Büyük dalga gelir bir hayatı alır gider ve artık hiç bir şey eskisi gibi olmaz…
Yürek paralayan bir adolescent (yetişkin) hikayesi Waves; 18 yaşında kızım olduğunu da hesaba katarsak; yine 18 yaşındaki Tyler’in (Kelvin Harrison) yetişkinlik sancılarını ve düştüğü durumu izlemek hiç kolay olmadı benim açımdan. Film yüksek bir ivmeyle başlıyor, genelde filmlerin ikinci yarısında oluşmaya başlayan bu tempo, Waves’te tersine dönüyor, birinci bölümünde hareket ve olay ivmesi yükseliyor, ikinci bölümde ise tempo düşüyor, kamera dalgaların bıraktığı kumlara odaklanıyor artık. Aslında Dalgalar ismini de buradan alıyor. Med-cezir gibi bir bakıma, su gelip vurup geri gidiyor. Geri çekildiğinde ise arkada büyük tortular kalıyor. Waves’i iki ayrı hikaye olarak da düşünebiliriz, aynı evde büyüyen iki kardeşin hikayesi, Tyler ve kardeşi Emily (Alexa Demie)’nun.
Yönetmen Trey Edward Shults, oldukça genç 1988 doğumlu 31 yaşında. Amerikalı yönetmen 2015 yılında Krisha filmi ile başladığı yolculuğunu, 2017 yılında “Gece Gelen”le ve 2019 yılında yaptığı “Waves”filmi ile sürdürüyor. Krisha ile “En İyi Çıkış Yapan Yönetmen Dalında Gotham Bağımsız Film Ödülünü” “Bağımsız Ruh Ödülü” nü aldı. Waves ile “En İyi Film Dalında Bağımsız Gotham Bağımsız Film Ödülü”ne ve birkaç ödüle daha aday…Amerikan Bağımsız sinemasının genç yönetmeninin ileride çok ses getireceği yaptığı bu filmlerle aşikar görünüyor. Waves’te yaptığı efektlerle ve müziklerle filmi adeta coşturmuş diyebiliriz. Yönetmen filmin başlangıcında koyduğu diyaloglarla, şarkı sözleriyle ve gençlerin hareketleriyle aslında neler olabileceğini bize söylüyor ama anlayamıyoruz bunu, beklenmedik bir olayla karşılaştığımızı düşünüyoruz…
“İnsanları döndürmek için sevgi gerekli, sevgi asla zeval kabul etmez, sevgi bizim için hayırlıdır, dünyayı güzelleştirir”
Florida’da bir kilisede söylenen bu sözler aslında bir aileyi kurtarmaya yetmeyecektir. İki çocuklu mutlu bir ailedir Ronalds ailesi. Düzenli ve güzel bir yaşantıları vardır, her pazar ailecek kilise ayinine giden, aldıkları sevgi dopingiyle dönüş yolunda sevgilerini perçinleyen, bir lokantaya gidip birlikte yemek yiyip şakalaşan bir aile. Zenci olmasına rağmen Amerika’da iyi bir pozisyona gelmiş (sanıyorum) mühendis bir baba ve avukat üvey anne; üvey dediğime bakmayın, öz anneden daha ileride, çocuklara müthiş şekilde sahip çıkmış, onların her türlü sorunlarıyla ilgilenmiş, sevgisini üzerlerinden eksik etmemiş bir anne; 18 yaşında parlak gelecek vaadeden Tyler ve daha edilgen ve pasif biraz da abisinin gölgesinde kalmış Emily güzel bir villada günlük hayatlarını sürdürmektedirler…
Tyler bir yandan lise tahsilini yaparken bir yandan da babasının desteği ile de spor hayatına devam eder, güreş müsabakalarına hazırlanır; ne ki omzunda sakatlık çıkmıştır, doktoru geçici olarak güreş yapmaması konusunda onu uyarmasına rağmen durumunu ailesine haber vermez ve müsabakalara katılır, netice o sakat omuzla müsabakayı kaybeder, yıkımı başlamıştır artık; ergen ya dünyanın sonunun geldiğini zanneder; bu arada sevgilisinin hamile olduğunu öğrenir ve olumsuz olaylar hızla örülmeye başlar…
Bu problemlerle boğuşurken madde alır ve sevgilisinin bulunduğu ( kız kardeşi de oradadır) partiye gider olanlar olur…
Yönetmen Amerika gençliğinin durumunu o müthiş kamerasıyla gözler önüne sererken bir yandan da nedenini araştırır. Genellikle yapıldığı gibi bu nedenin altında da (tıpkı gençlerin bizzat yaptıkları gibi) direkt anne baba aranır…
Kimse kusura bakmasın, filmde aileyi suçlayacak, özellikle babayı suçlayacak hiç bir şey yok. Neymiş başarılı olması için oğluna bu kadar hırs motivasyonu vermemesi gerekliymiş, bu kadar disiplinli davranmaması gerekliymiş. Adam zenci, bu disiplin sayesine orta-üst bir konuma gelmiş, çocuklarına güzel bir hayat sunmuş, onlarla birebir ilgilenmiş, cici anne dersen çocuklara bir anneden daha yakın davranmış. Baba Ronald (Sterling K. Brown) “Bizler vasat olma lüksüne sahip değiliz” derken Amerika gibi bir ülkede Bir Zencinin başarılı olmasından başka şansı olmadığına vurgu yapıyor. Aslında buradaki suçlu; gencin kendisiyle başa çıkamaması sonucunda aldığı uyuşturucudur. (Çocukların gerçek annesi de yüksek dozda madde aldığı için ölmüştür zaten. Demek ki burada genetik bir faktör var diye düşünmekten kendinizi alamıyorsunuz.) Uyuşturucu illeti gençlerin geleceklerini kararttığı gibi ailelerini de birlikte sürüklüyor. Bu konuya direkt devlet müdahale etmeli ve bütün motivasyonunu kullanarak bu belaya çözüm bulmalı; zira o pırıl pırıl gençler ülkenin geleceğidir, bu gençlere sahip çıkılmadığı takdirde ülkeler de kendilerini ipotek altına alıyorlar bir bakıma…
Evet, mutlu bir günün dönüşündeki o şarkı gibi “Bir günde her şey değişir, 24 saatte her şey değişir” Ronald’ın ailesi için de böyle olmuştur ve her şey okadar hızlı gelişmiştir ki bir anda olaylar bambaşka yöne gitmiştir, Tyler cezaevine, anne- baba kendi cehennemlerine, kız kardeş ise bir çıkış aramaya..
“waves”ta eleştirilecek nokta ise ikinci bölümde (kız kardeşin hikayesinde) olayların yavan ve yavaş bir seyire girmesi seyircide (o kadar hareket, müzik, renk oyunlarından sonra) duygu boşluğu yaratıyor…
“Dalgalar” efektiyle, müziğiyle, hareketiyle , renkleriyle çığlık çığlığa anlatılan bir trajik öykü; ilgiyle izlenecek bir gençlik filmi. Her şey normal gitseydi ve vizyona girseydi seyircisi çok olacak bir filmdi….
“yeni bir dünya,/pencerenin dışında asılı/güzel ve garip/ uyanık olmalıyım…”
Filmin bitiş şarkısı nasıl da gündeme uygun…
Yönetmen / Senaryo : Trey Edward Shults
Görüntü Yönetmeni : Drew Daniels
Müzik : Trent Reznor, Atticus Ross
Oyuncular : Kelvin Harrison Jr., Taylor Russell McKenzie, Sterling K. Brown, Lucas Hedges, Renée Elise Goldsberry, Alexa Demie, Bill Wise, David Garelik, Justin R. Chan, Vivi Pineda, Clifton Collins Jr., Krisha Fairchild
ABD / Dram / 135 Dk.