Alpha

Farklı, ayrıksı, sarsıcı, rahatsız edici

Farklı ve ayrıksı konusu, sarsıcılığı ve rahatsız ediciliğiyle “Alpha”, Cannes’da eleştirmenleri ikiye ayırmış, farklı tepkiler almış bir film. Kimi yerden yere vurmuş, büyük hayal kırıklığına uğradığını belirtmiş, kimi de çok beğenmiş. Nerdeyse başyapıt düzeyinde olduğunu yazanlar da olmuş. Ben bu sonunculardan yanayım. Tabii ki karar sizin.

OrtaKoltuk Puanı:

 

FİLMEKİMİ 2025 GÜNLÜKLERİ 15

“Gördüğümüz ya da göründüğümüz her şey / Rüya içinde bir rüya mıdır ?” Edgar Allan Poe

1983 Paris doğumlu Fransız sinemacı Julia Ducournau’nun, son Cannes yarışma bölümünde yer alan üçüncü uzun metrajlı filmi “Alpha” kanımca, yazar yönetmenin Cannes FİPRESCİ ödülü almış “Raw / Ham” (2016) ile başladığı, Altın Palmiyeyi kazanan “Titane” (2021) ile sürdürdüğü, fantastiğe ve bilimkurguya göz kırpan, insan vücudunun fiziksel ve psikolojik dönüşümünü, deformasyonunu veya bozulmasını konu alan “body horror / bedensel korku” temalarına odaklanan üçlemesinin son halkası.

Jane Campion’dan sonra Altın Palmiyeyi kazanan ikinci kadın olan Julia Ducournau‘nun (bu ikisine tüm Cannes tarihinde sadece bir üçüncü “Anatomy of a Fall” ile Justine Triet katılmıştır.) tartışmalı “Titane” filmine neden Altın Palmiye Ödülü verdiği sorulduğunda, dönemin Jüri başkanı Spike Lee Bir kadının arabayla seks yaptığı bir film hiç izlememiştim” yanıtını vermişti. Lee, radikal ve çılgın tutumundan hiç ödün vermeyen bu korkusuz sinemacının yeni filmini izlemiş olsaydı muhtemelen yine hiç böyle bir film izlemediğini söylerdi.

Alpha” diğer iki filmle birlikte düşünüldüğünde, anlatılanların gerçeküstücü bir boyutta değil de, bizimkine çok benzeyen paralel evrenlerde geçtiği fark ediliyor. Bu evrenlerin bizimkinden tek farkı, bizim evrenimizde fantastik ya da bilimkurgu çağrışımlı görülen öğelerin bu evrenlerde tamamen gerçek olması. Bu sebeple de Ducournau’nun her üç filmi de son derece gerçekçi, tutarlı ve doğal.

 

Alpha”nı paralel evreni, farklı ve belirsiz bir dünyanın Fransa’sı. Zaman 1980’lerin ortası ve 1990’ların ilk yılları. Şehirlere yayılan bir virüs, etkilenenleri yavaş yavaş taşa çeviriyor, alçıtaşı çatlayan derilerinin içinden kırmızı bir kum sızıyor. İnsanları mermer heykellere dönüştüren bu ölümcül salgının kandan ya da ortak kullanılan iğnelerden bulaştığı sanılsa da nedeni kesin olarak bilinmiyor. Filmin tamamına yayılan bu muğlaklık, “Alpha”yı sadece AİDS döneminin bir metaforu olarak algılamanın yanlış olduğuna, hastalanıp iyileşenlerin üzerindeki kesin etkilerinin hâlâ tam olarak belirlenmediği Covid salgınına da göndermeler içerdiğine dikkat çekiyor. Ducournau, korkudan tamamen mantıksız ve hatta düşmanca temel insan davranışlarının ortaya çıktığı pandemilerdeki paranoya, panik, ayrımcılık, utanç, keder ve umutsuzlukla örülü boğucu iklimi ustalıkla kuruyor.

Sınırları aşan putkırıcı sineması, ateşli rüyalar, seks, şiddet ve kan aracılığıyla bedenlerle ve kaçınılmaz olarak maruz kaldıkları dönüşümlerle ilgilense de, yazar yönetmen bedensel korku temalarını insanlık gerçekleri ve kimlik sorunlarıyla ilgili varoluşsal sorular sormak için kullanıyor. Sarsıcılıkta, rahatsız edicilikte, izleyicinin için kaldırmakta en az ilk iki filmindeki kadar radikal olan, ancak “Ham” ve “Titane”a göre kara mizah dozunun bir miktar azaltıldığı “Alpha”, karmaşa içindeki bir dünyanın ortasında, hayatın ne olabileceğini, her sabah yeniden uyanmaya değer kılan şeyin ne olduğunu araştırıyor. Film, Ducournau için yeni olarak sevecenlik ve şefkat duyguları içeriyor; filmin ürkünç kırmızı tozlarını her yöne nazikçe üflermişçesine filmografisinde daha önce görülmemiş dokunaklı bir hassasiyet taşıyor;

 

