Arif v 216

ÜÇLEMENİN SONUNCUSU KOMİK… AMA BEKLENDİĞİ KADAR DEĞİL.

Cem Yılmaz’ın bitmek bilmez hayal gücü (eskiden ‘muhayyilesi’ derdik) onu çok uzaklara atmıştı: G.O.R.A filminde (2004), o zaman yazdığım gibi ‘üçkağıtçı Ürgüp halıcısı Arif’in uzaylılar tarafından kaçırılıp G.O.R.A. adlı gezegene götürülüşünü”anlatıyordu. Ve temel güldürü ögesi “batılı bir tür olan uzay maceralarına tümüyle bizden, alaturka ve ayrıca Cem Yılmaz damgalı bir tavırla yaklaşması” idi. Ömer Faruk Sorak’ın yönetimi ile…

ARİF IŞIK’IN BİTMEYEN DEPLASMANLARI..

O filmden dört yıl sonra çektiği A.R.O.G. filminde, bu kez aynı Arif karakteri “zaman tünelinde tam bir milyon yıl geriye gitmesi (gönderilmesi) sonucu insanlığın şafağına, yani taş devrine gidiyordu”. Ve yine aynı tavırla, bir Yılmaz mizahı karşımıza geliyordu. Bu kez Ali Taner Baltacı/ Cem Yılmaz ikilisinin ortak yönetimiyle…

Bu kez, son filmden tam on yıl sonra, aynı yazar ve temel oyuncu kadrosu yeni bir serüvenle karşımızda. Yönetimse bu kez Patron Mutlu Son İstiyor, Kocan Kadar Konuş, Görümce vs. filmlerin yaratıcısı Kıvanç Baruönü’ne emanet edilmiş.

Çok reklam edilmiş bu filmde (ama baktım da, önceki ikisi de aynı ölçüde reklam edilmiş!), Arif bu kez eski dostu, robot 216’nin beklenmedik ziyaretiyle karşılaşıyor. Önceki filmlerin açıkça ‘nonoş’ robotu, öncelikle artık insan olmak ister. Üstelik gay’likten de vazgeçmiş gibidir: Çünkü adı Pembeşeker olan, üstelik kör bir kıza tutulur!..

Bu aslında tam bir Yeşilçam entrikasıdır. Ama zaten filmin temel amacı bu kez budur: Bu uçuk hikâye aracılığıyla eski Yeşilçam’ı ziyaret etmek. Ve orada sevdiğimiz birçok yıldızı hatırlamak…

KARŞINIZDA UNUTULMAZ YEŞİLÇAM EFSANELERİ..

Böylece o ünlü “zaman makinası”nın çoğu zaman gelişi güzel basılan komutasıyla, kahramanlarımız kendilerini 60’ların tam sonunda, bir İstanbul dekorunda bulurlar: Önce siyah-beyaz, sonra dönemin sineması gibi renkliye geçen… Boğaz kıyısı, derken tipik bir eski İstanbul mahallesi. Sonra gazinolar, film setleri.

Ve oralarda karşımıza gelen efsaneler: Ayhan Işık’tan Sadri Alışık’a, Filiz Akın’dan Ajda Pekkan’a, Cüneyt Arkın’dan Ediz Hun’a…Ve de Zeki Müren’e

Bu arada Besim adlı alabildiğine üç kağıtçı bir iş adamı, 216’yı kullanıp yeni bir robot sanayii kurmak ister. Ve zavallı V216 tam bir tacize uğrar…

Film ‘dakka başı bir espri” temposuyla başlıyor. Ve o bilim-kurgu havalarına girip fantastik zırhı giymiş serüvenin aslında son derece ‘alaturka’ bir iş olduğunu bize sürekli hatırlatıyor.

Arada ‘fantastik espriler’ de yaparak… Örneğin Arif, tüm o uzak/uzay serüvenlerinden eşyanın toplandığı dükkanında bir sipariş alıyor:

“Sizde ilk aya inen insanın ayak izi var mı?” diye soran…”Evet, var” diyor. Karşısındakinin yanıtı: “Peki, 44 numarası var mı?”…

TEKNOLOJİSİ VE OYUNCULUĞU HARİKA

Film üçlemenin teknolojik açıdan belki en iyisi. İkincisine  yaklaşan, hatta  belki geçen…O uzay sahneleri, uçak bölümleri, gökyüzünde atılan perendeler filan… Bir yabancı film düzeyinde.

Oyunculuklar da görkemli. Cem Yılmaz her zamanki rahatlığında. Kankaları ise müthiş… Değişmez Ozan Güven (robot), Zafer Algöz (Besim), Özkan Uğur (Garavel) üçlüsü. Ve onlara eklenenlerden özellikle Pembeşeker’de Demet Evgar’ı hatırlatan fiziğiyle Seda Bakan. Ki tipik Yeşilçam’ın ‘kör kızı’ndan “İyi insanlar artık filmlerde mi kaldı?” konulu araştırma yapan bilim kadınına terfi ediveriyor!..

Ve de kuşkusuz Zeki Müren’de müthiş kompozisyonuyla Çağlar Çorumlu. Şu günlerde yeniden çok moda olan Müren’i sanki karşımıza getiriyor. Tüm o gazino adabıyla, görkemli giysileriyle… Ki onları da yeri geldiğinde Arif Işık sırtına geçiriveriyor: Pek de yakıştırarak…

GİDEREK AZALAN KAHKAHALAR..

Tüm bu övgülerime karşın, filmin komedi olarak çok doyurucu olduğunu söyleyemem. Bir yerden sonra tempo düşüyor, tekrarlar başlıyor, espriler seyreliyor. Karakterler yeterince geliştirilemediği gibi, ilişkiler de tökezliyor. Ana kişilerde bile: örneğin Arif’le 216 ya da 216’yla Pembeşeker arasında olup bitenler sanki bir yerde tıkanıp kalıyor.

Ya da aslında en sağlam kompozisyonlardan biri olan Zeki Müren bile giderek kıskanç, bencil bir kişiye dönüşüyor. Ve genelde ilk başlardaki kahkalarımız giderek azalıyor. Keşke film bu kadar uzun (130 dakika kadar) olmasaydı…

Sonuç olarak eğlenceli bir film. Ama bence ne üçlemenin en iyisi, ne de Cem Yılmaz güldürüsünün kaymağı…  

OrtaKoltuk Puanı:

(Atilla Dorsay’ın izniyle T24 sitesinden alıntı yapılmıştır.)

1 YORUM

  1. Filmin temposunun düşüşe geçtiği bir nokta bence yok, hatta ve hatta o kadar seri ilerliyor ki dur durak bilmiyor. Olaylar sürekli bir devinim içinde ve her saniye yeni bir olaya gebe.

    Olaya sadece güldürü tetikleyici öğeler eklenmediği görüşü (Giderek Azalan Kahkahalar Başlığı) mizahın yapılış ve eleştirel akla servis ediliş biçimiyle ilgili olduğunu düşünüyorum.

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz