THE POWER OF THE DOG
Filmekimi’nin merakla beklenen filmleri arasında Jane Campion’un son Venedik Film Festivalinin En İyi Yönetmen Ödüllü “The Power Of The Dog”u vardı. Yeni Zellandalı usta bu “kara western”iyle kamerasını bir çiftliğe çevirerek, “toksik erkekliği” acımasızca eleştirmeye soyunuyor.
Montana kırsalında 1920’lerde geçen konusuyla, gizem-gerilim türündeki filmin merkezinde, karizmatik duruşuyla korku ve saygı yayan, zengin bir ailenin oğlu Phil Burbank (Benedict Cumberbatch) var. Kardeşi evlendikten sonra, baldızı dönünce ve onun oğluyla birlikte sahip oldukları çiftliğe dönünce, gücün tek sahibi Phil, bu yeni durumun acısını tüm ailesinden çıkarmak için elinden geleni yapıyor.
Film kovboy dünyasına yüklenen erkeklik duruşunun aslında fazla romantikleştirildiğini, tüm bu durumun güç, gücün de parayla ilişkili olduğunu söylüyor. İstanbul Film Festivali Direktörü Kerem Ayan, basın için yaptığı Filmekimi sunumunda “The Power Of The Dog”u bu yıl izlediği filmler arasında en iyisi olarak takdim etti. Ben bu kanaati paylaşmıyorum.
Modern western türü denince akla gelen ilk örnek, Cormac McCarty uyarlaması, Coen Kardeşler’in 4 Oscar Ödüllü “İhtiyarlara Yer Yok / No Country For Old Men” (2007) ile kıyaslandığında, Jane Campion’un Thomas Savage uyarlaması “The Power Of The Dog” ilk okul müsameresi gibi duruyor. Filmde tempo yok.
Jane Campion 38 yıllık kariyerinde sadece 10 uzun metrajlı film yaptığı göz önünde bulundurulunca, kendisinin üretken bir sanatçı olduğunu iddia etmek zor. Dünya prömiyerini yaptığı Venedikte “The Power Of The Dog” izleyiciyi ikiye bölen bir film oldu: Yuhalayan da oldu, alkışlayan da. Jane Campion “Bright Star”ın ardından 12 yıllık bir suskunluk döneminden sonra, kariyerinin ilk western denemesi bu filmle sinemaya dönüyor.
Ben, kendisine kariyerinin 4. filmi, Cannes’da Altın Palmiye kazanan “Piyano / The Piano” (1993) başyapıtının yaratıcısı olduğu için saygı duyuyorum. Bu film Campion’u Cannes tarihinde Altın Palmiye Ödülünün ortağı ve bu ödüle ulaşan ilk kadın yönetmen yapmıştı. Bu filmin dışında sanatçını (“The Power Of The Dog” dahil) hiç bir filminden tad almadım.
Thomas Savage’in 1967 de yazdığı romandan uyarlanan, 1920’lerin Montana’sında bir kasaba yakınlarındaki bir çiftlikte geçen konulu filmi, Jane Campion kendine özgü estetiği ile senaryosunu yazdı. Epizodik yapısıyla bu anti-western, mizaçları ve kişilikleri birbirine zıt iki kaedeşi odağına alıyor.
Kariyerinde işlevsiz aile sorunlarını ele almakla tanınan Campion, karikatürize tipler çizerek yazdığı senaryoyu yalın bir dille perdeye aktarmaya çalışmış. Çiftlik sahibi iki kardeşten biri olan George Burbank (Jesse Plemons) yeni eşini (Kristen Dunst) eve getirmesinin ardından ağabeyi Phil, kadına ve kadının oğlu Peter’e (Kodi Smith-Mc Phee) yapmadığı eziyet kalmaz. Bu sağlıksız çiftlik hayatındaki işler geriye dönüşü olmayan bir batağın içerisine saplanır.
Filmin hiç mi meziyeti yok diye düşünenler için filmin artılarını sıralıyayım. Avustralya’nın uçsuz bucaksız görkemli doğasında çekilen filmin genç kadın görüntü yönetmeni Ari Wegner (37), görkemli fotografları ile doğayı filmin baş oyuncuları arasına katıyor. Uyumlu oyuncu kadrosunda aksayan yok.
Benedict Cumberbatch tatminsiz anti-kahraman olarak kariyerinin en iyi oyunlarından birini çıkarıyor. Kardeşini oynayan, bir evlilik yaparak yalnız yaşamaktan kurtulan George’da Jesse Plemons ondan aşağı kalmayarak, sessiz-sakin, iyi huylu kovboy rolünde Oscar için adaylığını koyuyor. Avustralyalı Kodi Smit-McPhee (25) hayatı tanımaya çalışan, çocuk yaşta babasını kaybetmiş,eşcinsel eğilimli yeniyetme Peter rolünde, alkolik genç dul annesini oynayan Kristen Dunst, her zaman olduğu gibi çok başarılı. İngiliz besteci Jonny Greenwood’un mükemmel müzik partisyonu filme atmosfer kazandırmada katkı sağlıyor. Film önümüzdeki aylarda NETFLİX’te gösterilecek.
Yönetmen / Senaryo : Jane Campion
Görüntü Yönetmeni : Ari Wegner
Kurgu : Peter Sciberras
Müzik : Jonny Greenwood
Oyuncular : Benedict Cumberbatch, Jesse Plemons, Kirsten Dunst, Kodi Smit-McPhee, Thomasin McKenzie, Frances Conroy, Keith Carradine, Adam Beach
İngiltere-Kanada / Dram-Romantik-Western / 125 Dk.
Benedict Cumberbatch’ i sevdiğimiz için dört gözle beklediğimiz; film ödül alınca iyice heyecan yaptığımız: izlemeye başladıktan yarım saat sonra ‘böyle bir şey nasıl olabilir?’ deyip hızla kapattığımız filmdir kendisi.. Tek üzüldüğüm en sevdiğim aktörlerden birinin sevmediğim bir filminin daha olması.. Gelelim filme. İki başrol oyuncusu iyi olduğu için film ‘eh işte’ yı hak etmiş. Yoksa sıfır. Eski Amerikan kovboy filmleri bile bundan bin kat heyecanlı ve güzel. Paraya, başrole ve ödüle yazık olmuş.. Sevgiler.