Kelebekler
Sundance Festivali Dünya Sineması Büyük Jüri Ödülü
Sinema okumanın tutkuyu öldürdüğünü söyleyen 1981 doğumlu Tolga Karaçelik, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu. 2010 yılında çektiği ilk filmi “Gişe Memuru” 35 yaşında, çoklukla kendi hayal dünyasında takılan, asosyal, sessiz, sıkıntılı ilişkilerine rağmen babasıyla birlikte oturan bir gişe memurunun yaşadıklarını fantastik göndermeleri de olan bir psikolojik kara komedi olarak ele alıyordu. Sinemamızda benzerlerine pek rastlamadığımız film 47. Uluslararası Altın Portakal Film Festivali’nde “En İyi İlk Film”, “En İyi Görüntü Yönetmeni” ve “En İyi Erkek Oyuncu” ödüllerini, 20.Mannheim Türk Film Festivali’nde de “Büyük Ödül”ü kazanmıştı.
Beş yıl sonra, iflas eden bir armatörün seferdeki gemisinde mahsur kalan mürettebatın hikayesini anlattığı, tek bir klostrofobik mekânda geçen ikinci filmi “Sarmaşık”, 2015 Altın Portakal Festivali’nde, “En İyi Senaryo”, En İyi Yönetmen” ve “En İyi Film” ödüllerinin yanında “En İyi Erkek Oyuncu” ödülünü de alarak Karaçelik’in üst düzey bir oyuncu yönetmeni de olduğunu bir kez daha gösteriyordu.
“Sarmaşık” için minimal bir destek vermiş olan Kültür Bakanlığı, Tolga Karaçelik’in son filmi “Kelebekler”e hiçbir katkıda bulunmadı. Kültür Bakanlığı Seçici Kurulu’nun desteklemeyi
uygun bulmadığı, uluslararası kitlesel fonlama sitesi Indiegogo’dan sağlanan destekle tamamlanan “Kelebekler”, bağımsız sinemanın kabesinde, dünyanın en önemli beş film
festivalinden biri sayılan, Sundance Film Festivali’nde, Dünya Sineması Büyük Jüri Ödülü’nü kazandı.
“Kelebekler”, çok uzun süredir görüşmedikleri için yabancılaşmış, birbirini neredeyse hiç tanımayan üç kardeşin, yıllardır haber almadıkları babalarının aramasıyla bir araya gelerek, doğdukları köye gitmelerinin öyküsü. Almanya’da yaşayan Cemal (Tolga Tekin), Türkiye’de iki ayrı kente yerleşmiş olan Kenan (Bartu Küçükçağlayan) ve Suzan (Tuğçe Altuğ), annelerinin intiharından sonra, bencil ve sevgisiz babalarını arkada bırakarak köyü terk etmişler, sadece babalarından değil, birbirlerinden de kopmuşlardır.
Otuz yıldır görüşmemiş oldukları babalarından nedenini açıklamaksızın acilen köye gelmelerini isteyen bir telefon geldiğinde, aslında hiç istekli olmasalar da, belki üçü de yaşamlarının tıkanmış bir dönemine girdiklerinden, beraberce yola çıkarlar. Üçü de sorunludur ve sorunlarına çıkış bulamamaktadır.
Yıllardır uzaya gönderilmedikleri için eylem yapan astronotlardan Cemal, bir televizyon programında astronot başlığını ateşe ermiştir. Kendisin aldatan ilgisiz kocasından ayrılmak üzere olan Suzan, düş kırıklıklarının hırsını tanımadığı insanlara saldırarak çıkarmaya meyillidir. Mesleği konuşmak olan seslendirme sanatçısı Kenan, halâ kendisi hakkında açıkça ve dürüstçe konuşamamaktadır.
Kardeşlerin köklerine ve geçmiş zamana doğru giriştikleri bu seyahat, eski düş kırıklıklarına, pişmanlıklara, unutulmuş acılara, cevapsız sorulara ve her birinin kişisel geçmişine doğru acılı bir keşif yolculuğuna dönüşecektir..
Metropol yaşamına alışmış bu üç kardeş, babalarının köyüne vardıklarında karşılaştıkları insanlar sanki farklı bir boyuttan çıkıp gelmiş gibidir. Şaşkın bir muhtar (Serkan Keskin), çok bilmiş karısı (Gülçin Kültür Şahin), bilimle inanç arasında bocalayan, kimi duaları okumamak için direnen çatlak bir köy imamı (Hakan Karsak), kör bir çoban (Ercan Kesal) ve bir de… yememeleri gereken yemleri yutmuş şaşkın tavuklar…
Bu noktadan sonraki gelişmeleri anlatmak, hem Tolga Karaçelik’in nefis senaryosuna, hem de bu benzersiz anlatıyı keyifle izlemeyi hak eden izleyicilere ihanet etmek olur. Sadece, yazar yönetmenin bu trajik ve dokunaklı içsel hesaplaşmayı büyük duyarlılıkla inceden inceye hissettirerek anlattığını, ve bunu seyirciye, asık suratlı dramatik formattan olabildiğince uzak kalarak, kara, kapkara bir güldürü olarak aktardığını söyleyebilirim.
Yazıp yönettiği bu üçüncü filminde Karaçelik, öyküsü, görselliği ve oyunculuklarıyla, üç ana karakteri, bilinçlerinin derinine inmek istercesine yakın planda konuşturduğu çok sayıda sekansa karşın temposu hiç düşmeyen, iki saate yakın süresi boyunca su gibi akan çok başarılı bir iş çıkarmış. Üzerinde çok uzun süre çalışılmış olduğunu bildiğim senaryosu son yıllarda sinema için yazılmış en başarılı metinlerden biri. Seyirci bu aile dramında, kardeşlerle birlikte yola çıktığında, kendi yaşanmışlıklarından da izler bulacağını, bildik sularda yüzeceğini sanırken her virajda farklı bir sürprizle karşılaşıyor.
Bu son derece parlak, kimi zaman dahiyane ayrıntılara giderek alışan izleyici yine de o hınzır finale hazırlıksız yakalanıyor. Karaçelik, benzersiz bir içtenlik ve gerçeklik duygusuyla karakterlerin hayal kırıklıklarını, kırgınlıklarını, birbirleriyle ve kendileriyle yüzleşmekten kaçınmalarını gergef gibi işlerken, diğer yandan da hepsi derinlemesine incelenmiş, yerli yerine oturtulmuş birbirinden ilginç bir karakterler galerisi aracılığıyla yaşamın anlamsızlığıyla, gerçek dediğimizin göreceliği ile dalga geçiyor. Gerçek ve absürd kavramları iç içe geçirilerek, gerçeğin absürditesi ya da absürdün gerçekliği güldürünün etkin öğesi olarak kullanılıyor.
Oyunculuklara gelince, Tolga Tekin, Bartu Küçükçağlayan ve Tuğce Altuğ, birbirinin hem dayanağı hem yargılayıcısı olan, birbirlerini hem engelleyen hem kışkırtan üç kardeşe sevecenlik ve inandırıcılıkla yaklaşıyorlar. Kimyaları benzersiz şekilde uyuşarak, müthiş dengeli, doğal, etkileyici, hiç birinin öne çıkmadığı bir yorumla kardeşleri canlandırıyorlar. Başta Tuğçe, katılacakları tüm festivallerde En İyi Kadın ve Erkek Oyuncu ödülünü kapma olasılıkları çok yüksek.
Karaçelik, sadece bu üçlüden değil, bütün kastından, küçük büyük bütün yan rolleri inanarak ve inandırarak canlandıran ekibin tamamından ve kısacık sekanslarında dört dörtlük performanslar sergileyen Bedir Bedir, Ezgi Mola, Seda Türkmen, Mustafa Kırantepe gibi misafir oyunculardan olağanüstü bir takım oyunculuğu elde ediyor. Yıllardır tiyatro ve sinemada çalışan deneyimli oyuncu Serkan Keskin ile Devlet Tiyatrosu ve TV dizisi oyunculuğunu birlikte yürüten Tolga Tekin bu filmde de çok iyiler. Ancak adı geçen bütün diğer oyuncuların da tiyatro kökenli oldukları göz önüne alındığında, ekibin tiyatro kokmayan dört dörtlük sinema oyunculuğu çok etkileyici.
Tiyatronun hasını yapan bütün gençler doğal ve gerçekçi oyunculuğu büyük başarıyla yapsalar da, seyirci karşısında oynamakla, kamera önünde oynamak iki farklı disiplin gerektirir. Basın gösterimi sonrası ayak üstü söyleşirken, uzun zamandır tiyatromuzun en yetenekli kadın oyuncularından biri olarak tanıyıp sevdiğim Tuğçe’ye bu zorluğu nasıl aştıklarını sorduğumda Tolga Karaçelik’in ekibin her elemanının oyuncu olarak neler yapacağını keşfettiğini ve her birinden verebileceğinin en iyisini alabildiğini anlattı.
Sinemamızın en başarılı oyuncu yönetmenlerinden olarak gördüğüm Tolga Karaçelik de bu doğallığa çok uzun bir prova sürecinde ulaşıldığını söyledi. Sonuç olarak, sezon başından beri izlediğim yerli yabancı bütün filmler arasında benim ilk beşime giren, Sundance’de aldığı ödülü fazlasıyla hak eden, çok iyi bir film. Mutlaka izlenmeli derim.
Bence yorumu biraz abartmışsınız. Filmde derdini tam anlatamamış gibi….