10 Numaralı Kamara / The Woman in Cabin 10
SIRLARA AÇILAN YOLCULUK
Keira Knightley’li bu psikolojik gerilim filmi, suda bir ceset gören ancak kimseyi inandıramayan bir gazetecinin hikayesini anlatıyor. Başlangıcı etkileyici olsa da temposu kararsız, finali ise aceleye getirilmiş.
Aralarında benim de izlediğim Aşk ve Gurur, Kefaret, Anna Karenina, Colette gibi birçok filmde başrol oynamış Keira Knightley bu kez ünlü bir gazeteci olarak karşımıza çıkıyor. Simon Stone’un yönettiği film Ruth War’ın best seller olan aynı adlı romanından uyarlandı. Modern bir Agatha Christie romanı olarak nitelendirilen kitabı okumadım ama bu bir kayıp değil, filmini izlemek yeterli oldu…
Filmin ilk sahne mekanı asansör; başrol oyuncumuz ve karakterimiz Laura Blacklock (Keira Knightley) asansörle işyeri olan gazeteye çıkıyor. Evet ilk sahnede kapalı kalma ve sıkışma hali hissettiriliyor. Gazeteci Lo’nun (Laura’nın kısaltılmış hali, iş arkadaşları ona böyle hitap ediyor) canı sıkkındır, olayın ne olduğu verilmiyor ama onunla görüşmeyi kabul eden bir kadının boğulduğunu öğreniyor. Belli ki karanlık bir bağın çözülmesinde yardımcı olacakken o karanlık bağ deşifre olmamak için kadının boğazına yapışıyor. Karanlık meselenin de aç çocukların (Afrika çocukları olmalı) fonlarının çalınması meselesi ile ilgili olduğunu iş arkadaşının kurmuş olduğu bir cümleden anlıyoruz. Lo’nun kendi sıkıntısı da vardır, sevgilisi ve meslektaşı olan Ben Morgan’dan (David Ajala) yeni ayrılmıştır. Meslektaşı ve amiri onun tatile çıkmasını önerse de tatili kabul etmez, bu kez amiri FİFA yolsuzluğu ilgili haber araştırmasını ister ama o, belli ki bu haberlerden yorulduğu için daha insani bir haberin peşine düşmek ister.
Kanser hastası olan çok zengin bir kadının eşinin kuracağı vakıf ile ilgili haber yapması için bir davet aldığı habere gitmek ister. Davetiye bizzat kanser hastası Annie Bulmer’den (Lisa Loven Kongsli) gelmiştir. Vakfın tanıtımı Titanik yavrusu lüks bir yatta yapılacağı için denizlere açılmak ona hem iş hem tatil fırsatı verecektir. Annie zaten çok zengin Norveçli gemicilik varisidir. Ve vakıf yönetim kurulunu, gazetecileri ultra lüks yatıyla Norveç’teki bağış galasına götürecektir. Böylece kuzey denizine doğru yolculuk başlar. İlk başta her şey normal gibi görünse de olayın yüzü değişir anormal bir hal alır, insanlık adına yapılan faaliyet için yola çıktığını düşünen Lo bambaşka insanlık dışı bir durumla karşılaşır…
KORKUSUZCA DOĞRULAR İÇİN MÜCADELE VEREN GAZETECİLERE SELAM OLSUN
Filmin gelişme bölümünde yukarıda değindiğim üç unsurun kesişme noktasına varıyoruz. Kanser hastalığı ile mücadeleyi bırakan ve öleceği için arkada iyilik bırakmaya kararlı Annie, haber fotoğrafı için gemiye davetli olan eski sevgili Ben Morgan ve vakfı kuran eş Richard Bullmer (Guy Pearce).
Nihayet iyi bir habere rastlamak umuduyla Titanik yavrusuyla denize açılan Lo, o şatafatın ve zenginliğin arka planındaki hikayeyi önce kavrayamazsa da sonradan denize atılan bir cesetle olayın seyrinin çok farklı olduğunu anlaması ve okların kendisine çevrilmesiyle artan gerilim izleyiciyi bir bakıma ters köşe yapmayı başarıyor. Her ne kadar gazetecinin denize fırlatılan ceset görmesinin gerçek değil halüsinasyon olduğuna inandırmaya çalışılması istense de izleyici neyin gerçek neyin halüsinasyon olduğunu anlıyor. Şahsen ben ters köşe olmadım. Tahmin ettiğim gibi ilerledi. Yönetmenin bunu özellikle yaptığını düşünüyorum. “Paranoyak kadın” klişesini kırıp başka bir yola sapıyor. Hadi bir ipucu vereyim. Bazı insanların para, mevki, miras için şeytanın bile aklına gelmeyen şeyleri düşündüklerini görüp pes diyorsunuz.
Ancak burada dürüst bir gazetecinin kimsenin kendisine inanmamasına ve gelişen korkutucu olaylara rağmen korkusuzca olayların üstüne gitmesi, gerçeği ortaya çıkarmak için canını tehlikeye atması bir kez daha böyle gazetecilere ne kadar şey borçlu olduğumuzu bize hatırlattı…
SONUÇ.
Film, Hitchcockvari bir atmosfer kurmaya çalışıyor. Laura’nın zihinsel durumu, geçmişte yaşadığı travmalar ve tükenmişlik hali, izleyicinin algısını sürekli test ediyor. Ama izleyici bu ikilemin içine düşmüyor, izleyici gazeteciye inanıyor.
Keira Knightley, Laura rolünde oldukça inandırıcı bir performans sergiliyor. Özellikle karakterin içsel çatışmalarını yansıtmada başarılı. Görüntü yönetimi ve yat ortamının kullanımı da etkileyici. Ancak tüm bu teknik başarılar, senaryodaki yapısal zayıflıkları kapatamıyor.
“10 Numaralı Kamera” güçlü bir giriş yapmasına rağmen hem anlatım hem de final açısından yeterince tatmin edici bir gerilim sunamıyor. Tematik derinlik kazandırılamayan senaryo filmdeki sürprizi de öne çıkarmayı başaramıyor. Dolayısıyla film okumadım ama romanın iyi bir uyarlama olduğuna bizi inandırmıyor…
Büyük bir beklenti olmadan izlenir, akıcı…
Yönetmen : Simon Stane
Senaryo : Simon Stone, Joe Shrapnel, Hillary Seitz, Anne Waterhouse
Görüntü Yönetmeni : Ben Davis
Kurgu : Mark Day
Oyuncular : Keira Knightley, Hannah Waddingham, Kaya Scodelario, Guy Pearce, Gugu Mbatha-Raw, Paul Kaye, Lisa Loven Kongsli, Daniel İngs, Art Malik, David Morrissey
İngiltere-ABD / Gerilim-Gizem-Korku / 95 Dk.