Dün akşam işlerimi bitirdikten sonra Netflix’e bir şeyler izlemek için girdim ve Bridgerton’u seçtim.

Dizi, geçmiş Avrupa dönemini anlatıyor. Bugün kadınlara karşı yapılanlara karşı dimdik duran feminist hareketin ne kadar yerinde, doğru bir hareket olduğunu bizim bir kez daha gözümüzün ve aklımızın içine sokuyor.

Avrupa’nın geçmişini anlatan birçok film ve dizide olduğu gibi yine ”namus” denilen şeyin ve ”sıfır beden olma, söz sahibi olamama vb. ” gibi birçok kavramın etraflıca ele alındığı bir diziyle karşı karşıyayız.

Keza bunun yanında güzellik denilen olgunun tartışılması ve insanların artık bu güzellik olgusundan farklı şeyler beklemesi gerektiğini, herkesin farklı bir güzel sahip olabileceğini, sadece fizik ve yüz güzelliği için insanları baskılamanın ne kadar korkunç bir şey olduğunu dizideki kadın karakterlerin çektiği acılar üzerinden çok net bir şekilde izleyenlere gösteriyor.

Dizi aslında bölüm süresi olarak uzun denebilecek ve genel olarak Netflix’te görmeye alıştığımız klişe temaları bize tekrar sunuyor gibi gelse bile aslında 8 bölüm içerisinde bugün bile hala dayatılan (kadınlara veya erkeklere) şeylerin ne kadar saçma olduğunu ve bu dayatmalardan kurtulmamız gerektiğini derin anlatımlarla işliyor bence içerisindeki Netflix’in birçok klişesiyle arasındaki temel fark bu.

İzlerken sadece diziyi takip etmiyorsunuz üzerine düşünmeniz gereken toplumun kanıksadığı ama yanlış olan birçok normla alakalı da düşünüyorsunuz.

Dizi bir dış sesin bizle konuşmasıyla başlıyor ve bir meydanın 1813 yılındaki görüntüsü gösteriliyor sonra birden kamera -yukarıda filmde ele alındığından bahsettiğim toplumların kadınların üzerindeki ”güzellik” algısı ve baskısını lordunu bulması için hazırlanan genç kadınlara çevriliyor- zar zor bir korse içine güzel görünsün diye sıkıştırılan genç bir kadın görüyoruz. İçeride bulunan diğer genç kadınların ve annelerinin karşılıklı konuşmalarıyla aslında genç kadınların içerisinde bu yapılanları doğru bulmayanların olduğunu ve ailelerinin ve toplumun baskısıyla bu çileye katlandıklarını anlıyoruz.

Ortada kraliçenin 1813 yılı için seçeceği en ilgi çekici genç kadın unvanı, birden çok balo, o kadınla(rla) beraber olmak ve evlenmek için çabalayan lordlar vardır.

Sahneler geçtikçe ve bölümler ilerledikçe bu genç lordların, genç kadınların evlilikle alakalı bir fikirlerinin olmadığını, evliliği ailelerinin isteklerinden toplumun baskılarından dolayı bir zorunluluk olarak gördüğünü anlıyoruz -karakterlerin bölümler içerisinde bu şekilde bir olgunlaşma dönemi geçirmesiyle aslında senaristlerin genç yaşta evliliğe karşı mesaj verdikleri sonucu da çıkabilir-.

Kraliçe’nin karşısına çıkan genç kadınlardan o gün için en ”güzeli” Daphne seçilir ve herkes artık onu konuşur. Ailesi bu durumla büyük bir gurur duyar bütün lordlar artık Daphne’nin peşindedir lakin bu durum çok uzun sürmez.

Zira dizi ne kadar Daphne ve Simon üzerine kurulu gözükse de asıl kahraman bir magazinci olan – evet evet bugün olduğu gibi 1813’te de bir magazinci var yine insanlara ahlak satıyor günlük pozisyon değiştiriyor- Whistledow’ındır.

Whistledow’ın yazdığı magazin yazılarıyla bütün genç kadınların hayatları bir anda tam tersine dönebilir Dünyaları başlarına yıkılabilir veya baş tacı olabilirler -kraliçe bile onun yazdıklarına göre karar verip karar değiştiriyor-.

Daphne’nin başına da Whistledow faciası dizi boyunca birkaç kez geliyor. Önce Kraliçe’nin doğru bir seçim yaptığını yazıyor ve Daphne’yi göklere çıkarıyor sonra Daphne’lerin karşı komşularına gelen bir kadın üzerinden Daphne’yi ve Kraliçe’nin seçimini yerin dibine sokuyor.

