Ölüme Koşan Adam / The Runnıng Man

‘RUNNİNG MAN’ KOŞMAYA DEVAM EDİYOR!

Edgar Wrightın yönetmenlik koltuğunda olduğu bu ‘Running man’ genelde vasatlıkla hatta zaman zaman fiyaskoyla sonuçlanan King uyarlamaları arasında parlak bir örnek olarak öne çıkıyor. Bu kadar önemli bir eseri, hem de daha önce çok başarılı bir uyarlaması varken tekrar ele alıp farklı tonda etkileyici bir film çıkarmak bizce kolay bir iş değil!

Son olarak filmi yaratanların affına sığınarak bitirelim. ‘Bizce gene de orijinali daha iyiydi’!

OrtaKoltuk Puanı:

 

80’li ve 90’lı yıllarda başarı kazanmış, ses getirmiş ve zamanla kült mertebesine ulaşmış filmlerin remake’lerini, ‘reshoot’larını, ‘reboot’larını ve presequel’lerini sunmak Hollywood sinemasının asla vazgeçmediği ve muhtemelen yakın zamanda da vazgeçemeyeceği alışkanlıklarından birisi…

Sinemaya uyarlanması düşünülen proje Stephen King’in bir eseri olunca bizce iddia ve risk çok daha büyük oluyor. Zira King, sadece kitapları korku sinemasında en fazla uyarlanan yazarlardan biri değil aynı zamanda belki de adaptasyonlarının sonuçları en istikrarsız isimlerden biri! Kitaplarından uyarlamalar sürekli sinema ve televizyon yapımları olarak karşımıza geliyor ama bunların bazıları başyapıt düzeyinde, bazıları sadece iyi, bazıları vasat ve bazıları ise vasat altı olabiliyor. Bu ‘zig-zaglı’ gidişatın nedenleri olarak uyarlanan kitabın sinemaya ne kadar uygun olduğu, projeyi üstlenen yönetmenin kapasitesi veya ele alınan temaların ne kadar güncelliğini koruduğu gibi birçok iç dinamiği sayabiliriz.

Söz konusu King’in daha önce uyarlanmış bir eseri olunca durum biraz daha farklı oluyor zira eseri tekrar uyarlamak isteyen yönetmenin eline adeta bir ‘rehber’ geliyor ve daha önceki deneme başarısız bile olsa ‘geçmiş hatalardan ders çıkarma’ gibi bir şansa sahip oluyor.

1987 yılında sinemaya uyarlanan ‘Running man’, Arnold Schwarzenegger’in zirvede olduğu dönemde çekilen ve çok başarılı bulunmuş uyarlamalardan biriydi. Film, sadece ciddi bir heyecan fırtınası yaratmakla kalmıyor aynı zamanda da medyanın kötücül gücünü, tüketim toplumunu ve ‘rating’ uğruna her şeyin mübah olduğu bir düzeni irdeleyen etkileyici bir yapım olarak öne çıkıyordu.

Yönetmen Edgar Wright ilk film üzerinden nerdeyse 40 sene geçmiş olmasına rağmen romanın parmak bastığı temaların güncelliğinin farkında… Artık ‘reality show’lar her zamankinden daha çok televizyon kanallarını istila etmiş, özellikle sosyal medyada en çok ‘tık’ alanlar başarılı ve güzelden ziyade garip ve itici olaylar haline gelmiş durumda. Ve (Kim Kardashian gibi) hiçbir öne çıkan yeteneği olmayan insanlar bile inanılmaz derece ünlenebiliyorlar!

DO THE ‘WRİGHT’ THİNG!*

Yönetmen Wright, romana sadık kalarak, 1987 yılındaki ilk filmi daha gerçekçi temellere oturtuyor. Orijinal filmin fantastik havası her ne kadar seyir zevki açısından daha yüksek olsa da, bu film hikayeyi sanki daha oturaklı, daha dingin ve daha dramatik bit tatta başlatıyor. İşinden sendika tarafını tuttuğu için çıkarılmış Ben Richards’ın para sıkıntısı çekmesi ve hasta kızının tedavi parası için zorunlu olarak ‘Running Man’ yarışmasına katılması üzerine şekillenen senaryo zaten ilk filmden tanıdığımız tehlikeli şehir Co-Op City’yi bir kez daha başarılı bir şekilde resmediyor. Bu şehirde otuz gün boyunca hayatta kalmak zorunda olan Ben, peşinde onu öldürmek ‘hedefiyle’ izini süren avcılardan ve (onların deyişiyle) milislerden kaçmaya çalışıyor.

Uyarlanan kitabın ve dolayısıyla filmin özelliklerinden biri de tabii ki ana karakterleri sadece kahraman ve düşmanları olarak ayırmaması oluyor. Reyting rekorları kıran bu yarışmada ‘hedef’ konumunda bulunan insanlara aslında en büyük tehdidi yaratan dolaylı olarak programın sadık izleyici kitlesi oluyor. Hayatlarında belki de eksikliklerini çektikleri heyecan duygusunu bu programda bulan bu kitle, gerçekleşen olayların vahşiliğine, gaddarlığına hiç aldırış etmeden izledikleri takip sekanslarını alkışlıyor, destekliyor ve bunları izlemekten büyük bir zevk alıyor.

GELECEKTEKİ ŞEHİR GÜNÜMÜZDE!

Adeta ‘kana susamış’ gibi davranan bu seyirciler korkutucu bir şekilde çok gerçek üstü durmuyorlar. Tabii ki ekranda yaşanan cinayetleri izlemek ‘uç’ bir örnek ve günümüzde yaşanması çok uzak bir ihtimal ama unutmamak gerekir ki toplumun hatırı sayılır bir kesiminde zor durumda kalan ve acı çeken insanlara karşı (özellikle sosyal medyada) ciddi bir ‘merak’ var. Bu merakın ilk eleştirisini yönetmen PollackAtları da vururlar’ (1969) filmiyle yapmıştı . Ne yazık ki bu akım bizim televizyonlarımızda da bir dönem yayınlanan ‘Uçur beni’ veya ‘Dokun bana’ gibi (patenti yurt dışı programlardan alınan) yarışmalarla devam etti.

Running men’de resmedilen ‘geleceğin dünyasında’ hem bir pozitif nokta hem de bir noksanlık var: hikayede sunulan bu dünya görsel açıdan oldukça başarılı. Şehir merkezinde ve sokaklarında bir donukluk, bir ruhsuzluk var. Ufak mağazalar yerine her yeri büyük seri üretim/zincirleri sarmış. İnsanlarla yüz yüze görüşme en alt seviyelere düşmüş. Ve belki de en önemlisi ülkede baskıcı, boyun eğdiren totaliter bir rejim var. Bu boğucu ortamda kendini öne çıkaran ve belli ölçülerde özgür hissedenin sadece ‘Running man’ gibi yarışmaları organize eden devasa şirket olduğu anlaşılıyor.

Dolayısıyla burada tasvir edilen karamsar dünyanın benzer filmlerde olduğu gibi rengarenk, adeta dev bir lunapark gibi çizilmemesi bizce son derece yerinde bir karar…

Ancak aynı zamanda da buradaki gelecek dünya, çok daha gerçekçi temellere oturduğu için günümüzdeki dünyadan çok farklı değil! Filmde gördüğümüz birçok sekans, bize çok uzak olmayan hatta günümüzde bile yavaş yavaş denenmeye başlanan buluşları, icatları gösteriyor. Herhangi birinin şaşkınlıktan ‘ağzımızı açık bıraktığını’ söylememiz biraz zor!

Başrolü üstlenen Glen Powell üst düzey bir performans sergiliyor. Tabii ki bir Arnold Schwarzenegger kadar etkileyici bir gücü olmasa da hem dövüş sahnelerinde hem de duygusal sahnelerde görevini layığıyla yapıyor. Hatta filmdeki ‘avcı’ ve milis güçlerinin aynı kalıptan çıkması gibi bazı karakter çeşitlendirme eksikliklerini oyuncu dinamik performansıyla kapatıyor. Aynı şekilde yarışma şirketinin paragöz, bencil, kendini beğenmiş ve kaypak sahibi rolünde Josh Brolin de karikatüre dönebilecek bir rolde gerçekten başarılı…Powell’ın eşini oynayan Jayme Lawson ve özellikle yarışmanın sunucusu rolünde Colman Domingo’nun canlandırdığı karakterler ise bizce yeterince geliştirilememiş…

Edgar Wrightın yönetmenlik koltuğunda olduğu bu ‘Running man’ genelde vasatlıkla hatta zaman zaman fiyaskoyla sonuçlanan King uyarlamaları arasında parlak bir örnek olarak öne çıkıyor. Bu kadar önemli bir eseri, hem de daha önce çok başarılı bir uyarlaması varken tekrar ele alıp farklı tonda etkileyici bir film çıkarmak bizce kolay bir iş değil!

Son olarak filmi yaratanların affına sığınarak bitirelim. ‘Bizce gene de orijinali daha iyiydi’!

Yönetmen : Edgar Wright

Senaryo : Edgar Wright, Michael Bacall

Görüntü Yönetmeni : Chung-Hoon Chung

Kurgu : Paul Machliss

Oyuncular : Glen Powell, Josh Brolin, William H. Macy, Lee Pace, Emilia Jones, Michael Cera, Daniel Ezra, Jayme Lawson, Colman Domingo, David Zayas, Katy O’Brian

ABD / Kara Komedi-Aksiyon-Macera-Gerilim-Bilimkurgu / 120 Dk.

 

 

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz