Açlık Oyunları : Kuşların ve Yılanların Şarkısı / Hunger Games : The Ballad of Songbirds and Snakes

Kendi Yolunu Seçmeye Çalışanlar ve Yoldan Çıkanlar

Serinin spin-off’u olma özelliği taşıyan film, Katniss’li son filmin sekiz yıl ardından vizyona girmekle birlikte serinin 64 yıl öncesinde kıyamet sonrası distopik bir coğrafyada geçiyor. Distopya anlatısı, ana karakterler olarak çocuk yaştaki kahramanları ele almasına rağmen seyirci kitlesinin çocuklar olarak tanımlanmasından çok daha kanlı ve karanlık bir yapıya sahip. Filmle ilgili en çok göze batan sıkıntı da apaçık ortada olan toplum eleştirisinin bir yandan da sürekli vites arttıran fantastik evrenle karikatürize edilmesi oluyor.

OrtaKoltuk Puanı:

 

 Serinin spin-off’u

Katniss Everdeen’in hikâyesini anlatan Açlık Oyunları serisinin beşinci filmi; The Ballad Of The Songbirds And Snakes vizyona girdi. Serinin spin-off’u olma özelliği taşıyan film, Katniss’li son filmin sekiz yıl ardından vizyona girmekle birlikte serinin 64 yıl öncesinde geçiyor. Seriyi bilmeyenlerin her şeye sıfırdan başlayabileceği hatta Açlık Oyunları’nın ilk yıllarını görebileceği film yine de önceki filmlerde verilen bazı ayrıntıları vermekten geri duruyor. Biz de Açlık Oyunları: Kuşların ve Yılanların Şarkısı film incelemesi yaparken, öncül filmlerden ve kitaplardan bağımsız olarak yalnız bu filmi değerlendireceğiz. Yani yazıda spoiler olup olmaması, öncülleri takip edip etmemenize göre değişecektir.

Şimdi kitapların ve önceki filmlerin izlerini silip sadece bu filmde gördüğümüz ve duyduğumuz kadarıyla başa sarıyoruz. Film, kıyamet sonrası distopik bir coğrafyada geçiyor. Büyük bir savaş ve ardından gelen yıkımın ardından bildiğimiz anlamdaki medeniyet yok olmuş veya en azından sınırları oldukça incelmiş gibi duruyor. Panem halkının yaşadığı Capitol adı verilen bir başkent ve onu çevreleyen 12 ayrı mıntıkadan oluşan bölgeler var. Capitol yönetimi ve halkı mıntıkadakilerden fazlasıyla refah içinde yaşıyor ve yıllar önce mıntıkalardan yükselen bir isyanın cezası olarak her mıntıkadan toplanan çocuklara, gladyatör dövüşüne benzeyen ölümüne bir oyun oynatılıp bu Capitol halkının izlemesi için televizyonda yayınlanıyor. Buna da Açlık Oyunları deniyor.

Capitol halkının yaşadığı refahın, yöneticilerinin mıntıkalar üzerindeki baskılarının ve en çok da Açlık Oyunları’nın bir tepkimesi olduğunu görüyoruz. İsyancılar olarak adlandırılan bir grup, kente saldırılar düzenliyor. Başkentin kontrol edemediği çok az alan olmasına rağmen, isyancılar, Capitol halkına ve önde gelenlerine kayıp verdirebiliyor.

Filmin, özellikle kostüm tasarımları oldukça göz doyurucu nitelikte olmakla birlikte görsel efektler göze batmıyor ama büyük sinematografik bir dile dönüşmüyor. Distopya anlatısı, ana karakterler olarak çocuk yaştaki kahramanların ele alınmasına rağmen seyirci kitlesinin çocuklar olarak tanımlanmasından çok daha kanlı ve karanlık bir yapıya sahip. Bir yanıyla Harry Potter gibi fantastik bir dünya, bir yandan “1984” gibi karanlık bir evren bir yandan da Game of Thrones gibi oldukça koyulaşan gri karakterler barındırıyor. Bir savaşın ortasında geçen Narnia Günlükleri’nden çok daha karamsar, büyülü denmekten çok, karanlık bir evrene sokuyor.

Kitabın yazarı Suzanne Collins’in anlatımına göre kitabın ortaya çıkma fikri; yazarın televizyonda savaş görüntülerini ve reality show’ları arka arkaya görmesi ve bundan duyduğu rahatsızlık sonucunda oluşuyor. Bu açıklamayla bile direkt akla gelen Baudrillard’ın Simülasyonlar ve Simülarklar kitabı, filmde hayatta kalmak için birbirlerini öldürmesi beklenen çocukları televizyon karşısında kayıtsızlıkla ve hatta zevkle izleyen kalabalığı gördükçe gözden kaçması imkânsız hale geliyor. Hatta filmle ilgili en çok göze batan sıkıntı da apaçık ortada olan toplum eleştirisinin bir yandan da sürekli vites arttıran fantastik evrenle karikatürize edilmesi oluyor.

