Bomboş
Sağlam kalem, dev oyunculuklar
Başından sonuna değin adının aksine dopdolu bir film “Bomboş”. Her sekansı ve her sahnesiyle. Dev oyunculuklara ve sağlam bir kalem/yönetmenliğe dayanan. Bizlere bazı yolların karanlık fakat yine de keşfedilmeye değer olduğunu gösteren. Metaforik anlamlar yüklü unsurlar taşıyan ve bu çerçevede çoğul anlamlar sunan.
Onur Ünlü’nün senaryosunu ve yönetmenliğini üstlendiği 2022 yapımı “Bomboş” filmi 8 Kasım itibariyle Netflix platformu üzerinden izleyicisi ile buluştu. Serkan Keskin ve Settar Tanrıöğen’in başrollerini paylaştığı filmde iki usta oyuncunun varlığı filmi başlı başına izlenmeye değer kılıyor. Filmin Onur Ünlü gibi başarılı bir yönetmenin elinden ve gözünden çıkma olduğunu anlamak ise uzun zaman almıyor.
Film açılışını, 40’lı yaşlardaki Günel’in çalışmakta olduğu şirketin 25. yıl kutlamalarında daha önce çekmiş olduğu mezar anıtı fotoğraflarını sergilediği sahne ile yapıyor. Bu sahnede, şirketin çalışanlarının Günel’in anlam veremediği anıt fotoğraflarına tepkisiz ve kımıldamaksızın baktığını görüyoruz. Şirket arkadaşlarının Günel’in hayatındaki konumlanışlarını aksettirdiğini fark ettiğimiz sahnede, aynı iş yerinde çalışmalarına rağmen Günel’in varlığına pek de varamamış arkadaşları ve patronu tevazu göstererek takdir ediyorlar bu fotoğraf çekme hobisini. Açılış sahnesinin bir diğer öne çıkan yanı, yapılacak olan çekiliş neticesinde, içlerinden bir çalışanın Kıbrıs’ta yer alan havuzlu ve güzel bir evde bir haftalık tatil kazanacak olması. Boş haznenin içerisinde dönen çekiliş toplarının ardında yansımasını izlediğimiz Günel, umutla çekilişin kendisine çıkmasını bekleyenler arasında. Çekiliş toplarının döndüğü içi boş yuvarlak hazne metaforuna filmin ilerleyen kısımlarında abajur gibi nesneler aracılığıyla rastlamak mümkün.
Çekilişte ödülü kazanan çalışan Berkay’ın bir kaza sonucu ölmesi nedeniyle şirketin cenazeye eşlik edecek personelleri belirlediği esnada Berkay’ın yerine Kıbrıs’a gitme niyetini paylaşıyor Günel patronuyla. Herkesin kaza dolayısıyla sarsıldığı ve tatile kimin gideceğine odaklanmadığı bir zaman diliminde, Günel “Berkay’ın nasılsa öldüğü için gidemeyeceği ve o kadar para ödenen tatilin yanmaması gerektiği” gerekçesi ile çalıyor patronunun kapısını ve tatile gitme imkanı yakalıyor. Bu noktada, Günel’in bir ahlaki sorumluluk reddi yaptığı ve pragmatik bir yaklaşım benimsediği düşünülebilir, fakat Günel Kıbrıs tatiline ahlaki bir anlam yüklemek yerine, hak ettiği ama elde edemediği iyi ve güzel şeyleri kazanmasına giden bir yol olarak görüyor.
Günel’in komşusu olan güzeller güzeli Nazlı Hemşire var bir de. Bir akşam ansızın tirbuşon istemek için uğruyor Günel’in evine ve kedisi Sezar ile kurduğu yakınlık sebebiyle ilgisini çekiyor onun. Bu akşamdan sonra komşu Nazlı’yı saplantısı haline getiren ve ambulans şöförü olan sevgilisi Bora’dan kıskanan Günel, kedisi Sezar’ı kendisinin bir uzantısı olarak kabul ettiği için Kıbrıs’a giderken kedisini Nazlı’ya emanet etmek istiyor. Nazlı ise bir türlü kabul etmiyor kediyi, çünkü Bora’nın kediye alerjisi var.
Kıbrıs tatili başlayana değin, Günel karakterini anlatıyor film biz izleyicilere. Günel, mezar anıtı gibi durağan ve hareketsiz objelerin fotoğrafını çekmekten keyif alan, yanından fotoğraf makinesini ayırmayan, kadınlar başta olmak üzere etrafındaki insanlarla derin bağlar kurmada başarısız olan ve hayatında değişime/dönüşüme ihtiyaç duyan bir karakter olarak tanıtılıyor. Fotoğraf makinesinin merceğinden bakıyor Günel yaşama. Doğrudan bakmaya cesaret edemediği, kesintiye uğrattığı ve dar alana sığdırdığı bir yöntem ile. Kıbrıs tatili tam da bu minvalde, arzuladığı dönüşümü sunmak üzere seriliyor Günal’ın önüne ve Şefik Usta ile Kıbrıs tatilinde tesadüfen kesişiyor yolları. Şefik Usta, mizah yönünden gelişmiş, sempatik ve yardımsever bir insan canlısı olarak Günel’i bir hafta süre ile kalacağı evine ulaştırıyor arabasıyla ve komşu çıkıyorlar.
Günel’in Şefik ile yollarının kesişmesi, Jungiyen arketipsel kavram açısından okunduğunda, Şefik’in Günel’in bunca zaman bilinçaltında ittiği, rastlaşmaktan kaçındığı, kendisine yabancı ilan ettiği, görmezden geldiği, öteki-ben’ini oluşturan gölgesi ile karşılaşması anlamına geldiğinden, filmin ana temasını oluşturuyor. “Gölge” ile karşılaşmasının filmin ikinci yarısına bırakıldığı çoğu filme kıyasla, Onur Ünlü’nün filmin neredeyse bütününde gölgesi ile haşır neşir olmak durumunda kalan bir karakter yaratması olağanüstü denilebilecek boyutta. Hikâyenin Kıbrıs gibi kendisine yabancı ve dilini anlamakta zorluk yaşadığı bir yerde geçiyor olması gölgenin hüküm sürdüğü toprakların arka planını tasvir etmesi bakımından oldukça uygun.
Beraberinde, daha ilk dakikalardan Kıbrıs’ta sürücü koltuğunun ters tarafta olması ve Günel’in bu durumu bilmesine rağmen yadırgaması da bazı şeylerin değişeceğine ve farklılaşacağına dair izleyiciye ipucu veriyor. Günel’in yadırgayışına karşılık Şefik’in koltuğun aslında hep orada olduğunun altını çizmesi, Günel’e hayatının sürücü koltuğunda olduğunu varsayarken bundan sonraki süreçte söz konusu koltukta gölgesinin oturacağının ve hatta görmeyi reddetse de orada bulunduğunun mesajını sunuyor. Bir nevi bilinç düzeyine getirilmeyen, şu ana değin aktive edilmediği için kullanılmayan bilinçaltının tarifi yapılıyor. Yine, Şefik ile Günel’in komşu çıkmaları, birbirine ve iç içe geçmeye oldukça yakın fakat bir o kadar uzak olan bilinçaltı ve bilinç yapılarını anımsatıyor.
Kıbrıs’a varışının sabahı Hilarion Kalesi’ne birlikte çıkmayı teklif ediyor Şefik, Günel’in fotoğraf çekme merakını öğrendiğinde. Şefik’in kaleye birlikte çıkmayı teklif edişi, Günel’in gölgesinin varlığını kabullenmesindeki zorlu mücadelesine bir davet olarak görülebilir. Günel’in kaleye çıkarkenki dikbaşlılığı ve Şefik’in yönlendirmelerini duymazdan gelişi ise Günel’in düşerek bacağını sakatlaması ile sonuçlanıyor. Şefik sesiyle yönlendirmeye çalışıyor, çünkü ruh dediğimiz “psike” her şeyin zıttı ile var olduğu inancına bağlı olarak bilincin tek yanlılığını sevmiyor ve bu tek yanlılık yalnızca bilinç düzeyinde işlev gören Günel’i hata yapmaya sürüklüyor. Neticede, gölgesine kulak tıkayan Günel, sakatlanarak bu mücadelede kaybediyor, yılgınlığa düşüyor ve hareket edemez hale geliyor. Yani, fotoğrafını çektiği durgun ve hareketsiz objelerin bir temsili haline dönüşüyor.
