Balkondaki Kadınlar

Film didaktik ve ağırbaşlı değil. Bir manifesto hiç değil. Eğlendirirken mesaj sokuşturuyor. Derdini anlatmak için kamerayı kadınlara çeviriyor. Kadınlar kurban değil, cellat olunca mesele daha iyi anlaşılıyor.

OrtaKoltuk Puanı:

 

Hatırlarsınız, birkaç yıl önce Fransa’nın Akdeniz bölgesi, uzun bir kuraklık ve sıcak hava dalgasının ardından günlerce söndürülemeyen orman yangınlarıyla boğuşmuş, sıcaktan kavrulan ağaçlar birer odun kömürüne dönüşmüş, ağırlaşan havayı bir de toz ve kül kaplamıştı. İşte öykümüz tam da o dönemde, Marsilya’da geçiyor. Sıcaktan bunalan herkes, dışarı çıkmak daha da tehlikeli olduğundan vaktini balkonda geçiriyor. Ne var ki Avrupa’da balkonlar bizdeki gibi etrafını camla kapattığında odaya ya da ardiyeye dönüşecek kadar büyük değildir, adı balkon: yere kadar uzanan camlardan aşağı düşmemek için bir demir parmaklık genellikle, ya da en fazla bir iskemle, iki çamaşır ipinin sığacağı en ve boyda bir nefes alma yeri.

İlk cinayet

İşte o kuru ve sıcak havada, herkes bir karış balkonda serinlemeye çalışırken kalkan bir kürek darbesiyle iri kıyım bir adamı karısının yerle bir ettiğine tanık oluruz. İlk cinayet, kocasının fiziki ve cinsel şiddetinden bıkan Denise’in eliyle işlenir. İlk diyorum çünkü bu balkondaki kadınlar, ardı ardına cinayetler işlemeye devam edecektir, sıcağın ve şiddetin delirttiği ruh hali içinde!

Denise, kocasını iki kürek darbesiyle öldürüp ondan kurtulduktan sonra, (cezaevlerinde yatan kadınların büyük çoğu, kocasını öldürüp katil olmuş, ama aslında erkek şiddetinden kurtuldukları için hiç de pişman olmayan kadınlardan oluşur, bizde de; tıpkı Denise gibi) arkadaşı Nicole’ün balkonuna soluklanmaya gelir. Onun da yardımıyla cesetten kurtulurlar.

Balkonlarda her tip kadın vardır; kocasını öldüren, hayli yaşlı, zenci ve şişman Denise’in tam tersine, filmin en çılgın tipi Ruby gibi. Ruby, calgirl olarak çalışmakta, işini mecbur olduğu için değil, zevk aldığı için yapmakta olan, dövmeli, takma tırnaklı, aşırı makyajlı, vücuduyla barışık olduğu için olsa gerek, yarı çıplak dolaşan bir genç kadın. Her dem neşeli, her dem seksi, her dem pervasız. Tıpkı kocasını öldürdükten sonra Nicole’a gelen Denise gibi, Ruby de soluğu Nicole’de alır hep.

Erkek kahramanımız

Oysa Nicole’ün aklı fikri, karşı binadaki balkonda zaman zaman gördüğü yakışıklıdadır. Ruby’nin aksine, makyajsız, seksten çekinen ve kendi halinde gözüken Nicole, roman yazma teknikleri dersi almakta ve kendisi de bir hikaye yazmak için konu aramaktadır; karşı balkondaki yakışıklı onun bu arayışı için idealdir.

Bu üç kadına eklenecek olan ortak arkadaşları Elise ise oyuncudur ve Paris’ten kocası Paul’ün arabasını alarak arkadaşlarını görmeye gelmiş, daha doğrusu bitmek tükenmek bilmeyen cinsel arzuları ve bunaltan sevgisi yüzünden avukat kocasından kaçmıştır. Elise, kocasının arabasını Nicole’ün evinin önüne park ederken yakışıklı komşu Magnani’nin arabasına çarpar ve zarar verir. Böylece üç kadın, onunla kaza sonucu tanışmış olur.

Oluk oluk kan akıyor

Kahramanlarımızı tanıdıktan sonra filmi anlatmayı kesiyorum. Çünkü seyretmenin keyfini çıkarın, bazen kahkaha atacak, bazen utanacak, (biz Ortadoğuluyuz ve o kadar seks fazla geliveriyor) bazen dehşete düşeceksiniz. Yalnız itiraf edeyim ki dehşet sahneleri, özellikle o vahşet kadınlar tarafından erkeklere uygulandığı için midir nedir, biraz tedirgin ediyor ama daha çok da güldürüyor! Bunda senaryo yazmaktan tutun da filmi yönetmeye, hatta sinema artistini oynamaya kadar varan etkinliğiyle kadın Noemie Merlant’ın rolü var herhalde. Biraz da şiddeti abartmış olmasının, kadınların şiddet eylemini ve sonuçları ortadan kaldırmaya çalışma sırasındaki amatörlüklerinin.

Filmin hızlı temposu, seks, şiddet ve tecavüz sahneleri, özellikle aile içi şiddet, özgürlük arayışı, kadınların erkekler tarafından bir türlü anlaşılamaması gibi konuların özellikle vurgulanması, yönetmenin göstere göstere feminist bir film yapma niyetini ortaya koyuyor. Bu kötü bir şey mi? Hayır. Çünkü film didaktik ve ağırbaşlı değil. Bir manifesto hiç değil. Eğlendirirken mesaj sokuşturuyor. Derdini anlatmak için kamerayı kadınlara çeviriyor. Kadınlar kurban değil, cellat olunca mesele daha iyi anlaşılıyor.

Evet, kusura bakmayın. Fazla sevgi ve cinsel istek de bir kadını bunaltabilir. Ve sırf evlendiler diye kocası her istediğinde kadın onun altına yatmak zorunda değildir, hele bu zorla gerçekleşirse bu bal gibi de tecavüzdür, tacizdir! Bir kadının calgirl olması kötü bir şey midir? Bundan zevk alıyorsa kime ne? Orospuluk da sayılmaz, tensel temas bile yok!

Filmde oyuncu seçimi, oyuncuların başarısı kadar senaryonun orijinalliği, rahatsız edişi, aşırıya kaçması da cesaret işi. Amerikan filmlerinden sıkılan seyirci için kanlı canlı bir Avrupa filmi. Avrupalılar da cinselliğe herkesten fazla meraklı. Ruby’yi canlandıran Suheila Yacoub, muhtemelen Süheyla Yakup, bu kadar zor bir rolün altından öylesine rahat kalkmış ki, bravo! Cesaret örneği. Aslında en zayıf oyuncu, filmin yazarı, yönetmeni de olan Elise rolündeki Noemie, belki de yönetirken o kadar veremedi kendini. Yine de muayene için gittiği jinekologta o sandalyeye rahatlıkla otururken karşısında kamera ve çekim ekibi, ışıkçıları düşündüğümde ateş bastı, pek çok kadın o sandalyeye oturup bacaklarını açabilmek için özel destek alıyor. Oyunculuk gerçekten zor iş. Zavallı yakışıklı fotoğrafçı Magnani rolündeki Lucas Bravo da o kadar şiddete uğradıktan sonra dönüştüğü hayalet rolünde pek şaşkındı.

Sinemaseverlerin kaçırmaması gereken bir fim, çok uçuk, çok kaçık, zaman zaman fazla sert.

Yönetmen : Noémie Merlant

Senaryo : Céline Sciamma, Noémie Merlant

Görüntü Yönetmeni : Evgenia Alexandrova

Kurgu : Julien Lacheray

Müzik : Uèle Lamore

Oyuncular : Souheila Yacoub, Sanda Codreanu, Noémie Merlant, Lucas Bravo, Annie Mercier, Hannil Ghilas, Henri Cohen

Fransa / Komedi-Fantezi-Erotik-Suç-Korku / 103 Dk.

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz