12 Savaşçı
AFGANİSTAN’DA O BİTMEYEN SAVAŞ NASIL BAŞLADI?
(12 Strong)/ Yönetmen: Nicolai Fugisig / Senaryo: Ted Tally, Peter Craig / Görüntü: Rasmus Videbaek / Müzik: Lorne Balfe / Oyuncular: Chris Hemsworth, Michael Shannon, Michael Pena, Navid Negahban, Trevante Rhodes, Geoff Stults, Tadd Luckinbill, Ben O’Toole, William Fichtner / Amerikan filmi
12 Savaşçı içinde farklı, ama hepsi güçlü şeyler barındıran bir film. Ki bunların kimisi filmi sevmemizi sağlarken, bazıları da tedirgin edici olabiliyor ve yargımızı biraz sarsıyor.
Film ABD’nin 20. yüzyılın ikinci yarısında uğradığı en büyük felaketi, yani 11 Eylül 2001’de New York’un İkiz Kuleler’ine yapılan, ardından Pentagon’a da uzanan ve sonunda üç bine yakın kişinin hayatını kaybetmesine yol açan büyük terör saldırısının hemen sonrasını anlatıyor. Ki bu olay, en iyisi Oliver Stone’un ”World Trade Center- Dünya Ticaret Merkezi (2006)” olan birkaç filme konu olmuştu.
Olayın hemen sonrasında ABD, bu işin ardında olduğu ortaya çıkan Taliban’ın ve onun ürkünç lideri Usame Bin Ladin’in peşine düşüyor: daha doğru-dürüst bir askeri müdahale kararı alınmadan, çok sınırlı ve seçilmiş bir birliği örgütün vatanı Afganistan’a yollayarak….
Gerçek olayları anlatan ve filmin de esinlendiği kitaba göre 12 kişilik bir çekirdek grup, duruma el koyup elinden geleni yapmak için oraya gidiyor. Sınırlı bir kara harekatı, ama ona eşlik eden vurucu bir hava gücüyle birlikte…
Orada anlıyoruz ki Bin Ladin’e muhalif, ılımlı müslüman geniş bir kesim ve onun örgütleri de vardır. Ama ne yazık ki aralarında üçe bölünmüşlerdir ve her biri öbürünü düşman görmektedir. Yani Tam Şark usulü bir durum!….
Film başlarda ve aslında tümüyle tam bir Amerikan propagandası olarak gözüküyor. Bir kahramanlık destanı; ilan edilmiş bir savaş olmadığı için kamuoyuna açıklanmamış, galipleri tanıtılmamış ve sanki unutulmuş bir zaferin, sonunda sinema yoluyla ve hayli gecikmeyle kutsanması.
Ama hepsi bu değil kuşkusuz. Bir yandan, her yerde hazır ve nazır olmayı şiar edinmiş bu dev gücün hep yinelenen öyküsü bu denebilir. Ama bu kez kendi vatanında vurulmuş olmanın şokunu yaşayan ve intikamını almak isteyen bir ülke. Daha anlaşılır bir durum değil mi?
Öte yandan, ABD’nin müdahale ettiği ülkelerdeki genel politikası üzerine de ilginç şeyler söylüyor. Yalnızca kendisine hep eşlik eden küçük Afgan oğlan yaralanınca onu kurtarmak için hayatını tehlikeye atan siyahi askerle değil. Ki az dokunaklı bir sahne değil bu…
Bize gösterilen Afgan liderleri ve savaşçıları aracığıyla da çok şey söylüyor film…Bunlardan ABD’nin müttefiki olmayı seçmiş general Abdülreşid Dostum, ciddi bir ABD eleştirisi de içeren öylesine gerçekçi şeyler de söylüyor ki…Örneğin şu: “ABD hep her yerdedir. Ama çekip gidince korkak olur. Kalırsa da düşman!”..
Daha da ilginci, kuşkusuz savaş sahnelerinin inanılması zor gerçekçiliği. Sanki Er Ryan’ı Kurtarmak ya da yakın tarihli Dunkirk’den beri en başarılı, sanki nefes kesen çekimler. Danimarkalı yönetmen bu ilk Amerikan filminde, değişik bir coğrafyayı geniş perdede tüm gerilimi, dehşeti ve korkunçluğuyla karşımıza getiriyor.
Ve savaşı, sanki gösterilen kahramanlığın bile doğrulayamayacağı bir insanlık dışı olay olarak sunarken, hiçbir savaşın meşru olmadığını bizlere görsellik yoluyla haykırıyor..
Filmde yer yer Bin Ladin’i simgeleyen ve ona benzeyen bir savaşçı gösteriliyor: adı Molla Rezzan olan..Bir kadını kocasının ve kızlarının gözü önünde öldürüyor, canlı bir silah gibi çalışıyor. El Kaide’nin perdede canlanması sanki. Tüm ürkünçlüğüyle…
Ve general Dostum bir yerde şöyle diyor: “Bir zamanlar Afganistan’da kadınlar örtünmez, kızlar da okula gidebilirdi”.
Ne yazık ki oralarda savaş sürüyor. Tüm o yasaklar da….O koca ülke hala kendine gelemedi. Tıpkı İrak gibi, Suriye gibi, Libya gibi…
Ve biz bölgemizde örnek bir ülke olmuşken, yeniden birbirimize düşüyor, yeniden laik düzenin ve Cumhuriyet’in getirdiği tüm hakları tartışmaya açıyor, yeniden bölünüyor ve yeniden savaşıyoruz. Ne yazık!….