One Battle After Another / Savaş Üstüne Savaş
Hollywood Da Devrim Filmi Çekmesin Arkadaş!
One Battle After Another, büyük oyunculara ve devasa bir süreye rağmen seyirciye ne politik bir ağırlık ne de duygusal bir tatmin sunabiliyor. Üç saatlik bir kovalamacanın sonunda yalnızca hiçbir yere vaktinde varamayan bir babanın, kızı ile buluşmasını izliyoruz. Kısacası: Hollywood Da Devrim Filmi Çekmesin Arkadaş!
Altı boş karakterler, anlamsız kovalamacalar ve hiçbir işe yaramayan bir baba figürü… P. T. Anderson’un son filmi One Battle After Another, büyük iddialarla vizyona girdi ama devrim anlatmak isterken ne yazık ki hikâyesinin yönünü kaybediyor.
Paul Thomas Anderson, There Will Be Blood ve Magnolia gibi başyapıtlarla sinema tarihine kazınmış bir yönetmen. Bu nedenle beklenti yüksekti, üstelik Leonardo DiCaprio da başroldeydi. Fakat bu kez Anderson, sinemasal ustalığını senaryonun zayıflığıyla gölgeletmiş gibi görünüyor. Suç tamamen kendisine ait değil; asıl problem, öykünün ne anlatmak istediğini bir türlü bilememesinde yatıyor.
Devrim örgütlerini konu alan filmde, eylem sahneleri silahlardan çok kovalamacalar ve altı boş repliklerle dolu. Bombalar patlatıyor ama yalnızca dikkat dağıtmak için, silahlar var ama kimse kullanmıyor. Üstelik dövüş eğitimi almış rahibelerin bir grup asker tarafından tek hamlede esir alınması da seyircinin sabrını zorluyor. Filmin en büyük eksikliği, çatışmaların hiçbirini görmeyişimiz: Her şey “olmuş bitmiş” ve biz sadece sonrasına tanıklık ediyoruz.
O esnada sahnede ya derinliği olmayan bir “Albay Hans Landon” özentisinin erekte olmasını izliyoruz ya da başrol kızın, annesiyle ilgili bir gerçeği öğrenmesine şahit oluyoruz. Hatta bir sahnede genç kızın anahtarsız arabayı start-stop tuşuna defalarca basarak çalıştırmaya çalışmasını izliyoruz — içerisi kan gölüne dönmüşken. Anderson, izleyiciyi olayların merkezine değil, kenarına koyuyor.
Filmin mekânsal yapısı ve kovalama sekanslarıyla No Country for Old Men’e göz kırptığı açık; ama bu sadece bir taklit hissi yaratıyor. Coen kardeşlerin filminde göremediğimiz hesaplaşma zekice bir tercihken, burada sadece eksik bir senaryo gibi duruyor.
Devrim örgütlerinin “300 satırlık şifreli mesajlarla” haberleştiği sahnelerse absürt olmaktan öteye geçemiyor. Zamanında Engels okumalarını tamamlamakta zorluk çekmiş biri olarak 300 satırlık şifreli metin ezberleyip aklımda kalması mucize olurdu. Bob’un (Di Caprio) bu kodları unuttuğu için kendini zor durumda bırakması anlamsızlığı ortaya çıkarttığı için seyirciyi güldürüyor.
Filmin son bir saatinde hikayeye dahil edilen “Christmas Adventurers Club” ise anlatının temposunu tamamen bozuyor. Motivasyonu belirsiz yeni karakterler, hikâyeyi derinleştirmek yerine dağıtıyor. Üç saatlik filmde Bob’un geçmişine bu kadar az zaman ayrılması da izleyiciyi duygusal olarak yatırım yapmaktan alıkoyuyor.
Repliklerin çoğu öylesine yazılmış ki sinirlenmemek elde değil. Bob’un sevgilisi Perfidia’dan bir çocuğu oluyor; ancak filmin sonunda, aslında çocuğun Albay Hans özentisi karakterden olduğunu öğreniyoruz. Kadın doğum yapıyor, aradan zaman geçiyor; bir sahnede telefonda konuşurken Bob’un sürekli kızıyla ilgilenmesinden rahatsız olduğunu, ilgisiz kaldığını hatta kızına karşı kıskançlık duyduğunu ve bu durumdan dolayı pişman olduğunu anlatıyor. Sonraki sahnede ise evi terk ederken görüyoruz. Bob, kucağında çocuğuyla kapıda durup “Nereye gidiyorsun, saçmalama” diyor; kadınsa sabahtan beri yakındığı konular yerine gitmek için bambaşka bir bahane buluyor. “Ben özgür biriyim, beni annelik kalıplarına sığdıramazsın” diyerek çıkıp gidiyor. Dakikalarca bambaşka şeylerden şikâyet eden bir karakterin böyle bir çıkış yapması seyirciyi kızdırıyor.
Sonlara doğru Tim karakterinin motivasyonu tamamen kayboluyor; kimin kimi neden öldürmek istediğini anlamak seyircinin çabasına bırakılıyor. Anderson’ın devrim temasını, arada bir “Viva la Revolution!” diye bağıran milyoner figürlerle kurmaya çalışması ise ironinin bile sınırlarını zorluyor.
Film boyunca “Eskiden çok hata yaptık, şimdi bedelini ödüyoruz” diyen Bob’un, kızı Willa’nın da aynı hataları tekrarlamasına izin vermesi ve Willa’nın da sanki az önce ölümden dönmemiş gibi üç saat mesafedeki bir eyleme koşarak gitmesi senaryonun tematik boşluğunu tamamlıyor. Final sahnesiyle beraber devrim ateşinin asla sönmeyeceğine harika bir imada bulunuyor — yersen. İzleyicinin, sizden bir Ken Loach performansı beklemediği aşikar ama bu kadar kötüsünü beklemediğine de eminim.
Sonuç olarak One Battle After Another, büyük oyunculara ve devasa bir süreye rağmen seyirciye ne politik bir ağırlık ne de duygusal bir tatmin sunabiliyor. Üç saatlik bir kovalamacanın sonunda yalnızca hiçbir yere vaktinde varamayan bir babanın, kızı ile buluşması izliyoruz. Kısacası: Hollywood Da Devrim Filmi Çekmesin Arkadaş!
Misafir Yazar : TALAT ÜNDAR
Yönetmen / Senaryo : Paul Thomas Anderson
Görüntü Yönetmen, : Michael Bauman
Kurgu : Andy Jurgensen
Müzik : Jonny Greenwood
Oyuncular : Leonardo DiCaprio, Benicio Del Toro, Sean Penn, Teyana Taylor, Regina Hall, Chase İnfiniti, Alana Haim, Paul Grimstad, Wood Harris, April Grace, Jim Anderson
ABD / Aksiyon-Suç-Komedi-Dram / 170 Dk.