Sonra diziye -ıssız adamımız- Simon dahil olur ve her şey bir anlamda baştan sona değişir. Simon bir düktür, annesinin doğumu sırasında ölmesi sebebiyle ve babasının korkunç biri olması hasebiyle bilinçaltında çok ciddi problemleri vardır. Babasının yaptıkları sebebiyle sadece psikolojik olarak etkilenmeyen Simon geç konuşmuş geç yazmaya başlamış ve düklükten uzak tutulmuştur.

Babasının ölümüyle şehre dönen Simon, Kraliçe’nin davetine katılır ve bir klişe olarak Daphne ile tanışır.

İşler bu tanışmayla ikisi içinde tersine döner ikisi hakkında da sert yazılar kaleme alan Whistledow artık yazdıklarının tam tersini yazmaya başlar lakin Daphne’nin abisinin yaptığı bir işgüzarlık sonucu Daphne ve Simon için işler yine tersine döner.

Whistledow’la beraber bütün toplum Daphne üzerinden ahlak bekçiliği ve namus bekçiliği yapar.

Bugün de bildiğimiz gibi insanlar gözleriyle söyledikleriyle hem Simon üzerinde hem Daphne hem de marina üzerinde mobing uygulamaya başlarlar -bu süreçte Daphne ve Simon’un yaşadıkları günümüze de ışık tutuyor ”magazin gazeteciliği veya yorumculuğu” üzerinden insanlara ahlak satılmasının toplumun, bireylerin üzerine gelmesinin insanları ne kadar yıprattığı ve bu tutumların ne kadar yanlış ve yersiz olduğunu görüyoruz-.

Dizi, buraya kadar yazdıklarımla da anlayacağınız üzere klişelerin içerisine birçok mesaj sıkıştıran bir eser özellikle magazincilerin ve toplumun bireylere yaptığı mobing üzerine kadınlara ve erkeklere dayatılan güzellik olguları üzerine.

Dizi bu noktadan sonra aslında tamamen klişeler üzerinden mesaj vermeye yöneliyor ve insanın kapatası geliyor. Tempo düşüyor sürekli mesaj kaygısı güdülüyor ve izleyici o sahnenin geleceğini çok önceden tahmin edebiliyor.

Senaristler mesaj kaygısının yanına biraz da hikayenin gelişme ve sonuç bölümlerine odaklansalar çok daha iyi bir iş olabilir ve verecekleri tüm mesajlar seyirciye doğrudan geçebilirdi bu şekilde 4. Bölümden sonra verilen mesajların izleyenler üzerinde net bir etkisi olmuyor zira izleyici dikkatini başka şeylere vermeye başlıyor.

Bu süreçte de örneğin Daphne’nin abisinin üzerinden verilen babasının ölmesiyle artık evin ”reisi” sensin yükünün ağırlığı ve o bireyin aslında böyle bir yük isteyip istemediğinin sorulmaması bunun üzerine abi yanlış yaptıkça suçlanması mesajı boşa gitti.

Dizinin ikinci sezonu geleceği için diziyi bitmesi gereken yerde bitirmeyip uzattılar ama bu doğru bir tercih değildi. Zira son 3 bölüm tamamen boş yere çekilmiş gibi bir şey oldu bu 3 bölümde diziye çok güzel bir sonla bitirebilirlerdi.

Ben, bu yüzden boş vaktinizi doldurmak istemiyorsanız diziyi izlemenizi de tavsiye etmiyorum.

MİSAFİR YAZAR : BURAK GÖRE

Yönetmen / Senaryo : Chris Van Dusen

Görüntü Yönetmeni : Jeffrey Jur, Philipp Blaubach

Kurgu : Jim Flynn, Kyle Bond, Bridget Durnford, Gregory T. Evans

Müzik : Kris Bowers

Oyuncular : Phoebe Dynevor, Regé-Jean Page, Julie Andrews, Jonathan Bailey, Golda Rosheuvel, Luke Newton, Ruby Barker, Adjoa Andoh, Claudia Jessie, Nicola Coughlan, Polly Walker, Harriet Cains, Ruth Gemmell, Sabrina Bartlett, Will Tilston, Luke Thompson, Bessie Carter

ABD / Romantik-Dram / 480 Dk. (8 Bölüm)

OrtaKoltuk Puanı:

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz