Christopher Nolan zamanla oynanamaya devam ediyor
“Tenet”
Biz hemen her üyesi sinema tutkunu bir aileyiz. Yarım yüzyıllık hayat arkadaşım 50 yıldır izlemiş olduğum tüm filmlerde ve tiyatro oyunlarında bana eşlik etmiştir. Kızım ve damadım epey ilgili birer sinema seyircisidirler. Endüstri Mühendisliği eğitimi almış olan büyük torunum Eren hâlen babasıyla sinema sektöründe çalışmaktadır. 16 yaşındaki küçük torunum Sarp ise birkaç yıldır sinema ile sıkı bir izleyici ilişkisi kurmuş, sinemanın asıl yaratıcısının filmin yönetmeni olduğunu kendi başına keşfederek David Fincher ya da Christopher Nolan gibi favori yönetmenler de edinmiştir.
Bu kişisel girişin sebebi Sarp’ın birkaç gün önce beni arayıp, “Tenet” filmini yenilerde izlemiş olduğunu, hiç bırakamadan seyredecek kadar beğense de pek bir şey anlamadığını söyleyerek, benim konuyu biraz açmamı istemiş olması. Her ne kadar şu anda vizyonda hiçbir film olmasa da, “Tenet” hâlâ internet ortamında izlenmekte ve de tartışılmakta olduğu için, ona anlatacaklarımı tüm izleyicilerle paylaşmak istedim.
Neredeyse tüm filmografisinde zaman kavramıyla oynamayı seven Christopher Nolan, ilk uzun metrajı “Following” (1998) ile kronolojiyi tersyüz ederek olayların geçtiği zamanı, sadece başkarakterinin dış görünüşüyle aksettirmiş, “Memento”da (2000) zamanı tersine çevirmiş,“The Prestige”de (2006) el çabukluğuyla kotarılmış ikili üçlü çekimlerle kişilerle birlikte zamanı da kendi üzerine katlamış, “Inception” (2010) filminde gerçek zamanla farklı zamanları, farklı rüya katmanlarında iç içe geçirmiş, “Interstellar”da (2014) ise uzay-zamandaki kestirme yollar aracılığıyla farklı zamanlarda, farklı paralel evrenlerde dolaşmıştır. Göreceli olarak doğrusal bir anlatıma sahip olan “Dunkirk”de (2017), bile öyküsünü farklı tempolarda gelişen üç ayrı zaman diliminde aktarmıştır.
“Tenet” Nolan’ın zamanla ilgili öyküleri arasında kesinlikle en karmaşık ve en zor anlaşılanı. Öncelikle Christopher Nolan’ın kitlesel bir sinema yapsa da, asıl hedef kitlesinin, bir dereceye kadar sanatsal sinema anlayışına sahip belirli bir kültürel düzeyi olan seyirci olduğunu unutmamak gerek. Bu sebeple, bilimsellik açısından falso yapmaması için Nolan bu filmde de, “İnerstellar”da yapmış olduğu gibi Nobel ödüllü teorik fizikçi Kip Thorne’u danışman olarak kadrosuna almış.
“Tenet”, bir zaman yolculuğu öyküsü değil, gelecekten gelen ve entropiyi ters yüz eden bir buluşun günümüz dünyasını yok etme olasılığıyla ilgili bir hikâye.
Burada, filmin Türkçe altyazısındaki çevirinin olayı aydınlatmada yetersiz kaldığını söylemek zorundayım. Filmde bu tersine dönmüş entropi sebebiyle zamanın ters yönünde hareket eden maddeler için ters çevrilmiş ya da ters yüz olmuş anlamına yakın “inverted” terminolojisi kullanılırken bu sözcük çeviride “evriltilmiş” olarak geçiyor ki bu, izleyici için hiçbir anlam içermeyen bir kelime.
“Tenet”, firtına gibi bir açılış sahnesinde Kiev Operasında bir senfonik gösteri sırasındaki saldırıyla başlar. Saldırıyı durdurmaya durdurmaya çalışanlardan, filmin jeneriğinde adı sadece başkarakter olarak geçen CİA ajanı (John David Washington), esir alınır, işkence görür ve konuşmamak için siyanür hapıyla intihar eder. Aslında ölüme benzeyen sahte bir komaya girmiş olan ajan, ayıldığında, bir tür sadakat testi olarak görülen bu davranışı yüzünden çok gizli bir göreve atanır.
Burada bir parantez açıp artık “spoiler vermek” durumunda kalacağımı belirtmek isterim. Filmi henüz izlememiş olanların yazının gerisini seyrettikten sonra okumalarını öneririm.
Kahramanımız sapa bir yerde, tersyüz edilmiş nesne konseptiyle tanışır. Kendisine verilen boş bir tabancayla kurşun delikleri olan bir kayaya ateş etmesi söylendiğinde, her atışta deliklerin birinin kapandığını görür. Atışlar bittiğinde silahın şarjörüne bakması istendiğinde şarjörün kurşunla dolu olduğunu görür. Gelecekten gelen ve zamanı tersine çeviren bir teknolojiyle karşı karşıyadır. Kendisine “bunun nedenini anlamaya çalışmaması”, asıl görevinin bu teknolojiyi kullanarak bugünün dünyasının yok edilmesini engellemek olduğu söylenir. Esrarengiz ortaağı Neil (Robert Pattinson) ile tersyüz nesnelerin izini süren başkarakterimiz, önce Hintli silah tüccarı Priya (Dimple Kapadia) ile tanışır. Priya’nın işaret ettiği, yaklaşılması güç süper zengin Rus silah tüccarı Andrei Sator (Kenneth Branagh) ile iletişime girmek için de adamın kötü davrandığı karısı Kate’i (Elizabeth Debicki) kullanır.
Olaylar geliştikçe, sorunun tersine dönmüş entropiyi aştığı, asıl görevin, geleceğin dünyasının dünyayı çok kötü kullanılan, doğasını mahveden günümüz insanını bu teknoloji aracılığıyla yok etme çabasını önlemek gibi hayati bir önem kazandığı açığa çıkar.
Bu arada zamanda yolculuğun en önemli çelişkisi, “büyükbaba paradoksu” devreye girer. Bir insan zamanda geçmişe yolculuk yaparak büyükbabasını öldürürse, bu cinayet dolaylı olarak kendisinin de var olmayışına sebep olmayacak mıdır? Çözümü belli olmayan bu hipotetik çatışkının sonucu, ancak gelecekten gelen silahın patlamasından sonra belli olacaktır. Tabii ki patlama sonrasında gelecekte bu sonucu algılayacak bir gelecek kalmışsa.
Anlaşılan geleceğin bir bilim adamı, böyle bir felaketin mümkün olduğunu düşünerek gelecekten günümüze yerleştirilmiş bu silahın aktifleşmesini önlemeye çalışmıştır.
Silahı dokuz ayrı algoritmaya bölerek, her bir algoritmayı son derece gizli ve korunaklı mekânlarda saklayarak alınan önlemlere rağmen, terminal pankreas kanseri olan ve içinde yaşayamayacağı bir dünyayı keyifle yok etmeyi umut eden Sator’un desteğiyle bu algoritmaların sekiz tanesi bulunmuştur. Dokuzuncu algoritmayı ele geçirmek üzere olan Sator ile kahramanlarımız arasında tüm evrenin için yaşamsal önemi olan bir ölüm kalım yarışı başlar…
Burada filmin adının sadece başkaraktere verilen bir kod olmadığını, gelecekte türetilmiş olan ve hem düzden hem tersten aynı şeklide okunan ”tenet” sözcüğünün, filmin zamanda bir ileri bir geri gidişlerinin, hatta bazı bölümlerinde hem ileri hem geri gidişini simgeleyen bir “palindrom” olduğunun da altını çizeyim.