Karakterlere biraz bakacak olursak; ofisindeki türlü alet ve icadın arasından ve ara sıra söylediği; “düşmanlarım gününü görecek” minvalindeki cümlelerinden, Oyun kurucu Gaul; Bond filmlerindeki çılgın dâhilere ve mağarasında büyü yapan büyücülere benziyor. Viola Davis’in muhteşem performansına denecek yok. O ve Peter Dinklage; Doktor Gaul ve Dekan Highbottom karakterlerini harika oyunculuklarla ortaya koyuyor. Bu iki karakterin repliklerinin arttığı yerler; filmin tansiyonunun çıkıp dramasının yükseldiği kısımları oluşturuyor. Jason Schwartzman’ın, Lucky Flickerman’i de Açlık Oyunları’nın gamsız sunucusu olarak filmin komedi yükünü üstleniyor.

Shazam 2 ile tanıdığımız Rachel Zegler’in canlandırdığı Lucy Gray Baird; yeteri kadar cesur, yeteri kadar iyi, yeteri kadar asabi olmasının yanı sıra yeterince de küstah bir karakter. Lucy, dostlarına önem veriyor, yaşadıklarından sonra etrafındakilerin güvenebileceği insanlar olmasını bekliyor ve hayatta kalmak istiyor. Filmin neredeyse müzikale dönüşmesine sebep olacak kadar şarkı söylediği kısımlarda parlasa da ışığı diğer ana karakter olan Coriolanus Snow’un (Tom Blyth) yanında sönük kalıyor.

Büyükannesi ve kuzeni Tigris ile birlikte yaşayan, 18 yaşındaki Coriolanus Snow’un ailesi aristokrasiye mensup olsa da Coriolanus’un babası soğuk bir gecede öldürüldükten sonra ailenin serveti yıllar içinde eriyip yok oluyor. Üzerinde zırh gibi taşıdığı nezaketini hiçbir zaman kenara bırakmayan Coriolanus, düşüncelerini her zaman kendine saklayan ve içine düştüğü durumdan, kıvrak zekasıyla, hiç renk vermeden çıkmayı öğrenmiş biri olarak karşımıza çıkıyor. İyi niyetinden şüphe edilmeyecek biri olarak başladığı filmi yer yer seyircinin aklına ektiği soru işaretleriyle devam ettiren Coriolanus’un, filmin son kısmında dönüştüğü karakterde baştaki halinden eser kalmıyor.

Filmin bittiği yerde Coriolanus’u; seyirciyi Katniss Everdeen ile tanıştıran ilk Açlık Oyunları filminde / kitabında; herkesin nefret ettiği Başkan Snow olmaya doğru ilerleme yolunda bırakıyoruz. Star Wars’ta, Anakin’de gördüğümüze benzer bir değişim burada Coriolanus’a olmuş gibi görünüyor ve tabii ki önceki seriyi çoktan izlemiş olan seyirci için bu durum sürpriz bir son teşkil etmiyor. Coriolanus Snow, görünüşü, hareketleri ve her şeyiyle anime veya Game of Thrones seyircisi olanların yakından bildiği bir karakter modeline dönüşüyor.

Senaryonun Coriolanus’u sürekli bir kaçınılmazlığa sürüklemesi, onun nefret ettiği şeye dönüşmesi; kaderci denmeye müsait komplike bir yapı oluşturuyor. Sürekli özlediği babasına iyice benzediği an, aslında babasının nefret edilecek biri olduğunu öğrendiği an oluyor ve buradan geriye dönüş için bir tren ve onda böyle bir istek bulunmuyor. Coriolanus, elindeki kan ve herkese söylediği yalanlarla; kendine yol seçmeye çalışırken yoldan çıkan biri oluyor.

Temsil yükü oldukça fazla olan filmde karakterlerin dönüştüğü tiplemeler, iktidar-medya ilişkileri ve nelerin neleri sembolize ettiği hakkında türlü okumalar yapılabilir ama o kısımları seyircinin yorumlarına bırakıyoruz. Filmin, devam filmini garantileyen bir after-credit sahnesi bulunmuyor ama film, az önce izlediklerini biraz sindirmek için öylece ekrana bakan seyirciler bırakıyor.

Yönetmen : Francis Lawrence

Senaryo : Francis Lawrence, Suzanne Collins

Görüntü Yönetmeni : Jo Willems

Kurgu : Mark Yoshikawa

Müzik : James Newton Howard

Oyuncular : Tom Blyth, Rachel Zegler, Viola Davis, Peter Dinklage, Hunter Schafer, Jason Schwartzman, Lily Cooper, Ashley Liao, Knox Gibson, Laurel Marsden, Jerome Lance, Mackenzie Lansing, Aamer Husain, Josh Andrés Rivera, Nick Benson, Luna Steeples

ABD / Bilimkurgu-Aksiyon-Macera / 158 Dk.

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz