Dışavurum Biçimselliğinde Sinema Dili
İki kanlı dünya savaşının ortasında, birincisinin yıkım günlerinin devam ettiği zamanlarda, içinde ünlü Alman yönetmeni F.W.Murnau‘nun bulunduğu Alman dışavurumcu sinema akımı temsilcileri, korku filmleri başta olmak üzere çektikleri farklı türdeki filmlerde, çoğunlukla absürd dekor, ışığın ve gölgenin yoğun tonda ve çarpıtılmış kullanım tercihiyle meramlarını aktarmayı tercih etmişlerdi. Ve bu yöntemle, sinemayı kahramanın iç dünyasından çıkartarak, dış görünümün tehlikesinden beslendikleri yapıyla, iç gerginliği dışsal olana yansıtmayı başarmışlardı. Halen de izlenen yetenek ürünü yapımlarda, gerçeklikten asla kopmamışlardı. Zira, tasvir edilen şey, aynı zamanda iç dünyaya ait bir hissi de izleyenin önüne tüm çıplaklığıyla sermekteydi…
Taşra’dan Kent’e Uzanan ve Güzel Başlayan Bir Aşk, Fakat…
Murnau‘nun, 1929 Dünya Ekonomik Buhranı’ndan hemen sonra çektiği son filmlerinden birisi olan 1930 yapımı “City Girl“, klasik Hollywood dram yapımlarıyla akrabalığı bulunmakla birlikte, özellikle köydeki çiftçilerin doğal durumunu dış dünyaya başarılı bir şekilde yansıtmakla, döneminin teknik olarak başarılı yapımlarından birisi olarak kabul edilir. Amerika’nın orta batı eyaletlerinden Minnesota’ya bağlı kırsal bir yerde ailesi ile birlikte yaşayan Lem (Charles Farrel), babası’nın (David Torrence) buğdaylarını satmak üzere Chicago’ya gider. Film bir tren sahnesi ile başlar. Henüz filmin başlarında, babanın buyurgan ve sert mizaçlı birisi olduğu bize hissettirilir. Sıkı sıkı tembihte bulunmuştur oğluna, sözlü direktif dışında ayrıca daha da pekişmesi için, yazılı olarak da ne yapması gerektiğini, dar taşralı penceresinden kağıda dökmüştür oğluna hitaben: “…satışı yapmadan önce şu rakamlar aklında olsun, şu rakamdan aşağı düşme, parayı sakın kaybedeyim deme…” Sonraki sahnede, şehir hayatından bir kız karşımıza çıkar.
Amerikan 20’li yıllarının sonu, savaş ekonomisi ve yarattığı iktisadi buhranın tahribatının da etkisi ile garson olan Kate (Mary Duncan) çok zor koşullar altında restorant müşterilerine hizmet vermektedir. Restorant çok kalabalıktır, serinlemek için önüne geçtiği pervane bile kendisine çok görülür, zira o pervane sineklerin gelmemesi için konulmuştur patron tarafından oraya. Birden masaya oturan Lem, duaya başlar. Bu dua seremonisini az önceki sahnede Lem’in babasında da görürüz. Konservatif yaşamı aile köklerinden alan Lem’e hizmette bulunan Kate ile aralarında yakınlaşma başlar. Kate, gelen bu müşteriden hoşlanır, bunun yanı sıra zorlu kent yaşamından da bıkkındır. Çok çalışmaktadır, üstelik bir sahnede gördüğümüz üzere barınma koşulları da çok parlak değildir. Ona nerede yaşadığını söyleyen Lem’e verdiği cevap, bulunduğu ortamdan memnuniyetsizliğinin göstergesi gibidir: “…çiftlikte yaşamak harika olmalı Lem!…”
Lem, Kate’in hayallerinin somut halidir sanki. Sonraları yine gitmeye devam eder Lem restoranta. Ancak herşey aşkın büyüleyici güzelliğinde gitmemektedir, yolunda gitmeyen bir durum vardır, o da gazetelerden aldığı haberlerin manşetlerinde saklıdır: “…Hasat tahminleri mısır fiyatlarını yukarıya çekerken, buğday fiyatlarını ise düşürmekte…” Günden güne buğday fiyatlarının düşmesi Lem’i daha çok zarara uğrayacağı endişesine sevk eder. Bir an önce buğdayı satmaya karar verir. Satar da, babası da kendi geleceğini tamamen gelecek bu paraya bağlamaktadır. Ancak Lem için paradan ziyade yeni tanıştığı bu kız ile birlikteliği daha mühimdir. Son görüşmelerinde ailesinin yanına gideceğini belirterek, trenin kalkış saatini söyler Kate’e. Gara gider, fakat bir türlü ayağı biletçiye bilet vererek salona gitmeye, kentten ayrılmaya, dolayısıyla da Kate’inden ayrılmaya elvermez. Bekler Kate’i. Ancak kısa bir süre kalmasına rağmen gelmeyince, bu kez gitmekten vazgeçer ve Kate’in çalıştığı restoranta gider. Oysa Kate de gemileri yakmıştır az önce ve Lem’in yaşadığı yere gitmek üzere gara gelmiştir, ancak Lem’i göremez. Umarsız bir halde döndüğünde restorantta Lem’i görür. Lem, ona bir kağıt gösterir, bu garda bir çekiliş sırasında kendisine çıkan kağıt parçasıdır: “…eğer düşündüğün kişiyle evlenirsen herşey yolunda gidecek…” Lem, bu kağıdı uzatarak niyetini belli eder ve evlenme teklifinde bulunur, evlenirler kısa sürede ve Lem’in evine gitmeye, kıra dönmeye karar verirler.
