Başlangıç / Origin

Sinemasal anlatımın da boyutlarını aşan bir uyarı çığlığı

Gerçek olaylardan yola çıkılarak çekilen film, bir kitabın yazılış öyküsünü anlatmak gibi, sinemada yapılması neredeyse imkânsız bir işin altından büyük başarıyla kalkıyor. DuVernay’nin müthiş etkileyici çalışması, sinemasal anlatımın da boyutlarını aşan bir uyarı çığlığıdır.

OrtaKoltuk Puanı:

 

!972 Kaliforniya doğumlu yazar, yönetmen, film yapımcısı ve dağıtımcısı Ava DuVernay, çoğunda güçlü kadın karakterlerin yer aldığı filmlerinde, özellikle ötekileştirme ve ayırımcılık konularını işleyen ödüllü bir sinemacı. UCLA’da gazetecilik okuyan, 32 yaşına kadar bırakın film çekmeyi, eline kamera bile almamış olan DuVernay 2008’de, Los Angeles’te 1990’larda gelişen Hip Hop akımı üzerine yazıp yönettiği belgeseli “This is the Life” ile sinemaya geçmiş. Çok yakın olduğu teyzesini kaybeden bir genç kadının yas sürecine odaklanan ilk kurmaca filmi “I Will Follow” (2010) Afro-Amerikan Eleştirmenler Birliği En İyi Senaryo ödülünü almış. Kocası hapse giren bir çiftin yaşadıklarını konu eden “Middle of Nowhere” (2012) ona Sundance Film Festivali En İyi Yönetmen ödülünü getirdiğinde, Ava DuVernay bu ödülü kazanan ilk Afro-Amerikan kadın yönetmen olmuş.

Dr. Martin Luther King Jr‘un eşit oy kullanma hakları için düzenlediği, tarihi Selma’dan Alabama Montgomery’ye yürüyüşü adım adım aktaran “Selma” (2014) 58 ödül almış. 2016’da “13th” ile belgesele dönerek ABD’deki cezaevi sistemi üzerinden, ulustaki ırksal eşitsizliği açığa çıkarmış. Yaşanmış bir olaydan esinlenen, Harlem’li 5 siyahî yeniyetmenin haksız yere Central Park’da vahşi bir saldırı gerçekleştirdikleri iddiasıyla hayatlarının nasıl cehenneme çevrildiğini anlatan olağanüstü mini dizisi “When They See Us” (2019) ABD televizyonunun en yüksek puan alan dizilerinden biri olmuş.

Yine gerçek olaylardan yola çıkarak çektiği son filmi “Başlangıç / Origin” ile, bir kitabın yazılış öyküsünü anlatmak gibi, sinemada yapılması neredeyse imkânsız bir işin altından büyük başarıyla kalkıyor. (Filmin özgün ismine ve temalarına çok uygun olan “Köken” yerine Türkçe adı “Başlangıç”ı epey yadırgadığımdan yazımda sadece orijinal adı “Origin”i kullanacağımı belirteyim.)

Gazeteci İsabel Wilkerson’un 2020’de yayınlanan “Caste : The Origins of Our Discontents / Kast : Hoşnutsuzluğumuzun Kökeni” sadece ABD’deki değil, uluslararası sistematik adaletsizlik üzerine toplumsal bir araştırma. Günümüzde Hindistan’da hâlâ var olan, bir sınıftan ötekine geçmenin nerdeyse imkânsız olduğu düzen gibi, insan topluluklarında yaratılan sınıfsal hiyerarşileri Kast olarak adlandıran Wilkerson, evrensel nefretin etnik ya da ırkçı bir sebepten değil, “Kast”lar sisteminin sonucu olduğunu savunuyor.

ABD’de zenci düşmanlığını irdelerken, siyahların aşağılık, kötücül veya katil ruhlu oldukları için değil (öyle olsa, hor gördükleri, nesne ya da hayvan gibi davrandıkları “zenci” kadınlara çocuklarını emanet etmezlerdi), sadece alt sınıftan üst sınıfa geçme hakları olmadığı için beyazların, onlara her türlü kötü muamele, cezalandırma, hatta öldürme hakkı tanıdığını düşünüyor. Aynı ırktan ve renkten olmalarına karşın Hint Kast sisteminin en altındaki Dalit’lerin ve Almanlar gibi beyaz ırktan olan Yahudilerin aşağılamalarının, boyun eğdirilmelerinin, katledilmelerinin birbirleriyle ve özellikle Kast sistemiyle bağlantılı olduğunu söylüyor. Eminim ki, ilginç, üzerinde düşünülmesi, tartışılması gereken bir konu olduğunu kabul etseniz de, bundan film olur mu diye düşünüyorsunuzdur.

Origin”in bir sinema eseri, üstelik çok da iyi bir film olmasında Ava DuVernay’in teorik sorunlarla duyguları ve heyecanları olağanüstü ustalıkla dengeleme yeteneği yatıyor. Bir yandan, Isabel Wilkerson’un araştırmalarına, tartışmalarına ve kuşkularına getirdiği sinemasal boyutta, çalışmasının onu nasıl sevecenliğe, dayanışmaya ve empatiye götürdüğünü yansıtıyor. Diğer yandan kişisel yaşamının tüm mahremiyetini yansıtarak, araştırmacı yazarın her şeyden önce insan olduğunu hep anımsatıyor.

Origin”, beyaz ırktan sevecen ve anlayışlı kocası Brett’le (Jon Bernthal) sevgi dolu bir beraberliği olan saygın yazar İsabel’in (Aunjanue Ellis-Taylor), iyice yaşlanan annesi Ruby’yi (Emily Yancy) rahat ettirme çabalarıyla başlar. Bir gazeteci arkadaşı, 2012’de siyahî yeniyetme Trayvon Martin’in anlamsız biçimde öldürülmüş olduğuna dikkatini çeker.

 

İsabel, DuVernay’in büyük titizlikle yeniden canlandırdığı bu anlamsız cinayetin çoğunluğun algılamış olduğu gibi sıradan bir ırkçı eylem olmadığını, olayın dünyanın birçok yerinde benzeri görülen ayırımcılık ve ötekileştirmelerle bağlantılı olabileceğini düşünür.

İki değerli yakınını peşpeşe kaybeden İsabel, toparlanma sürecinde bu konunun yeni projesi olabileceği savıyla bir seri araştırma yolculuğuna çıkar. Holokost ile Amerikan kölelik sistemini karşılaştırmak için Almanya’ya, Kast sisteminin en altındaki Dilit’lerle iletişime girmek için Hindistan’a giderek, aşağılama ve taciz konularında sıradan ve düzey eğitim almış insanlarla ve akademisyenlerle söyleşilere girişir.

Bağlantılar azar azar ortaya çıkmaya başlar. İsabel, 2017’de Virginia’da Neo-Nazilerle beyaz milliyetçilerin Sağı Birleştirme mitingini, 1933’de Berlin Bebelplatz’daki görkemli kitap yakma gösterisiyle kıyaslar; günümüz Hindistan’ında diğer kastların dokunmayı bile kabullenmediği, yemek artıklarıyla beslenebilmek için kanalizasyonları çıplak elle temizlemek zorunda olan Dilit’lerle, zencilerin linç edilmesini genç kuşakların eğitiminin bir öğesi olarak gören 1900’lerin Amerika’sını ve 1960’lara kadar ülkenin büyük bölümünde siyahlarla beyazların aynı ortamları paylaşma yasaklarını karşı karşıya getirir

Bunların ve benzer araştırmaların sonucu olarak Isabel ile DuVernay, topluluklarda üstünlük ve aşağılık kavramlarını düzenleyen ve yasallaştıran, belirli bir sosyal grup, dini mezhep, kast veya etnik grup dışında evlilik veya yakın ilişkileri reddeden endogamiyi teşvik eden veya zorunlu kılan, bireyselliği yok edip grupları kitlelere dönüştüren uğursuz Kast sisteminin her yerde ve tüm zamanlarda güçlenerek yayıldığını iddia ederler.

Ava DuVernay’nin en büyük başarısı, tezli filminde diyaloglar büyük doğallık ve inandırıcılıkla sürerken, replikler didaktik boyuta yönelmeye başlar başlamaz parlak bir görsellik ve müthiş dozunda bir duygusallıkla anlatıyı dengeleyerek 142 dakikalık filmine büyük akıcılık sağlayabilmesindedir. “Origin”in dokunaklı diyeceğimiz bölümlerinden, İsabel ile Miss Hale’in (Audra McDonald) ikili sekansı, İsabel’in çok yakın olduğu kuzini Marion (Niecy Nash) ile Hindistan’dan cep telefonu üzerinden vedalaşması, çocuk baseball takımının havuz sefası ya da Afrika’dan Amerika’ya satılmak için götürülen esirlerin gemi sintinesindeki halleri unutulur gibi değildir. Festivalde izleyemediyseniz vizyonda kaçırmamanız gereken çok önemli bir çalışma.

Son bir sözüm daha var :

Almanya’da bir müze gezisinde İsabel’in gözüne Holokost kurtulanı Primo Levi’den bir alıntı takılır : “It happened, therefore it can happen again / Yaşandı, demek ki yeniden yaşanabilir“. “Origin”in bir sahnesinde belirtildiği gibi Naziler Amerikan köleleştirme yöntemlerinden esinlenmişlerse, günümüzde dünyanın bek çok yerinde yaşanmakta olan ayırımcılık ruhu, gelecekte yaşanacak zulümlerin ve vahşetlerin esin kaynağı olabilir. Bu bağlamda DuVernay’nin müthiş etkileyici çalışması, sinemasal anlatımın da boyutlarını aşan bir uyarı çığlığıdır.

Yönetmen / Senaryo : Ava DuVernay

Görüntü Yönetmeni : Matthew J. Lloyd

Kurgu : Spencer Averick

Müzik : Kristopher Bowers

Oyuncular : Jon Bernthal, Aunjanue Ellis-Taylor, Emily Yancy, Vera Farmiga, Niecy Nash, Nick Offerman, Jasmine Cephas Jones, Connie Nielsen, Blair Underwood

ABD / Dram / 140 Dk.

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz