Bir Kadın Zaferi
Kadının adı müzikte dahada yok..
Marksist anlaşıyışın katı nedenselliği eleştiren yeni yorumları, bilhassa İkinci Dünya Savaşı yıllarında yeni yaklaşım yöntemleri ve okulları, öznel ve tarihselcilikten farklı yeni yaklaşım metodları geliştirdiler. Bunlar arasında dönemin önemli okullarından “Frankfurt Okulu”nun en bilinen temsilcilerinden Thedor Adorno‘ya göre, modern dönem sonrasında müzik artık endrüstrileşmiştir ve özellikle de popüler müzik bir tüketim nesnesi haline gelmiştir. Bunun doğal sonucu olarak da zamanla cinsiyetçi ve patriyarkal bir anlayışın tam merkezinde yer almıştır müzik. Estet kaygının en yoğun yaşandığı klasik müzik ise önemli temsilcilerinden de hareketle mercek altına alındığında, tamamen bir erkekler dünyasına karşılık gelir.
Bu yalnızca klasik müzik bestecileri için geçerli olmayıp, müzik tasarımının tüm öğeleri, müzik aleti çalanından tutun da, şeflerine kadar tam bir erkek hegemonyası görülmektedir. İşte tam da burada söz, son tahlilde kadının politik kulvardaki pozisyonuna kadar gidebilecek tartışmaları beraberinde getirir. 19. yüzyılda örneğin ünlü Fransız öykü yazarı Guy De Maupassant‘ın kadının müzikal yaratıcılığına ilişkin oldukça cinsiyetçi yaklaşımlarının tüm bir Avrupa coğrafyasında egemen olduğunu belirtmek gerek. Sondan başlarsak, 2018 yapımı ve her nasılsa ülkemizde “Bir Kadın Zaferi” adıyla gösterime girecek “De Dirigent-The Conductor” filminin bitiş jeneriğinde, 2008 yılında saygın magazin ve sanat dergisi olan “Gramophone” tarafından dünyanın en iyi yirmi orkestrasının yayınlanarak bunlar arasında hiçbir kadın şefin bulunmadığı bilgisini ediniyoruz.
Yine 2017 yılında aynı derginin yayınladığı tüm zamanların en iyi elli orkestra şefi arasında da bir kadın orkestra şefinin dahi bulunmadığını da acıyla öğreniyoruz. Ülkemizde de durumun maalesef değişmediğini, hatta daha kötü bir tablo sergilendiğini yapacağımız küçük bir araştırmayla görmek mümkün. Bilinen ilk kadın orkestra şefimiz İnci Özdil olarak hatıra gelmekte. İşte De Dirigent tüm bu sorunlara uzanan, gerçek bir hikayeden uyarlandığını belirterek yola koyulan bir film.
Yönetmenliğini kadın yönetmen Maria Peters‘in yaptığı filmde, Antonia Brico‘nun ilk gençlik yılları, henüz 24 yaşlarındaki halleri, o zor ailevi dünyasına değin geniş bir sarkaçla izleyiciye gayet bonkör şekilde seriliyor. Henüz bir klasik müzik salonunda yer gösterici olarak çalışmakta iken, orkestra şefinin dikkatini her türlü tepkiyi göze alarak salonun başına çektiği sandalyeye oturma cesaretini, bir anda müzik endüstrisinin ilgisini çeken bir figüre dönüşümü olarak, ancak derinliksiz, çok hızlı yansıtılarak, bunu da senaryo açıklarıyla sunduğunu görüyoruz. Bununla da yetinilmeyip, ailesinin aslında gerçek ailesi olmadığına dair fırtınalı bir yoğunlukla, bir de kimlik bunalımıyla boğuşan bir karaktere dönüşüm hikayesini konudan konuya, belirli bir dizge olmaksızın atlayarak izliyoruz. Sonra Berlin’de Filarmoni Orkestrası sınavları, Amsterdam’da, Amerika’da, bin bir zorluklarla devam eden sanatçı olma hülyası, Frank (Benjamin Wainwright), Robin (Scott Turner Schofield) ekseninde gelişen aşk hikayesi, kadınlık sorunları, Amerikan Başkanı Franklin Roosevelt‘in eşi Eleanor’un daveti ve son sekanslarda filmin başına yapılan atıf ile nihayetlenen bir sonla bitiş.
Tüm bu hızlı geçişler, bizde iyi bir biyografi filmi izlenildiği izlenimi bırakıyor mu? Kendi adıma filmin bu etkiyi ben de yarattığını belirtmem mümkün değil. Orkestra şefliği gibi, oldukça otoriter ve kontrolcü yapıyı, her türden cinsi kalıptan ayrık tutarak benimsemesi gereken bir kişiyi, yani filmin öznesi Antonia Brico’yu canlandıran Hollanda’lı aktrist ve şarkıcı Christanne de Brujin’in bu büyülü etkiyi verdiğini söylemek çok zor. Halbuki Antonio Brico’nun gerçek kayıtlarını sosyal paylaşım sitelerinde görmemiz mümkün ve orada bu şefi cinsi öğesinden bağımsız, armoniyi tam yakalayan bir varlık olarak görürüz.
Diğer oyunculuklar da maalesef vasatın altında kalmış. Ayrıca zaman zaman dizi estetiği boyutundaki çekimler, araya serpiştirilen ve hiç de doğal görünmeyen duygusal karışımlı sahneleri de hesaba kattığınızda, filmin gerçeklik duygusunu, hele hele vermeyi gaye edindiği kadın mücadelesini vermekten uzak düştüğünü anlarsınız. Halbuki kadının siyasal konumu ve pratiğine dair sinemanın çokça ışıltılı temsili de varken üstelik, mesela en politiklerinden “Suffragette (Diren)”, “Frida”, “Demir Çeneli Melekler”, “Kadının Fendi” ya da ülkemizde “Asiye Nasıl Kurtulur?” gibi örnekler bulunurken.
Filmin ben de kalan tek olumlu etkisi, klasik müziğin o eşsiz örneklerini, zaman zaman güzel bir orkestra sunumu eşliğinde dinlemekti. Kimler yok ki burada? Mahler’i, Bach’ı, Schubert’i, Betthoven’ı, Bizet’in Carmen’indeki Habanera’yı dinlemek hepimize iyi gelecek. İki saati aşkın süren filmin bu tesellisi size yetecekse buyurun ozaman sinemaya….
Yönetmen / Senaryo : Maria Peters
Müzik : Quinten Schram, Bob Zimmerman
Görüntü Yönetmeni : Rolf Dekens
Oyuncular : Christanne Bruijn, Benjamin Wainwright, Scott Turner Schofield, Seumas F. Sargent, Gijs Scholten van Aschat, Richard Sammel, Sian Thomas, Tim Ahern
Hollanda / Biyografik-Dram / 137 Dk.
Film şu an Fransa’da gösterimde. Bir kadın filmi olduğu için görmek istiyordum ama yorumunu okuduktan sonra kararsız kaldım. Gitmek; (herhalde) güzel bir müzik ziyafeti çekmek için yeterli olacaktır…