Muhteşem Showman
MÜZİKAL TÜRE GÖRKEMLİ BİR GENÇLİK AŞISI
(The Greatest Showman)/ Yönetmen: Michael Gracey/ Senaryo: Jenny Bicks, Bill Condon/ Görüntü: Seamus McGarvey/ Müzik: John Debney, Joseph Trapanese/ Şarkılar: Benj Pasek, Justin Paul/ Oyuncular: Hugh Jackman, Michelle Williams, Zac Efron, Zendaya, Rebecca Ferguson, Austyn Johnson, Cameron Seely, Ellis Rubin, Keala Settle, Sam Humphrey/ Fox filmi.
Geçen yıl bu zamanda (tam olarak 30 Aralık’ta) La La Land- Aşıklar Şehri çıkmıştı. Ve Damien Chazelle imzalı film bizi (yani özellikle benim gibi müzik/müzikal meraklılarını) ayrıca mest etmiş, sonradan da Oscar’larda bilinen başarıyı kazanmıştı.
Sanki tarih tekerrür ediyor. Ve yine yılın son günlerinde, şarkıları La La Land’in bestecileri Benj Pasek- Justin Paul ikilisi olan bir başka müzkal geliyor. Kimi batılı yazarlara göre La LaLand’den bile daha iyi. Bence de neredeyse öyle…
Film ünlü sirk kurucusu P. T. Barnum’un hayatından yola çıkıyor. Yıllar boyu sirk denince ilk akla gelen Barnum markasını yaratan adam (1810-1891).
Yoksul bir aileden gelen Barnum, uzun zaman bir şirkette çalıştıktan sonra hayalindeki çılgın işleri yapmak üzere yola çıkıyor. Önce bir müze: içinde ABD ve dünya tarihinden kahramanları ve olayları canlandıran balmumu heykeller, objeler, resimler olan…Ama hiç ilgi görmüyor.
Evlendiğıi zengin kızı Charity’den olan iki küçük kızından biri, ona nedenini söylüyor: ölü şeylerle dolu bir müzeye niye gidilsin ki!….Ve Barnum çocuktan dersini almış olarak müzeye canlı şeyler koyuyor: her cins farklı insanlar, ucubeler, yarı-canavarlar…Sonradan bunlara başta filler her tür hayvan da eklenecek ve sirk denen olay doğacaktır. Ayni zamanda adına ‘show business’ denen Amerikan eğlence sanatı da….
Bu hikayeyi klasik bir biyografi yerine, ele aldığı ana temaya uygun olarak tam bir ‘show’ biçiminde anlatmak, filmin en büyük buluşu. .
Böylece filmin içine bir yandan dans, müzik şarkı giriyor. Ki hepsi düzeyli ve kaliteli. Bu Pasek-Paul ikilisinin 11 şarkısı için de söylenebilir. Tüm dans sahnelerinin ve koreografinin görkemli estetik düzeyi için de….
Ayrıca o dev sirkin ‘ucubeleri’: sakallı devasa kadın, dev adam, ‘parmak çocuk’ lakaplı cüce, Siyam ikizleri, heryeri dövmeyle kaplı adam…Hepsi o güne dek ortaya çıkamamış, evine hapsolmuş, ailesinin bile nefret ettiği yaratıklar. Fiziksel handikapları olası değerlerini gizlemiş: cücenin büyük bir aklı, sakallı kadının müthiş bir sesi var…Ve hepsi hayatlarında ilk kez görülüyor, dinleniyor, fark ediliyor…
Bu farklılıkları kucaklama fikri, filmin en önemli alt-mesajı.
Ama yüzeyde ayrı bir görkem var. Müzikal yanı öylesine bir enerji taşıyor ki…New York kenti sanki West Side Story’den beri ilk kez böylesini görüyor!…Ve sanki görkemli bir insanlık geçidine dekor oluşturuyor.
Sakallı kadın Letie’yi oynayan Keala Bettle’in This İs Me şarkısı; İsveçli opera şarkıcısı Jenny Lind’i oynayan Rebecca Ferguson’un Loren Allred’in sesiyle söylediği Never Enough; gruba katılan sosyete çocuğu Carlyle’li oynayan Zack Efron’un siyahi bir trapez yıldızını canlandıran Zendaya ile söylediği Rewrite The Stars şarkıları, müzikalin zirveleri arasında.
Ayrıca sonuncusunda iki sanatçının boş salonda ve tavandan sarkan bir ipin çevresindeki dansları da görülmeye değer. Bu vb. sahnelerde müzikalin en soylu işlevi yerine geliyor: sinema sanatını müzik ve bale ile birleştirerek tam anlamıyla bir duygu senfonisi yaratmak. Ve estetik yoluyla adeta gözlerimizden yaş getirmek…
Ayni biçimde, kariyerine ülkesinde (Avustralya) dansör olararak başlayan Hugh Jackman’ın dansları da çok iyi. Eşini oynayan Michelle Williams’ın sesi de öyle.
Ve bu film, ardında genel ve ve herzaman için geçerli birden çok mesaj olan ve yüzeyde de her şarkının, her dansın bir biçimde bu mesajlara hizmet ettiği bir film niteliğine ulaşıyor. Ki bu sık sık görülecek birşey değil.
Buna bir başka örnek de Barnum’un Carlyl’ı yazarlığı bırakıp sirke katılmaya ikna etmeye çalıştığı bar sahnesi. Öylesine dinamik, öylesine şık ve zarif, barmenin de katılmasıyla öylesine işlevsel ve sonuç olarak öylesine estetik bir bölüm ki…Ancak görünce anlaşılır.
Bu arada Barnum Sirki’nin 146 yıllık bir varoluştan sonra, önce hayvan koruyucuların başlatattığı ve tüm sirklere yönelen protestolar sonucu önce 2016’da fillerini kaybettiğini, 2017’de ise tümüyle kapandığını belirteyim. Bir devrin sonu!…
Ama belki de müzikal sinemanın yeniden doğuşu, Kaçırmayın…