Göremediğimiz Tüm Işıklar
İnsanlıkta Hala Işık Var!
Dizi, 2. Dünya Savaşından beri kanayan bir yarayı daha gün ışığına çıkarıyor ve insanlık adına hala bir umut ışığı olduğunu bize gösteriyor…
Anthony Doerr’in Pulitzer ödülü alan romanından uyarlanan dört bölümlük mini diziye tam not vermekten beni alıkoyan sebep ise dizide Amerikalıları kurtarıcı olarak göstermek! Halbuki bu, en başta direniş destanı yazan Fransızlara hakaret. Ülke bazında düşündüğümüzde ise Nazileri Amerikalılar değil Sovyetler durdurmuştur…
“…….
Ah savaş, tarihin koynundan çıkmayan akrep
takılmış bozuk plak cızırtı sesiyle sevişiyor
Lili marlen şarkısıyla dönmüyor dünya
şimdi cephede lamba altında bekleyen sevgili
görmeyecek belki sarı saçlı Lili’yi
hala kanıyor Nazilere kurban edilmiş Marlen’in ezgileri
…….”
Nurbanu KABLAN
Bu şiir, benim henüz bir yerde yayınlamadığım “Savaş Tragedyası”adlı 6 kıtalık özel şiirimin sadece 1 kıtası.”
Evet, hala kanıyor Nazilere kurban edilmiş Marlen’in ezgileri… Filmleri yapılıyor, dizileri çekiliyor…
“Göremediğimiz Tüm Işıklar” (All the Light We Cannot See) dizisi 2. Dünya Savaşından beri kanayan bir yarayı daha gün ışığına çıkarıyor ve insanlık adına hala bir umut ışığı olduğunu bize gösteriyor…
Gündemdeki İsrail-Filistin Savaşında olduğu gibi nasıl ki İsrail’in aydın, sanatçı, sol kesimi bu savaşa karşı çıkıp ülkelerinde protesto ediyor hatta bu yüzden cezaevine atılmayı bile göze alıyorlarsa; 2. Dünya Savaşının Almanya’sında da bu savaşın gereksizliğini savunan Almanlar vardı…Ya da zıddını düşünecek olursak ne yazık ki o günlerin mazlumu olan insanlar bugünün kasabı haline gelebildi. Ezilmiş, aşağılanmış, hor görülmüş bazı kişiliklerin gücü eline aldığında nasıl canavarlaştığını görüyoruz; ancak ne Netanyahu İsrail Halkını temsil ediyor ne de Hamas Filistin Halkını temsil ediyor. Hamas olsun, İşid olsun, Hizbullah olsun hepsi de eline fırsat geçtiğinde başta kadınlar olmak üzere kendilerinden olmayan herkese en cani, en vahşi soykırımı yapmakta çekinmediklerini de gördük…
Aslolan savaşın tarafı olan ülkelerin vatandaşlarının savaşa karşı çıkmasıdır. (Elbette savunma amaçlı olan savaşları – bizim Kurtuluş Savaşı gibi-bunun dışında tutuyorum.) Aslolan İsrail’de Netanyahu‘ya, Filistin’de Hamas’a, Ukranya’da ülkesine Neonazileri dolduran Zelenski’ye, Rusya’da Putin’e karşı olmaktır…
Ve tarih asıl bu protestocularla var olacaktır, asıl onların hikayesini anlatacaktır. İnsanlığı kurtarırsa bu vicdanlı, ahlaklı, onurlu insanlar kurtaracaktır…
“Göremediğimiz Tüm Işıklar” dizisi işte bize tam da bunu hatırlatıyor….
DÜNYADAKİ EN ÖNEMLİ IŞIK GÖREMEDİĞİMİZ IŞIKTIR!
Belki de bu ışık yalnızca körlerin dünyasına doğuyor! Belki de Goethe, ölüm döşeğinde “ışık, biraz daha ışık” derken bu göremediğimiz ışığı kastediyordu… Gerçek şu ki gözlerimizi kamaştıran ışığa henüz kavuşamadık; bu, ancak insanlığın yaktığı barış ışığı ile mümkün olabilir; iyiliğin, güzelliğin, kardeşliğin, beraberliğin ışığı yanınca ancak gözlerimiz kamaşabilir…
İnsanlık hırslarını bir gün yenecektir ve o gün o ışık yanacaktır… Yeterince büyük olmasa da o kandili, mumu,lambayı yakan insanlar var ve bir gün bütün bu ışık kaynakları birleşecek, tüm insanlığı aydınlatacaktır… O mumu yakan isimsiz kahramanlardan birisi de Nazi Alman askeri Werner’dir (Louis Hofmann).
Tarih 1944, Nazi işgali altındaki Fransa’nın kuzey batısında, Atlas Okyanus’unun kenarındaki bir şehirde, Saint-Molen’deyiz. Fransızlar Almanlara Paris’in anahtarını teslim etmişler (kimi tarihçiler Paris’in eşsiz mimarisi yerle bir edilmesin diye anahtar teslim edildiğini söylerler). Almanlar bu şımarıklıkla Fransa’nın diğer şehirlerine yayılmaya başlamışlardır. Ancak her ülkenin yurtseverleri vardır ve o ülkenin işgaline karşı direniş gösterirler -ki fransız Direniş Hareketi de tarihin baş köşesinde yerini almıştır zaten. İşgal altındaki bu şehrin bir binasının çatı katında radyoda gizli yayın yapan, kısa dalga 13.10’da babasına, Etienne’e ve gizli direniş örgütüne seslenen görme engelli bir genç kız vardır. Çok uzakta değil yakınlarda bir Alman askeri de onu her gün yayını kaçırmadan dinlemektedir…
Yayın yapan kızın adı Marie’dir (Aria mia Roberti), gözleri kördür ama kafası aydınlıktır. Babasının şefkati ve sevecenliği sayesinde hayata sıkı sıkı sarılmış, zerre körlüğünü sorun etmemiş, bundan acıklı bir durum yaratmamış, o koşullarda hayatta tek başına ayakta kalmayı başarmış; hatta direniş örgütüne yardım etmeyi sürdürmüştür. Son derece zeki olan Marie, direnişçilerin lideri olan Etienne’nin (Hugh Laurie) gizli aracılığı ile radyo yayınlarında şifreli mesajlar vermektedir…
Marie’yi her gün düzenli dinleyen ve yayından son derece etkilenen kişi de Nazi askeri Werner’dir. Yetimhanede büyümüştür, yetenekleri daha yetimhanedeyken fark edilmiştir. Elektroniğin ve radyonun dehası sayılabilecek bu yetenekteki asker, kendi içinde savaşı sorgulamaktadır ve verilen her emre sorgusuz itaat etme eğilimi taşımamaktadır. Ordunun kendisine verdiği gizli yayın yapan radyoları keşfetme görevini de ihlal eder; yayın yapan Marie’yi amirlerine haber vermez, bunun için canını bile ortaya koyar…
Aslında ikisinin de ortak noktaları vardır; zeka, bilim, akıl benzerliklerinin yanı sıra aynı frekansta yayın yapan radyoda yıllar önce bir profesörün anlatımlarını ikisi de dinlemişlerdir… Profesörün kim olduğu da izleyiciye sürpriz olsun.
Medyanın o zamanlarda bile öneminin ne kadar büyük olduğunu askerleri eğiten Alman subayı şöyle dile getirir : “Radyo olmasa Nazi partisi iktidar olmazdı, Mozart, vivaldi, Bach bunların hiçbirinin insanlığa Otto Groningen kadar faydası olmadı. Kendisi taşınabilir radyonun mucidir…”
Görüldüğü gibi faşizm sanatı reddeder, bilimi de insanlığı yok etmek için kullanır… Vücut yapısından ırk tahlili yapan ideoloji de yine faşizmdir! Dizide bu çarpıcı ve tiksindirici özellik de gösterilmiş…
Ancak faşizmin yarattığı onca duman kokusundan hala leylak kokusu gelmektedir. Savaşın iyi çocuklarıdır bu leylak kokusu, yaşlı kadınların kurduğu gizli direniş örgütüdür bu leylak kokusu, Marie’nin kör olmasına rağmen pozitif enerjisidir leylak kokusu, her şeye rağmen savaş ortamında bile var olan aşktır leylak kokusu… Ernest Hemingway’ın “Silahlara Veda” romanında olduğu gibi dumanların arasında sönmeyen alevin ışığıdır aşk…
Anthony Doerr’in Pulitzer ödülü alan romanından uyarlanan dört bölümlük mini diziye tam not vermekten beni alıkoyan sebep ise dizide Amerikalıları kurtarıcı olarak göstermek! Halbuki bu, en başta direniş destanı yazan Fransızlara hakaret. Ülke bazında düşündüğümüzde ise Nazileri Amerikalılar değil Sovyetler durdurmuştur…
Eh dizi Amerikan yapımı olunca kendilerine de pay çıkarmayı ihmal etmiyorlar… Verilen bu mesajın dışında ve fazla kullanılmış bilgisayar efektlerinin dışında kesinlikle izlenmesi gereken bir dizi…
İyi seyirler…
Yönetmen : Shawn Levi
Senaryo : Anthony Doerr, Steven Knight
Görüntü Yönetmeni : Tobias A. Schliessler
Kurgu : Dean Zimmerman, Casey Cichocki, Jonathan Corn
Müzik : James Newton Howard
Oyuncular : Louis Hofmann, Lars Eidinger, Aria Mia Loberti, Mark Ruffalo, Hugh Laurie, Nell Sutton
ABD / Tarihi-Romantik-Dram / 4 Bölüm (3 saat 48 dk.)