Dünyayı Ardında Bırak / Leave the World Behind
Önemli bir meseleyi inandırabilmek
Bölümlere ayrılan katmanlı hikayesi, iyi oyunculukları, doğa tahribinin ve teknolojinin insanı giderek boğmasını bir arada veren biraz gotik yönleri ile Netflix’in diğer yapımlarından bir adım öne çıkan bir yapım olmuş “Dünyayı Ardında Bırak.” En büyük sorunu ise, bu denli önemli bir meseleyi sunduğu yapının inandırıcılığı.
Gelelim Büyük Resmi Okumaya
Bangladeş kökenli Amerikalı yazar Rumaan Alam‘ın dilimize İthaki Yayınlarınca çevrilen ve tartışmalar yaratan distopik romanı “Dünyayı Ardında Bırak” şimdi sinema yapımı olarak önümüzde. Netflix platformunda 8 Aralık itibariyle izlenebilir. Yapım sadece önemli oyuncularıyla ses getirmiyor. Evet, akademi ödüllü Julia Roberts ile Ethan Hawke, Yeşil Rehber’den çoğumuzun anımsadığı başarılı oyuncu Mahershala Ali ile yılların eskitemediği Kevin Bacon‘ı kadrosunda taşıması tabi ki çok önemli. Ancak yapımın ses getirmesi daha çok Tesla ve CEO Elon Musk üzerinden günümüz siber dünyasına göndermeler yaparak büyük söylemlerde bulunmasında. Ve bunu eski ABD Başkanlarından Barak Obama ve eşi Michelle Obama’nın da yapımcılarından olduğu bir film ile denemeye kalkmasında. Mr. Robot namıyla tanınan, ilk uzun metrajlı çalışması olan Kuyruklu Yıldız‘dan (Comet) sonra ikinci uzun süreli filmiyle Sam Esmail’in yönettiği, 2.5 saate yaklaşan süresiyle yapım apokaliptik çöküş hikayelerine daha güncel bir yaklaşımda bulunuyor.
Çivisi Çıkan Dünya
Konu kısaca şöyle : Reklam sektöründe halkla ilişkiler uzmanı olan Amanda (Julia Roberts) insanlardan nefret ettiğini kameraya haykırarak üniversite hocası olan kocası Clay (Ethan Hawke) ve çocukları Rose ve Archie ile birlikte bir hafta sonu kaçamağı yapmak için “Long Island”a gider. Her şey ilk başlarda iyidir. Kiraladıkları lüks koca bir malikanede tatilin zevkini çıkarırlar. Ancak çocukları arasında bir uyum sorunu vardır, özellikle sessiz yapılı Archie tam bir Friends dizisi tutkunudur ve tabletsiz yapamaz. Gezide ilk başta bazı tekinsiz olaylar yaşanır. Önce internet gider, sonra da kırmızı dev bir tanker ilk başta GPRS sorunu olduğu belirtilen bir nedenle kumsala oturur. Ardından evin asıl sahipleri olan Scott (Mahershala Ali) ve iğneleyici sözleri ile kızı Ruth (Myha’la) elektriksiz kaldıkları gerekçesiyle kiraya verdikleri eve dönerler. Birbirlerine şüpheyle başlayan bu iki biri beyaz, diğeri siyahi aile arasındaki ilişki, bir süre sonra bir siber saldırı olduğu belirtilerek eve hapsolmalarıyla artık çevrede ne olup bittiğini anlamadıkları daha az iç çatışmalı bir hale bürünür.
Filmin Sorunu Samimiyetinde
Yapım beş epizod halinde ilerliyor. İlk bölüm olan “ev” uyum demektir. Korunaklı bir alandır aile için. Sonrasında “eğri” ile bazı şeylerin ters gittiği hatırlatılır. Üçüncü bölüm olan “gürültü”de artık rahatsızlık dip noktadadır. Dördüncü bölüm “sel”de ise hayatta kalma mücadelesi görülür. Ve burada bize Scott’ın ağzından şu mesaj verilir : Bir kısım kişiler eliyle önce ulaşım ve iletişim devre dışı bırakılır yani tecrit uygulanır. Sonra halka yanlış bilgilerle onlar birbirine düşürülür. Ardından iç savaş yani çöküş başlar. Zaten filmin son sahnelerinde dişleri dökülen Rose için ilaç istenmeye gidildiğinde evinin önüne büyük bir ABD bayrağı asan Danny’in (Kevin Bacon) yardım etmeyen tavrı bu çözülüşü imler.