Tedavi olmak için gittiği Kıbrıs’taki hastanede karşısına çıkıyor Günel’in bir başka Hemşire Nazlı. İstanbul’daki Nazlı’nın sureti olma özelliğiyle, gölgesini kabullenme evresindeki Günel’in mücadelesinden kopuşunu sağlamak ve caydırıcı/yanıltıcı bir faktör olmak için. Kabak kafalı, İstanbul’dan gelen ve bacağı sakat bu adamı babası ile özdeşleştiren Hemşire Nazlı, Günel’e bir şans veriyor fakat anlık hazlarla bilincini oyalayan Günel’in bu romantizmi de benzer biçimde hüsran ile bitiyor. Bu sırada, ihtiyaç duyduğu anda, komşusu Şefik’e ulaşmaya çalışan Günel kendisine Şefik’in İstanbul’dan gelen yeğeni olarak tanıtılan adamın Şefik tarafından öldürülmesi gibi şahit olmaması gereken bir duruma şahit oluyor. Güneş çarpması nedeniyle Günel’in bu şahitliğinin gerçek mi gerçek dışı mı olduğu ayırdına seyirci olarak bir türlü varamıyoruz. Filmin takip eden sürecinde ise, Şefik Günel için tekinsiz bir adam haline geliyor ve Günel ile Şefik arasında geçen diyaloglarda bu tekinsizliğin kokusunu alıyoruz.
Günel ile Şefik’in dâhil olduğu akşam yemeğinde, Günel’in Şefik’in tişörtünü giymesi ve ona benzediğini düşünmesi dikkate değer sahnelerden. Bu yolla, Günel ilk kez gölgesi Şefik ile aynı dili konuşmaya ve ona çıplak gözle bakmaya başlıyor. Ayrıca, ikilinin arasında geçen bir kahvaltı sahnesinde de, kamera kadrajının Şefik’in kahvaltı ürünlerini çiğneyen ağzına odaklanması, gölgenin ne denli karanlık, yutucu ve tehlikeli olabileceğini göstermeyi hedefliyor. Günel’in gölgesinin yabaniliğine ve belki de bir insan öldürme ihtimaline yönelik kendisini koruma amacı güden davranışları karşılığında Şefik’in arkadaş canlısı davranışlarının sekteye uğrayarak bir baskınlığa uğrayışına denk gelmek mevzu bahis oluyor. Bunun yanında, Günel’in her dilediği vakit, Şefik’in ona yardımcı pozisyonda yer almaktan çekinmediğini de gözlemliyoruz.
Günal ve Şefik arasında süregelen bu sahnelerin sonlarına doğru, rahatlıkla her şeyin şeffaflaştığı, açığa kavuştuğu ve kimliklerin görünür hale geldiği yorumunda bulunabiliyoruz. Şefik’e dönük kuşkuların tükendiği ve Günel’in şahitliğinin gerçek mi yoksa bir yanılsamadan mı ibaret olduğu sorusunun cevap bulduğu bir yer burası. Soruların bulduğu cevapları olumlu veya olumsuz olarak değerlendirmek de beyhude. Keşfedilen bu yeni gerçeklik ile birlikte Günel’in alacağı pozisyon bir merak unsuru oluştururken. Tüm bunların ötesinde ise, Günel’in gölgesini iyileştirmeden kendisini iyileştiremeyeceğini ve gölgesiyle barışmadan kendisiyle barışamayacağını artık yadsıyamadığı. Buna bağlı ki, havuza Hemşire Nazlı’nın attığı tekerlekli sandalye, Şefik’in attığı fotoğraf makinesi sonrasında bu sefer kendi isteğiyle özgürlüğünü doyasıya yaşamak adına bacağındaki alçısını fırlatıp atması ve bilinçaltı ile bilincinin bütünleşmesi..
Başından sonuna değin adının aksine dopdolu bir film “Bomboş”. Her sekansı ve her sahnesiyle. Dev oyunculuklara ve sağlam bir kalem/yönetmenliğe dayanan. Bizlere bazı yolların karanlık fakat yine de keşfedilmeye değer olduğunu gösteren. Metaforik anlamlar yüklü unsurlar taşıyan ve bu çerçevede çoğul anlamlar sunan. Herkese şimdiden iyi seyirler..
Yönetmen / Senaryo : Onur Ünlü
Kurgu : Murat Özgüllü
Görüntü Yönetmeni : Barbaros Engin
Oyuncular : Settar Tanrıöğen, Serkan Keskin, Hazar Ergüçlü, Tünay Konti, Armağan Oğuz, Erdal Küçükkömürcü, Timur Ölkebaş, Beray Kocabaş, Uğur Sidar Acar, Ufuk Katırcı
Türkiye / Gizem-Komedi / 98 Dk.