“Tenet” tüm filmlerinin senaryosunu yazan bir yönetmenin hayal bile edemeyeceği, koskoca bir Boeing uçağını bile tahrip etmekten çekinmeyen bir bütçeyle kotarılmış tipik bir Nolan filmi. Hep bir James Bond filmi çekmek istediğini söylemiş olan Christopher Nolan’ın aksiyon, döğüş ve savaş sahneleri, en ustalıklı Bond filmlerini bile aratmayacak düzeyde. Kalabalık aksiyon sahnelerinin koreografisi büyük ustalıkla düzenlenmiş. Geri geri uçan kuşları, iki farklı zamanın iç içe geçtiği bölümlerde aynı planda ileri ve geri giden nesne, araç ve insanlarıyla görsel efektler müthiş etkileyici. Ses düzeni ve Hoyte Van Hoytema’nın görüntüleri nefes kesici. Kavrama zorluklarına rağmen soluk soluğa izlenen bu iki buçuk saatlik görsel işitsel şöleni hâlen seyretmekte olanların en büyük kaybı, seslerin de iyice yüksek tutulduğu İMAX düzeni olan bir salondaki seyir keyfine erişememeleri. Yine de, büyücek bir televizyon ekranında bile nefes kesici olabilen bir sinemasal deneyim.
Oyuncu yönetimi de her zamanki gibi kusursuz. John David Washington, karizması ve başarılı beden kullanımıyla böyle bir filmi rahatlıkla götürdüğünü ispatlayarak babası Denzel Washington’u aratmıyor. Büyük oyuncu olma yolunda her yeni rolünde giderek daha da ustalaşan Robert Pattinson, Neil’e bu tip filmlerde pek görülmeyen bir sıcaklık katmayı başarıyor. En kötü Bond karakterinden bile daha da kötücül bir kişiliği muhteşem bir Rus şivesiyle canlandıran Kenneth Branagh’nın yorumu dört dörtlük. Şöyle bir görünen usta oyuncu Michael Caine’i de unutmayalım. Heykel gibi endamıyla Kate’i bir heykel donukluğuyla canlandıran Elizabeth Debicki’nin belki de senaryoda epey zayıf tutulan karakterine hiçbir inandırıcılık katmadığını da söylemem gerek.
“Tenet”in tüm artılarına karşın Nolan’ın diğer başyapıtlarının seviyesine ulaşamamasında, tüm karmaşık öykülerinde izleyicilerine bol bol ipucu vermekle yetinmiş olan yazar yönetmenin bu kez verdiği ipuçlarıyla yetinmeyip, aşırı açıklayıcı olma gayreti var. Her şeyi anlatırken kimi çelişkileri tam olarak çözemiyor, örneğin kendi zamanlarının dışına gittiklerinde mutlaka oksijen maske takmak zorunda olmalarına karşın ikisi de günümüzde ve maskesizken Neil ile başkarakter arasında gelecekte gelişecek arkadaşlığı sadece Neil’in hatırlamasının nedenini izleyiciye aktaramıyor.
Bu tip kusurlar, izlerken filmin etkileyici görselliğinin yanında önemsiz kalsa da, filmi çözümlemeye çalışan Nolan izleyicisini epey rahatsız ediyor.
Sonuçta, artıları eksilerinden epey fazla, kimi zaman kusursuza yaklaşsa da amacına tam olarak ulaşamayan bir çalışma. Sözün kısası bir yıldız eksik kalıyor.
Yönetmen / Senaryo : Christopher Nolan
Görüntü Yönetmeni : Hoyte Van Hoytema
Müzik : Ludwig Göransson
Oyuncular : John David Washington, Robert Pattinson, Elizabeth Debicki, Michael Caine, Aaron Taylor-Johnson, Dimple Kapadia, Clémence Poésy, Kenneth Branagh
ABD / Aksiyon-Gerilim-Suç-Dram / 150 Dk.