Filmin açılışında, 5 yaşlarında küçük bir kız, zayıf bir adamın enjeksiyon iğneleriyle delinmiş koluna kalıcı kalemle bir desen çiziyor ve “Şimdi daha güzel görünüyor” diyor. İzleyici ani bir kesintiyle yeniyetme gençlerin dans ettiği, birbirlerine sürtündüğü kalabalık bir partiye yönlendiriliyor. 13 yaşındaki bir kız çocuğu (Mélissa Boros) sol üst koluna dev bir “A” harfi dövmesi yaptırıyor. Bu “A” tabii ki hem kızın adı Alfa’yı hem de AİDS’in “A”sını temsil ediyor. Alpha partiden kolunda hâlâ kanayan dövmeyle eve döndüğünde adı verilmeyen bekâr annesi (Golshifteh Faharani) paniğe kapılıyor. Alçı heykellere dönüşmüş gibi görünen virüs kapmış insanların ölümü bekledikleri hastanedeki son doktorlardan biri olan kadın kızının kolundaki dövme enfeksiyon kaptığında, en kötüsünden korkuyor negatif çıkmasına karşın tahlillerini defalarca yaptırmak istiyor. Dövmenin olmadık zamanlarda kanaması Alpha’nın sınıf arkadaşları tarafından dışlanmasına da sebep oluyor. Olağanüstü bir yüzme havuzu sekansı, bu ayırımcılığa tepki gösteren Alpha’dan nasıl korkularak düşmanca davranıldığını ustalıkla yansıtıyor.

Bu arada Alpha’nın yıllardır görmediği, hatta hatırlayamadığı virüse yakalanmış uyuşturucu bağımlısı amcası Amin (Tahar Rahim) yanlarına taşınıyor ve hayatını defalarca kurtarmış olan ablasının bakımına geri dönüyor. Amin’in virüsü eroin iğnelerinden mi kaptığı, ya da virüse yakalandığı için mi kendini uyuşturucuya verdiği belli değildir ama sayısız rehabilitasyona rağmen bir türlü toparlanamadığı aşikârdır. Bu andan itibaren “Alpha” çok katmanlı bir bağımlılık ve büyüme öyküsü olarak gelişiyor.

Çok katmanlıdır çünkü söz konusu olan sadece Amin’in bağımlılığı değil, taparcasına sevdiği iki kişiyi travmatik derecede önemseyen doktor kadının abla ve anne olarak bağımlılığıdır. Ve sadece Alpha’nın özellikle ergenlik döneminde gelen kâbus gibi değişimlere rağmen olgunlaşmasının değil, annesinin de nihayet kabullenmeyi öğrenerek büyümesinin öyküsüdür. Ducournau, bu karmaşık, yakıcı şüphelerle dolu duygusal mücadeleyi, bazen kafa karıştırıcı bir şekilde iç içe geçen, yer yer de kesişen iki farklı zaman çizelgesinde ustalıkla aktarıyor.

Böylesine ayrıksı ve ikircikli bir hikâyeyi üç başrol oyuncusunun kusursuz performansları inandırıcı biçimde yansıtıyor. Bir yandan ölüme gittiği belirgin kardeşini inatla yaşatmaya ve yaşama döndürmeye, diğer yandan kızını olası bir ölümcül tehlikeye karşı aşırı korumaya çabalayan kadının melankolisini, endişesini ve çaresizliğini elle tutulur hâle getiren, hâlen Fransa’da sürgünde yaşayan ünlü İranlı oyuncu Golshifteh Farahani kariyerinin en iyi yorumlarından birinde. Yetişkinliğin eşiğinde, hayatı deneyimlemeye hevesli, çocukluğu zorla geride bırakmış, annesini ve amcasının geçmişinden kaçmak, deyim yerindeyse göbek bağını kesmek isteyen Alpha olarak Mélissa Boros gerçekten büyüleyici.

Birkaç yıldır başta Kerem Ayan İKSV Film Festivali yönetimi sayesinde FilmEkimi ve Film Festivalinde Venedik, Cannes ve Berlin’de ödül alan filmlerin neredeyse hepsini izliyoruz. Bu FilmEkimi’nde neredeyse bütün ödül alan filmleri izlediğimiz Cannes’da jürinin iki kararı beni epey şaşırtmıştı. Birincisi Festivalin En İyi Filmi olarak gördüğüm “Novelle Vague / Yeni Dalga”nın hiç ödül almamış olması, diğeri de En İyi Erkek Oyuncu Ödülünün Tahar Rahim’in benzersiz performansına verilmemiş olması. Çünkü “Alpha” Amin’i canlandırmak için 20 kilo vermiş olan, bir deri bir kemik, perişan görünümlü yarı ölü Tahar Rahim‘in özellikle öne çıktığı bir film. Hareket tarzı, o ölü gözlerindeki keder ve acı, bükülmüş vücudunun her zerresi gergin! Ama kimi zaman (ne yazıktır ki uyuşturucu etkisindeyken) bu yaşayan ölü, ışıl ışıl bir gülümsemeyle Alfa kadar çocuklaşabiliyor ve onunla suç ortaklığı yapabiliyor.

Farklı ve ayrıksı konusu, sarsıcılığı ve rahatsız ediciliğiyle “Alpha”, Cannes’da eleştirmenleri ikiye ayırmış, farklı tepkiler almış bir film. Kimi yerden yere vurmuş, büyük hayal kırıklığına uğradığını belirtmiş, kimi de çok beğenmiş. Nerdeyse başyapıt düzeyinde olduğunu yazanlar da olmuş. Ben bu sonunculardan yanayım. Tabii ki karar sizin. 31 Ekim’de vizyonda olacak.

Yönetmen / Senaryo :  Julia Ducournau

Görüntü Yönetmeni : Ruben Impens

Kurgu : Jean-Christophe Bouzy

Müzik : Jim Williams

Oyuncular :  Tahar Rahim, Golshifteh Farahani, Mélissa Boros, Emma Mackey, Finnegan Oldfield, Louai El Amrousy

Fransa-Belçika / Dram-Vücut korkusu / 128 Dk.

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz