Umudunu Kaybetme / The Old Oak
Geçmişin son sığınağı
İngiliz siyasi sinemasının 87 yaşındaki eski kurdu Ken Loach, anlattığı son hikaye ile tüm tersliklere karşın, her an patlamaya hazır bu toplumsal karmaşanın içinde dayanışmanın olabilirliğini savunmakta, tüm tarafları ekonomik düşmana karşı birleşmeye çağırmaktadır.
“The Old Oak” duygusal olduğu kadar iyimser ve umut dolu mudur, yoksa popülizmin ve aşırı sağın aldatıcı çözümleri yüzünden kangren olmuş bir Avrupa’ya umutsuz bir çağrı mıdır? Kim bilir?
Suriyeli göçmenler
İngiltere’nin kuzeydoğusunda, madenin kapanışının ardından gençlerin terk ettiği, geride kalanların da sistem tarafından gözardı edildiği bir köyde, açık kalan tek pub olan The Old Oak‘ın müdavimleri, eski adetlerini ayakta tutmaya çabalamaktadırlar. Emlak fiyatları düştüğünde yönetimce satın alınan birkaç eve Suriyeli göçmenler yerleştirilir. Adetlerine, geleneklerine sıkıca bağlı köy sakinleri, hayatlarında hiç karılaşmadıkları bir yaşam tarzına sahip, farklı bir dine ve dine mensup yabancılara ciddi tepki gösterirler. Ayrıştırma ve ötekileştirme giderek aktif bir yabancı düşmanlığına dönüşür. Pub’ı zar zor açık tutmaya çalışan sahibi TJ Ballantyne (Dave Turner) önceleri ihtiyatlı davranarak taraf tutmamayı yeğler.
Tutkuyla fotoğraf çeken genç göçmen kız Yara (Elba Mari) ve ailesiyle dostlukları geliştikçe iki toplum arasındaki gerilimi azaltmanın çarelerini araştırırlar. Kendileri gibi düşünen birkaç arkadaşlarının da desteğiyle pubın arka odasını, kökeni ne olursa olsun muhtaç olanlara destek veren onları bedava doyuran bir yere çevirirler. Bu çaba, iki topluluk arasında kaynaşmayı, dostlukların oluşmasını mı sağlayacaktır, yoksa en radikal yabancı düşmanlarının güçlü tepkisine mi sebep olacaktır?..
Kaderine terkedilen insanlar
“The Old Oak”ın metnin 1984’deki madenci grevleri ve dönemin işçi dayanışmasının simgesine dönüşen aşevleriyle ilgili uzun bir araştırmanın ardından Loach’ın sadık senaristi Paul Laverty yazmış. İkili, işçi eylemlerini belgesel bir bakışla anımsarken, kişisel umutsuzluğun yarattığı karanlığın ve yalnızlaşmanın çözümünün, dayanışmada ve toplumsal anlaşmada olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. Paul Laverty’nin durumun karmaşıklığını didik didik eden senaryosu, ırkçı nefretin yarattığı meydan okumanın tamamen siyasilerin suçu olduğunu, gerek Muhafazakârların gerek İşçi Partisinin yoksul vatandaşları tamamen terk ettiğini öne sürüyor
TJ de, bu siyasi terk edilmişlerden biridir. Nerdeyse her yerin kapanmış olduğu köyde tek açık kalan The Old Oak, köyün merkezi, kalbidir. Görkemli olarak anımsadıkları geçmişin son sığınağı olarak gören müdavimleri, sığınağı yeni gelenlerle paylaşmaya kesinlikle karşıdırlar. Endüstrinin yok oluşunun ardından tamamen kaderlerine terk edilen, sorunları medya tarafından hiç umursanmayan bu insanlar için, köye Suriyelilerin gelmesi, fukaralığa fukaralık ekleyecek bir durum, bardağı taşıran son damladır.
Adaletsizliğin karşısında güçsüz kalarak kendi içine kapanmanın sonucu olarak nefret ve korku ile oluşan tepkilerin, kendilerinden çok daha zor durumda olan, iç savaştan mallarını, mülklerini, sevdiklerini, hatta sevdiklerinin cenazelerini bırakarak can havliyle kaçmış insanlara yönelmesiyse ürkünç ve trajik bir oluşumdur.
İngiliz siyasi sinemasının 87 yaşındaki eski kurdu Ken Loach, tüm tersliklere karşın, her an patlamaya hazır bu toplumsal karmaşanın içinde dayanışmanın olabilirliğini savunmakta, tüm tarafları ekonomik düşmana karşı birleşmeye çağırmaktadır.
“The Old Oak” duygusal olduğu kadar iyimser ve umut dolu mudur, yoksa popülizmin ve aşırı sağın aldatıcı çözümleri yüzünden kangren olmuş bir Avrupa’ya umutsuz bir çağrı mıdır? Kim bilir?
Yönetmen : Ken Loach
Senaryo : Paul Laverty
Görüntü Yönetmeni : Robbie Ryan
Kurgu : Jonathan Morris
Oynayanlar : Debbie Honeywood, Dave Turner, Ebla Mari, Andy Dawson, Col Tail
Fransa-İngiltere / Dram / 113 Dk.