Bizi Hatırla
“BİZİ HATIRLA” Bir Çağan Irmak Klasiği
KANLI BİR SABAHA GÜNAYDIN..
Geçmiş yüzyıllarda savaş meydanlarında akan kan bu çağda artık küçük odalarımıza kadar girip o sımsıcak olması gereken halılarımızın üzerine dökülüyor, biz istiyoruz bunu, kan görmeye doyamıyoruz. Vampirler gibi emiyoruz birbirimizin kanını. Kanın en çok gövdeyi götürdüğü dizi filmler en çok seyirciyi topluyor. Odalarımıza girdiği halde bu kan hasreti bitip tükenmek bilmiyor…
Çağan Irmak diyor ki biz insan olarak bu kanda boğuluyoruz, canlara yönelelim, bulduğumuz sıcak canların gölgesine sığınalım, ancak o zaman nefes alırız, mutlu oluruz….
İzmir’in Foça ilçesinde küçük yaşta annesini kaybeden Kaan’ı (acaba kan simgesinin karşılığı olarak mı Kaan ismi kullanıldı?) terzi olan babası büyütür, ona her zaman yardımcı olan gönül dostu Sumru Yavrucak’ın da Kaan’ın üzerinde emeği büyüktür. Üniversite eğitimini görsel medya üzerinde tamamlayan Kaan atlayıp İstanbul’a gelir ve ayakta kalabilmek için delicesine çalışır; sinsiliğin, birbirinin üzerine basmanın, ruhsuzlaşmanın hayat bulduğu medya alanında da başka türlü ayakta durmanın mümkünatı yoktur…
İşinde başarılıdır, standart yaşam kalitesini yakalamıştır, seyircinin damarını da yakalamıştır, tv kanalının önemli bir pozisyonundayken genel müdür olacaktır artık, üstelik Los Angeles yolu görünmektedir. Bu iş ortamında kendini yitirmişken Foça’dan gelen bir telefonla hayatının seyri değişmese de yeniden bir hayat sorgulamasının içine girecektir. Nedir ki tırnaklarıyla kazıyıp geldiği bu yerden inmeye de gönlü razı olmamaktadır. Babası rahatsızlanmıştır ama Kaan’ın babasının yanında bir gün bile kalmaya zamanı yoktur, onu o güzelim kazadan alır dev gibi apartmanların soğuk duvarlarının üstümüze üstümüze geldiği çehresi ve endamıyla değişen o dev kent İstanbul’a getirir…
Evde kayınpederini istemeyen tipik gelin modeli, biri ergenlik sorunları yaşayan kız torun, diğeri üç yaşına geldiği halde tek kelime konuşmayan erkek torun ve evin temizlikçisi kadınla kurulan iletişim çeşitlemeleriyle devam edip gidiyor film…
Cep telefonuyla, bilgisayarıyla, televizyon dizileriyle günümüze ayna tutan filmde aynanın kara olan arka yüzünü de görüyoruz. Dizi sektörü yazarlarına özgürlük alanı tanımamaktadır çünkü seyircinin isteğine göre senaryoların yazılması gerekmektedir. Özellikle dizileri izleyen kadınlar sünepe kocalarından bıkmış karşılarında güçlü, vurup, kıran erkek görmek istiyorlar, dizideki erkeklerle öpüşüyorlardır Üstelik seyirci aptaldır buna göre filmler yapılmalıdır!…
Foça gibi duvarları taştan küçük evlerin, tanıdık sokakların bulunduğu kazadan büyük kente gelmiş olmanın yabancılığını gözler önüne sererken; Sıcak insan ilişkilerine duyulan özlemin, Yeşilliğe hasretin, kuşaklar arasındaki iletişim köprüsünün; kısaca bizi biz yapan değerlerin farkına varmamız gerektiğini hatırlatıyor film.
Altan Erkekli, Sumru Yavrucuk, Binnur Kaya gibi oyuncuların rol kesmeyip içten gelerek oynaması ve diğer oyuncuların da hakkıyla üstesinden geldikleri rollerine baktığımız zaman Türkiye’de oyunculuk alanında bir sıkıntı olmadığını görürken sinema alanında hala bir sıkıntı olduğunu hissetmek mayhoş bir tat verdi dimağıma. Evet film günümüzün gerçeklerini yüzümüze çarptı, modern dünyanın insanlık değerlerini alt- üst ettiğini bizzat gözümüze soktu ama bunu sinema diliyle değil dizi diliyle gerçekleştirdi. Şu dizi sendromundan artık kurtulmanın zamanı gelmedi mi! Türk sinemasını yalnızca festival filmlerinde mi göreceğiz? Kaan’ın da repliğinde söylediği gibi biz aptal mıyız? …
Bu yıl “baba-oğul” hikayeleriyle seneyi bitirdik. Gerçi “Babam ve Oğlum” gibi hikayeyi başlatan da Çağan Irmak oldu ve en güzel versiyonunu o zaman izledik… Asıl mesele nedir derseniz “78 kuşağı” diyeceğim. Eleştirilerde kimsenin böyle bir bağlantı kuracağını zannetmiyorum. “78 Kuşağı” iki arada bir derede kalan kuşak olarak, geçmişin ve geleceğin arasındaki en ağır sorumlulukların altında yitik bir kimlikle sessizce, vakur bir duruşla bu sınavdan geçiyor hala. Tıpkı dede, oğul, torun gibi aradaki köprüydü ve en çok o köprünün üzerinden geçildi, en çok o ezildi. İnsani değerlerini yitirmeden sorgulama kültüründen geldiği için geçmişin ve geleceğin sorgulamalarını yapmaya devam ediyor. 78’in şimdisi ise 12 Eylül zindanlarında kaldı. Evet Çağan Irmak‘da bir 78’li ve farkında olarak ya da olmayarak zaten bu duyguları yaşayan birinin gözünden “78 kuşağının” sancılarını aktarıyor bize…
Filmdeki en güzel görüntü ise o canavar gibi dikilmiş apartmanların arasında dedenin torun için bir saksıya diktiği fidenin yeşerip boy vermesiydi. İşte umut o küçük saksıdaki fidede….
Aptal olmayalım artık saksıyı çalıştıralım……
Yazar : Nurbanu KABLAN