereken yani Tree’nin günlük yaşamında yaşadığı değişiklikler, hiçbir insani yan taşımayan, düz ve adeta gençlik dizilerinden fırlamış sekanslar gibi duruyor. Başkarakterin sadece eski aşkına karşı bir özlem duyduğunu ve eski snop arkadaşlarını ne kadar itici bulduğunu anlıyoruz… Hepsi sadece bu kadar! Annesine karşı duyduğu sevgi ve özlem ise bazı gereksiz derece uzun duygulu sahnelerle filmde yerini buluyor…

Türüne yenilikler katmaya çalışırken giderek ayak sürüyen, mizah katmaya çalışırken groteskliğin sınırlarına dayanan ve senaryosunun giderek dallanıp budaklanmasından dolayı seyircinin kimin neyin peşinde olduğunu anlayamadığı bu gerilim filmi, yine zorlama bir final ve (güya!) beklenmedik bir katilin ortaya çıkmasıyla son buluyor… İyi bir amaçla çekilmiş ama ne yazık ki neresinden tutsanız elinizde kalınacak bu filmi ancak türün koşulsuz meraklılarına salık verebiliriz!…

Yönetmen : Christopher Landon

Oyuncular : Jessica Rothe, İsrael Broussard, Phi Vu, Suraj Sharma, Sarah Yarkin, Rachel Matthews, Steve Zissis, Ruby Modine….  Ülke : ABD

OrtaKoltuk Puanı:

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz