Carmen
Dans ve müziğin muhteşem birlikteliği. Carmen yine asi, asker yine vicdanlı, aşk yine öldürüyor.
Film, bir dans şaheseri! Oppenheimer’dan sonra bu yıl izleyeceğiniz en iyi film olabilir, haydi sinemaya, indirimli günler ve saatler var, kaçırmayın.
Bağımsız kadın ikonu
Sinemaya gitmeden önce izleyeceğim film hakkında fazla bilgi edinmek istemiyorum, tabii ki türü, oyuncuları gibi birkaç temel belirleyici dışında. Yoksa bir ön yargı oluşuyor, ya beklenti çok yükseliyor, ya da küçümseme, biraz da kuşku. 18 Ağustos’ta vizyonda olacak Carmen için fazla bir şey öğrenmeme gerek yok. Opera, bale ve sinema versiyonlarını defalarca kez izlediğim, bağımsız kadın ikonu Carmen’e olan hayranlığım ve Bizet’nin müziğine olan bağımlılığım dolayısıyla Carmen adı geçince tereddüt etmem, gider, izlerim!
O zaman dans
Ama bu kez çarpıldım! Film, bir dans şaheseri! Nasıl olmasın ki yönetmeni Benjamin Millepied, balerin ve dans öğretmeni annesi ve dansçı ve dekatlon ustası babasından aldığı genleri, annesinin onu 8 yaşında baleye başlatması sonucu hiç inkar etmeden mükemmel bir dansçı olmuş. Benjamin 13 yaşında aldığı bursla NewYork’a gidip NewYork City Balesi’ne katılmış ve üç yıl sonra baş dansçılığa terfi etmiş bile. Gerisi başarılarla dolu bir sahne hayatı ve arkasından koreograf olarak çalışmaları, kendi dans okulunu kurma ve uyarlamalar. Müthiş bir bale filmi olan Siyah Kuğu’nun koreografisini yazma ve siyah kuğuyu oynayan Natalie Portman’a aşık olup evlenmesi! Sonunda da CARMEN!
Carmen bu kez Meksikalı
Benjamin Millepied, Carmen’i günümüze uyarlarken modernize etmiş. Carmen tütün fabrikasında çalışan İspanyol işçi kadın değil, Meksika çölünün ortasında annesiyle bir başlarına yaşayan dünyalar güzeli bir genç kadın. Kaçış ve saklanış nedenlerini bilmiyoruz. Ama filmin açılış sahnesinde gerçek bir flamenkocu olduğu kesin olan kadının çöl rüzgarına karşı muhteşem dansıyla çarpılıyoruz, vahşice öldürülüşüyle ayrıca şok şok şok. Ardından yapayalnız kalıp, tehlikeli ve ölümcül bir yolla ABD’ye kaçan Carmen’in başına daha da kötü şeyler gelecek, ve asıl öyküdeki gibi bir asker Carmen’i kurtarıp dağlara değilse de Melekler Şehri Los Angeles’e kaçıracaktır.
Asker var matador yok
Askeri oynayan Paul Mescal, şimdilerde çok gözde bir jön. Bende biraz Kerem Bürsin havası çağrıştırdı. Gözlerini onun kadar kısmasa ve daha doğal oynasa da andırıyor. Muhtemelen Kerem Bürsin onu taklit ediyor? Carmen rolünde Melissa Barrera, hem sıra dışı güzel, hem şahane dans ediyor, hem şarkı söylüyor, hem oynuyor, daha ne olsun? Biri ateşli bir Meksikalı, diğeri sakin bir “Beyaz Çocuk” ama iyi bir döğüşçü olmakla birlikte vicdanlı. Hikayede matador yok! Ama müzik de o kadar yakalayıp bırakmıyor ki, jeneriğin son satırına kadar koltuğa yapışıp dinliyorsunuz. Tabii Rossy de Palma’dan bahsetmemek de olmaz. Pedro Almodovar’ın vazgeçilmez oyuncusu, tıpkı Ferzan Özpetek’in Serra Yılmaz’ı gibi Rossy de Palma da güzelliğinden çok karizması ve oyuncu yeteneğiyle seyirciyi cezbediyor. İspanyol Rossy çok iyi bir dansçı ve şarkıcı. Burada da filme büyük renk katıyor.
Aslında sizin de keşfederek izlemenizi istediğim için spoiler vermeyi sevmiyorum ama döğüş sahnelerinden bahsetmeden de geçemeyeceğim.Paul Mescal’ın oynadığı döğüşçü sahnesindeki koreografi müthişti, döğüşe ve dansa eşlik eden müzik de! Oppenheimer’dan sonra bu yıl izleyeceğiniz en iyi film olabilir, haydi sinemaya, indirimli günler ve saatler var, kaçırmayın.
Yönetmen : Benjamin Millepied
Senaryo : Benjamin Millepied, Loïc Barrère
Görüntü Yönetmeni : Jörg Widmer
Müzik : Nicholas Britell, Taura Stinson, Julieta Venegas
Oyuncular : Paul Mescal, Melissa Barrera. Rossy de Palma, Nicole Da Silva, Benedict Hardie, Elsa Pataky, The D.O.C., Tara Morice, Richard Brancatisano, Kaan Güldür, Pip Edwars, Nico Cortez, Ryan Oliver Gelbart
Avustralya-Fransa-ABD / Romantik-Dram / 116 dk.