Ripley
Barok Sanatının Son Temsilcisi ‘Tom Ripley’
Dizi arka planında sıklıkla yer verdiği heykellerle, resimlerle ve İtalya’nın eşsiz mimarisiyle göz kamaştırıyor. Hikayesini cinayet işleyen ve dolandırıcılık yapan bir adamın üzerine inşa ederken; fonda çalan müziklerle ve sunduğu görsellerle sanatın kaynağından besleniyor. Siyah beyaz sinematografinin etkileyiciliğinden faydalanırken, sanatsal ve doğru seçilmiş kamera açıları da hikayeye yön veren detaylardan sayılabilir.
Fonda İtalyan Sanatı Nefes Alıp Veriyor
Steven Zaillian’ın yaratıcısı olduğu dizi 4 Nisan itibariyle Netflix kütüphanesinde yerini aldı. Başrolün Andrew Scott’a teslim edildiği Ripley’de ona eşlik eden diğer isimlerse şöyle sıralanıyor : Dakota Fanning, Johnny Flynn, Maurizio Lombardi. Dizi, Patricia Highsmith’in 1955’te yayımlanan, Türkçeye de Yetenekli Bay Ripley olarak çevrilen kitabından uyarlandı. Daha öncesinde başrollerinde Matt Damon, Jude Law ve Gwyneth Paltrow’un yer aldığı The Talented Mr. Ripley adıyla şimdilerde kült sayılabilecek bir sinema filmi olarak uyarlanmıştı; ancak Alain Delon’lu Kızgın Güneş’in varlığı da yadsınamaz.
Filmler ve dizi arasında mukayeseye girmeden, birbirinden farklı tarzda uyarlamalar olduklarını belirtelim. Toplamda 8 bölümden oluşan bir mini dizi olduğu için Ripley’de karakterlere ait çok daha fazla ayrıntı yer alıyor elbette. Yine de hikaye teması filmlerle uyum gösteriyor.
Dizi arka planında sıklıkla yer verdiği heykellerle, resimlerle ve İtalya’nın eşsiz mimarisiyle göz kamaştırıyor. Hikayesini cinayet işleyen ve dolandırıcılık yapan bir adamın üzerine inşa ederken; fonda çalan müziklerle ve sunduğu görsellerle sanatın kaynağından besleniyor. Siyah beyaz sinematografinin etkileyiciliğinden faydalanırken, sanatsal ve doğru seçilmiş kamera açıları da hikayeye yön veren detaylardan sayılabilir.
Yıl 1961… 60’lı yılların İtalya’sı… Dizi boyunca İtalya’yı siyah beyaz görüntülerle izlemek, hem nostalji hissi yaratırken hem de görüntü yönetimi açısından epey doyurucu bir etki sağlıyor. Tom Ripley karakterine yeni bir vizyon getiren Andrew Scott’ı izlemek zevk sınırlarını aşıyor. Cinayet işlediği anlara ve cinayetleri örtbas etmek için yaptıklarına anbean tanık olduğumuz sahneler oldukça detaylı işlenmiş. Sürenin uzunluğu seyircide ilgisizlik yaratabiliyor; ancak bu durum bir bakıma karakterin yalnızlığına atıfta bulunuyor.
New York’ta açılışını yapan dizi tüm etkinliğini İtalya’da sürdürüyor. Richard Greenleaf’in çok zengin bir adam olan babası, Ripley’i oğlunu eve dönmeye ikna etmesi için tutuyor. Ripley ,Richard’ı bulduktan sonra fikrini değiştiriyor ve Richard’ın yanından bir an bile ayrılmayan gölgesi gibi davranmaya başlıyor. Richard’a en yakın kişi konumuna gelerek, onun yaşadığı lüks hayata da ortak oluyor.
Michelangelo Merisi da Caravaggio Etkisi
Barok Sanatının ilk büyük temsilcisi olan Caravaggio, Ripley dizisinin bir karakteri sayılabilir. Anlatı boyunca, ana karakterin Caravaggio’yla arasında özel bir bağ kurduğuna tanıklık ediyoruz. Caravaggio’nun büyük bir ressam olmasının yanı sıra tanınmış bir katil olduğunu çoğu sanat takipçisi biliyordur. Tom Ripley’nin, Caravaggio’yla tanışması Roma’da gördüğü bir tabloyla başlıyor. Sonrasında işlediği cinayetler dolayısıyla kendisini onunla özdeşleştiriyor.
Özellikle David and Goliath (Davut ve Golyat) tablosunun, Ripley üzerinde en çok etkiyi bırakan Caravaggio tablosu olduğunu söylemek mümkün. Ripley’nin Caravaggio saplantısı, kendisini, Caravaggio’nun kendi zamanının soluk bir yansıması olarak görmesinden kaynaklanıyor. Caravaggio’nun hikayenin temelinde yer alması detayı, diziyi daha ayrıcalıklı bir taraftan izlememizi sağlıyor. Sanatın sofistike tavrını Ripley’nin pek çok sahnesinde özümsemek, diziye değerli bir alan açıyor.