Bu andan itibaren filmin belki de iki kısımlı yanı belirginleşir. İlk dilimde, taşra-kent farkı bir aşk temelinde izleyiciye aktarılırken, gelecek sahnelerde ise özellikle Kate ile baba arasında gerilimli anlara şahit olmaya başlarız. Birlikte çok mutlu olan Lem ve Kate, trenden inip köy yoluna saptıklarında, buğday başaklarının içinde ne de çok mutludurlar. Üstelik Lem’in kardeşi ve annesi de o kadar iyi karşılamışlardır ki gelinlerini, buğday başaklarından hazırladıkları demeti köy yoksunluğunda bir hediye olarak takdim de ederler. Ancak bu mutlu tabloyu baba yıkar. Buğdayı bu kadar düşük fiyata sattığından dolayı önce Lem’e çıkışır, ardından Kate’e oğluyla parası için evlendiği suçlamasında bulunur, bununla da yetinmez, hatta ona tokat’ta atar. Daha sonra çiftlikte çalışan tarım işçilerinin gelmesi, fırtına sahnesi ile film, sürpriz finali ile birlikte bir an bile kendisini izletmekten alıkoymaz…
Savaş Sonrası Saf Taşra Gerçekliği…
Sessiz filmler döneminin bu başarılı yapımında, taşralı ve şehirli çifte hayat veren Charles Farrel ve Mary Duncan oldukça başarılı performans sergilemekteler. Film, Amerikan film endrüstrisinin sıklıkla içine düştüğü taşralı erkek, şehirli kadın kısır döngüsüne sapmadan, dönemin kırsal yaşamına yersiz övgü tehlikesine de saplanmıyor. Ayrıca bunu yaparken, dışavurumcu film tekniğinden de faydalanarak tarımsal üretimi ve taşra hayatını tüm gerçekçiliğiyle önümüze seriyor. Bu yeni taşra yaşamında, Kate’in hayal kırıklıkları da ne güzel dile geliyor: “…ve erkeklerin doğru insanlar olduğunu düşünürdüm, ama aslında hepiniz aynısınız, ucuz centilmenler sizi! Bir şeyi istediğinizde ancak böbürlenirsiniz…” Amerikan savaş sonrası toplumunu, bir dram etrafında ele alan Amerikan yapımı film ile birlikte; tutucu aile, para hırsı, lümpen işçi sorunlarını, başarılı bir estetikle tıpkı Amerikalı yazarlar Jack London ve John Steincbeck romanları gerçekçiliği kıvamında, kısa süreli bir başyapıtta izleme şansına kavuşuyoruz. Kaçırmayın derim…
Yönetmen : F. W. Murnau
Senaryo : Elliott Lester, Berthold Viertel, Marion Orth
Görüntü Yönetmeni : Ernest Palmer
Müzik : Christopher Caliendo, Arthur Kay
Oynayanlar : Mary Duncan, Charles Farrell, David Torrance, Edith Murgatroyd, Guinn ‘Big Boy’ Williams, Anne Shirley, Tom McGuire, Richard Alexander, Patrick Rooney, Ed Brady, Roscoe Ates
ABD / Romantik-Dram / 77 Dk.