6888. Tabur / The Six Triple Eight
SİYAHİ ASKER KADINLAR
Sinema, özellikle Netflix yapımları kıyıda köşede kalmış hikayeleri ortaya çıkararak tarihe ışık tutmaya devam ediyor. 2. Dünya Savaşında bir yandan Nazizimle ile mücadele veren Amerika diğer taraftan kendi ırkçılığını ve ayrımcılığını savaşta bile sürdürmeye devam ediyor. Askere alınan kadınlar önce siyahlar ve beyazlar olarak ayrıştırılıyor, beyaz kadınlara önemli görevler verildiği halde siyahi kadınları Amerika dışına bile çıkartmıyorlar. Böylece 6888. taburun siyahi kadınları kendilerini kabul ettirmek için sadece savaş cephesinde değil başta siyahi olmanın, artı kadın olmanın da getirdiği zorluklarla her cephede savaşıyorlar… 2. Dünya Savaşından ziyade siyahi asker kadınların hikayelerine odaklanan film gerçek tarihi bir olaya ışık tutuyor.
AMERİKA İÇİN SAVAŞAN KADINLARIN RENGİ SİYAH İSE KAHRAMANLIKLARI ÖNEMSİZLEŞİYOR…
“Evet savaşta olduğumuzu biliyoruz ama bizim savaşımız siyah olmakla başlıyor, her cephede savaş veriyoruz”
20 Aralık 2024 tarihinde Netflix’te gösterime giren “6888. Tabur” az bilinen daha doğrusu üstü örtülen ve görülmeyen Afrika kökenli Amerikalı kadın birliğinin kahramanlık hikayesinin izini sürüyor. Filmin yönetmeni ve senaristi Tyler Perry şöyle diyor : “Bunun bilmediğim gerçek bir hikaye olduğunu öğrendiğimde kendimden utandım, Onların sadece 2. Dünya Savaşında değil aynı zamanda Avrupa’da da görev yapıp ülkemiz için savaştıklarını göstermek için anlatılması gereken bir hikaye olduğunu düşündüm.” Yönetmen filmini bu cesur kadınlara ithaf ediyor ve onlara saygı duruşunda bulunuyor…
Film açılışını İtalya’nın Pietro kentinde Aralık 1943’te yapıyor. Dijital efekt kullanılarak yapılan sahne savaşın dehşetini yapaylaştırsa da korkunç tabloyu tahmin etmemize engel olmuyor. O korkunç tabloda bir savaş uçağı düşürülüyor ve içindeki pilot yanarak can verirken bir başka asker onu kurtarmaya çalışıyor. Çok geç olduğunu anladığında pilotun koynundan kanlanmış bir mektup çıkarıyor… Ölü askerlerin üzerinden çıkan mektuplar eşlerin, sevgilerinin, çocukların özlem çığlığı ile doludur…
Film ilerledikçe anlıyoruz ki o mektuplar sahiplerine ulaşmamış. Amerikalı generaller savaşın yoğunluğu içerisinde insani duyguların en çıplak hali olan mektupların yerlerine ulaşmasını önemsememişler ve mektuplar depolarda torbalar içinde öylece bırakılmış…
Evladından haber alamayan bir anne günlerce başkan Roosevelt’in evinin önünde bekler, sonunda Bayan Roosevelt görüşmeyi kabul eder. Anne asker oğluna yazdığı mektuplardan hiç cevap alamadığını söyler. Araştırılır ki mektupların hiçbiri yerlerine ulaştırılmamış. Başkan Roosevelt’in emriyle mektupların dağıtılmasını istenir. İşte tam bu esnada zenci kadın birliği hatırlanır. Burada da yine bir önemsizleştirme söz konusudur. Öyle ya insana ait olan her şey kafatasçılara yabancıdır. Ne siyahi kadınların ne de mektuplarının değeri yoktur… 6888. Tabur böylece milyonlarca (17 milyon ) postayı dağıtmak üzere Avrupa yoluna çıkarlar. Bu posta birliğinin tüm engellere rağmen nasıl mücadele verdiğini izleyicilere bırakalım…
Anladığım kadarıyla yok sayılan hikayeyi Barack Obama ve eşi gün yüzüne çıkarmışlar ve o kadınlara hak ettikleri itibari iade etmişler… Tabii Amerika’nın ayrımcılığının bu kadar eleştirilmesine rağmen bir yandan da kutsal bir ülke olarak addedilmesi de filmin çelişkisi. Ya da “Tamam suya dokunduk ama sabuna dokunmayacağız, o kadar temizliğe gerek yok, nasıl olsa tenimizin rengi açılmayacak, kızdırmayalım şimdi sevgili ülkemiz Amerika’yı “ anlamı taşıyor… böyle bir biyografi filmi daha etkileyici ve derin olabilirdi ama tarihe dair yeni bir hikaye öğrenmek isteyenlere önerilir…
İyi seyirler…
Yönetmen / Senaryo : Tyler Perry
Görüntü Yönetmeni : Michael Watson
Kurgu : Maysie Hoy
Müzik : Aaron Zigman
Oyuncular : Kerry Washington, Ebony Obsidian, Milauna Jackson, Oprah Winfrey, Kylie Jefferson, Pepi Sonuga, Sarah Jeffery, Susan Sarandon
ABD / Savaş-Dram / 125 Dk.