Pandemi döneminde daha çok artan iletişimsizlik, insanların teknolojiye olan bağımlılığı gibi temalar bu yapımda çöküş tehlikesine işaret eder bir hale gelmiş. Üstelik bunu yaparken kartları daha da açık hale getirmiş. Tesla araçların raydan çıkarak tehlikeli bir görünümle verilmesi, satır aralarında Musk’ın kafasını uzatması, özellikle İsrail saldırganlığında destekçi firma olarak görülen Starbucks’ın açık reklamının yapılması aslında yaklaşan ABD seçimleri öncesinde Trump karşıtı bir mesajın da verildiğini gösteriyor. Aslında temalar dünyanın geldiği aşamada elbette üzerinde düşünülmeye değer. Ancak işin içinde yapımcı olarak eski bir ABD başkanının isminin geçmesi ve dünyanın bu hale gelmesinde kendisinin azımsanmayacak bir payının olması filmin samimiyet derecesini azaltıyor. Ayrıca bölümlere ayrılarak sunulan kısımlar sonrasında bir ermiş havasıyla konuşan Scott’ın siyahi baskıları görmezden gelerek ve hatta onların villanın sahibi olmalarına karşın en altta kalmalarını vurgulamaması ise ilginçliklerden bir diğeri. Filmin ana teması kolaycı saptamalar yapıyor. Ve buradan da sonuç olarak emperyalist sistem bazı yeni öcüler üreterek kendisini dominant etmenin yolunu kültür araçlarından çıkartıyor. Bunu yaparken geyik gibi arkeolojik parçaların önemli ögeleri de aralara serpiştiriliyor.
Netflix’de yayınlanan “Dünyayı Ardında Bırak”, apokaliptik çöküş hikayelerine daha politik bir cevap veriyor. Bunu yaparken başlangıçtaki aile figüründen bir ülkenin çöküşüne yönelen daha geniş bir düzlem tercih ediliyor. Ve finaliyle de birçok kapıyı açık bırakıyor. Tod Campbell‘ın gittikçe artan gerilimi yansıtan görüntü yönetimi ile özellikle tanker ya da siren seslerinin sunumunda özenli ses düzeniyle de bir başarıdan bahsetmek mümkün. Her zaman izlemekten keyif aldığımız Julia Roberts ise iyi yaş almanın ve özenli oyunculuğun ne olduğunu güzel gösteriyor bizlere.
Sonuç olarak bölümlere ayrılan katmanlı hikayesi, iyi oyunculukları, doğa tahribinin ve teknolojinin insanı giderek boğmasını bir arada veren biraz gotik yönleri ile Netflix’in diğer yapımlarından bir adım öne çıkan bir yapım olmuş “Dünyayı Ardında Bırak.” Ama dediğim gibi en büyük sorunu bu denli önemli bir meseleyi sunduğu yapının inandırıcılık sorunu. En azından ben eski ABD başkanının yapımcılığından ve araya serpiştirilen firma reklamlarından bu duyguları edindim. Asıl emperyal gerçek aslında çok daha berrak. Ve bunun için dünyayı bırakmakta gerekmiyor üstelik.
Yönetmen / Senaryo : Sam Esmail
Görüntü Yönetmeni : Tod Campbell
Müzik : Mac Quayle
Oyuncular : Julia Roberts, Ethan Hawke, Kevin Bacon, Mahershala Ali, Myha’la Herrold, Charlie Evans, Farrah Mackenzie, Alexis Rae Forlenza
ABD / Gerilim-Dram / 138 Dk.