Kuir Detaylar
Tom Ripley’nin, Richard Greenleaf’e olan hislerinin, diziyi kuir bir anlatıya dönüştürmesi gerekirken öyle olmuyor; çünkü hikayenin temeli Ripley’nin Richard’a olan hisleriyle inşa edilse de yola tam anlamıyla bu fikirle devam edilmiyor. Aslında Ripley karakteri eşcinsel bir erkekten ziyade aseksüel tavırlar sergiliyor; çünkü hayatına herhangi birinin girdiğine şahit olmuyoruz. Ne bir kadın ne bir erkek… Ripley’nin yalnızlık duvarlarını aşıp, onun karanlık dünyasında yer edinebilecek hiç kimsenin olmadığını görüyoruz. Tutkuyla bağlı olduğu hiçbir şey yok. Belki Caravaggio…
Richard’a olan yaklaşımı aşktan öte bir imrenme gibi düşünülebilir. Hatta bu imrenme Ripley için kendi kişiliğini yok sayıp Richard gibi davranmaya kadar gidiyor. Bu imrenme halini davranışları kopyalama, bir taklit izliyor. Richard’ın kıyafetlerini ve ayakkabılarını giyiyor, saatini ve yüzüğünü takıyor, onun gibi resim üzerine çalışmaya başlıyor. Richard Greenleaf’in ölümü aslında bir açıdan Tom Ripley’nin ölümü sayılabilir; çünkü Tom onun yerine geçerek kendisine yeni bir hayat kurmuyor; Richard’ın bıraktığı yerden devam ediyor.
Ripley oldukça komplike biri. Cinayet silahını gittiği yerlere taşıyıp, üstüne herkesin görebileceği bir yerde tutması, yaptıklarından bir şekilde keyif aldığı izlenimini veriyor. İşlediği cinayetleri hep mecburiyetten işlemiş olsa da, seri katil tavrıyla cinayet gecesinden bir parçayı yanında taşıması, ruhunun derinliklerinde yaptığından zevk aldığını düşünmemizi sağlıyor. Cinayetler dönüp dolaşıp onu suçlu konumuna düşürdüğü için onda gerginlik yaratsa da, karşısındaki kişiden bir adım önde olma hissini yüzünün aldığı şekillerden fark etmek mümkün. Yine de Ripley’nin gerçek bir insan olduğunu unutmayarak, yaşadığı suçluluk duygusunun kâbuslarına ya da düşüncelerine yansıdığını görebiliyoruz.
Her Katilin Geçmişinde Travmalar Var Mıdır?
Büyük ihtimalle her katilin geçmişinde travmalar vardır. Hayatını kimsesiz geçirmiş ve ötekileştirilmiş bir insanın eline fırsat geçtiğinde yapamayacağı şey yoktur. Tom Ripley de tam olarak bunu yapıyor. Fırsatı değerlendiriyor. Hikayenin anlatıldığı dönemin 60’lı yıllar olduğunu düşünürsek, delilleri yok etmenin daha kolay olduğuna, cinayetlerin kolaylıkla çözülemediğine ve katillerin daha kolay kaçabildiğine anlam verebiliyoruz. Çünkü Ripley; telefonun bile sınırlı sayıda olduğu, hala mektuplaşmanın hüküm sürdüğü bir zaman diliminden sesleniyor.
Yine de finalinde, Richard’ın tek bir fotoğrafına bakmayı akıl edemediği için tüm başarılı araştırmalarına rağmen katili asla yakalayamayan bir komisere sadece tebessüm etmekle yetiniyoruz.
Yönetmen / Senaryo : Steven Zaillian
Görüntü Yönetmeni : Robert Elswit
Kurgu : Joshua Raymond Lee, David O. Rogers, Adriaan Van Zyl
Müzik : Jeff Russo
Oyuncular : Andrew Scott, Dakota Fanning, Johnny Flynn, Pasquale Esposito, Maurizio Lombardi
ABD / Suç-Gerilim-Dram / 8 Bölüm 45 Dk.
Andrew Scott’u çok başarılı buldum. Bütün duyguları; kıskançlığı, aşağılık kompleksi, tedirginliğini belli etmeme hali bakışlarından ve yüzünden okunuyordu…
Komiserin Richar’dın fotoğrafına bakmayı düşünmemesi; özellikle Marge’e Ripley ile görüştüğünü açıklarken” Göster bakalım şu görüştüğün Ripley’in ya da sevgilinin fotoğrafını” demesini çok bekledim…
Sanırım eserin yaratıcıları da bu durumun izleyicide öfke yaratacağını bildikleri için son sahneye Richard’ın fotoğrafını ekledi.
Sinema tadında bir diziydi. Yorum da güzel olmuş…