Eski Kocam(ız)
Eski Kocam(ız), 76 yaşındaki usta Alman yönetmen Margarethe von Trotta‘nın son filmi.. Yönetmenliğe 1975 yılında kendisi de yönetmen olan kocası Volker Schlöndorff ile ortaklaşa çektiği ilk filmi “Katharina Blum’un Çiğnenen Onuru” filmiyle başlamış ve günümüze değin geçen uzun yıllar içerisinde; aralarında Christa Klages’in ikinci Uyanışı (1978), Kurşun Yıllar (1981), Marianne ile Juliane(1981), Tam bir Çılgınlık (1983) Bekleyiş (1984), Rosa Lüksemburg (1986), L’africana (1990), Uzun Sessizlik (1993), Güller Sokağı (2003), Vision (2009) ve Hannah Arendt (2012)’in başı çektiği kendi ülkesinde olduğu kadar tüm dünya’da da çok takdir gören, ödüller kazanan bir çok filme imza atmıştır. Ancak enteresan olan şey şudur ki, tüm bu saydığım filmlerin hemen hepsi de dram türünde yapıtlardır.
1999 yılında çektiği romantik ve de güya komedi türündeki “50 Farklı Erkekle öpüşmek/Mit fünfzig küssen Männer anders” filmini saymazsak tam 43 yıl süren çok uzun kariyeri boyunca çekmiş olduğu gerçek anlamda ki ilk komedi filmi Eski Kocamız’dır desek yanlış demiş olmayız… Ve buna rağmen ortaya çok başarılı bir iş koymuş olması da takdire şayan!
Tabii ki onun bir tık altında ama film boyu çokça benzer mimik ve davranışlar sergilemiş olmasından ötürü bu tespit kıyaslamasında bulundum. Eminim sizlerde izlediğinizde bu iki karakterin benzerliklerini fark edeceksiniz. Diğer aktris
Ingrid Bolsø Berdal‘ın (Jade) ise filmde ki rolü herkesten fazla. Aslına bakarsanız sadece iki kez başrol, daha çokta yardımcı kadın rollerinde yer aldığı önceki filmlerine nispeten en çok rolünün bulunduğu bu film olmuş diyebiliriz. Başka bir deyişle burada tırmanışının zirve rolünü oynamış ve Katja kadar olmasa da hakkıyla üstesinden gelmiş.
Eski bir model olan Jade, dünyanın en acımasız kapitalizminin yaşandığı Newyork kentinde, iş hayatında ki kariyerine sıkı sıkıya bağlı ve onu daima ilerletme peşinde olan hırslı, kararlı çalışkan bir iş kadınıyken! Özel hayatında ise tam tersi şekilde çokca zaafları olan, yeni boşandığı kocası Nick’e hala deliler gibi aşık, onun yolunu gözleyen, yani kendisine geri dönmesini çaresizce bekleyen kırılgan çift karakterli bir kadındır. Zaten sevdiği adamdan yeni boşanmış olmanın sancılı süreçlerini yaşarken birde üstüne; ayrıldığı kocasının kendisine bıraktığı evine, kendisinden önceki karısı Maria’nın bir gün çıkagelip yerleşmesiyle hayatı darmadağın olur.
Çünkü Nick, evi iki eski karısı arasında paylaştırmıştır ve artık evin diğer sakini Maria’dır. Zaten hikaye de aslında tam bu noktada başlar.. İki eski halef-selef evin içinde başta dekorasyon konusu olmak üzere hemen her konuda çatışmaya başlarlar! Zaten Jade’in işleri pek iyi gitmemektedir. Evinde olmasını hiç istemediği bir ortak vardır. Daha da kötüsü eski kocasını çaresizce özlemekte ve geri istemektedir. Maria ise çoktan ununu eleyip ipe asmıştır. Yani yaşının verdiği tecrübeyle kocasının kızıyla beraber kendisini terk ettiği uzun ve acılı yılların tahribatını onarmış, hatta öyle ki eski kocasıyla halen çok yakın arkadaş, sırdaş kalabilmiştir. Jade, gibi eski aşkını beklemek bir yana onunla dost kalmanın, sohbetler etmenin keyfini kafi görür. Çünkü esas derdi Jade iledir.
Öyle ya, kocası kendisini yıllar önce onun yüzünden terketmiştir. Ancak yine de olgun ve merhametli bir karaktere sahip olduğundan tatlı/sert şekilde sürdürür Halef’iyle olan tüm hesaplaşmasını/çekişmesini.
Haluk Bilginer‘e yani Nick’e dönecek olursak, kendisi filmde zengin, ilerlemiş yaşına rağmen yıllanmış şarap gibi hala cazibeli, ve çapkın bir adamdır. Zaten ikinci karısı Jade’i de çok genç ve seksi bir süper model için terk etmiştir.
Evet, sanırım bundan sonrasını sinemaseverlerin beğenisine bırakıp, hikayenin bende bıraktığı etkilerini anlatmaya çalışayım. Şöyle ki; batı toplumlarında bilhassa da Amerika’da hayatlar, işler güçler ve kadın erkek ilişkileri gelenekselliğin azlığı ve de Dünyevi hayatın zevklerinin fazlaca önemsenmesi itibarıyla aslında çok daha zor süreçlerden, evrelerden geçerek ilerliyor. Bu yüzden de insanlar bencil ve duyarsız bireyler haline geliyor.
Boşanmalar ve terk edişler sıklaştığından Aile kurumlarının temelleri oluşturulamıyor. Kapitalist dünyanın zorluklarını daha çok yalnız kalan kadınlar yaşıyor ve ayakta kalabilmek içinde çok yük sırtlanmaları gerekiyor. tabi bu durumda doğal olarak kadınları mutsuzluğa ve çokça zamanlarda çaresizliğe sevk ediyor. Zaten son yıllarda kadınların çaresizliklerine dair Amerika’da onlarca film ve dizi çekilmesi bundandır.
İşte bu filmde bu akımın en son ama en çarpıcı örneği olarak karşımıza çıkıyor. Fakat, hikayenin içine komedi öğeleri o kadar sık ve o kadar harika bir sıralama ile yerleştirilmiş ki, iki kadının çekişmelerini izlerken karakterlerin aslında var olan hüzünlerini görmeye fırsatınız olmuyor. Çünkü o sırada kendinizi çekişmenin tatlılığına kaptırıyor ve ardı sıra gelen esprileri yakalamaya çalışıyorsunuz. Sırf bu sebeplerden ötürü bile izlenmeye değer bir yapıt ki, tabi bu benim şahsi görüşüm ve sizlere naçizane tavsiyemdir.
Bu arada filmin bir sahnesinde geçen ve Maria’nın yetişkin kızının annesine söylediği, “Edebiyatta intikam en az aşk kadar sık işlenir” özlü sözünü sizler için not etmeden geçemedim. Son olarak bu film, aktörümüz Haluk Bilginer‘in kısa ama bir o kadar harika performansını izlemek için bile gitmeye değer ki ben zaten sizlere daha fazlasını bulacağınızı da garanti ediyorum. İyi seyirler, Sevgiyle kalın. Misafir yazar : Cengiz Berkant