Han Solo : Bir Star Wars Hikayesi
HAN SOLO’NUN YOLU BAŞINDAN BELLİYMİŞ..
Birçok sinemaseverin akılına kazınan ve efsane olmuş Star Wars serisi gibi filmlerle bağlantılı bir devam filmi veya bir pre-sequel ( yani ilk filmin sonrasını değil öncesini anlatmak) yaratmak bizce heyecanlandırıcı olduğu kadar ciddi derecede riskli bir görevdir. Hala akıllarımızda ‘Son Jedi’ filmlerinin görüntüleri varken, Ron Howard, Star Wars serisinin kendisi gibi kült olmuş ikon karakterlerinden birinin yani Han Solo’nun hayatını daha doğrusu gençliğini mercek altına alıyor ve bizce bu ağır yükün altından, büyük ölçüde başarıyla kalkıyor. Han Solo filmi, Star Wars kadar kalıcı bir film olur mu bilemeyiz ancak karşımızda ilham aldığı efsane filmi utandırmayacak, hem görsellik hem de içerik açısından sağlam bir yapım olduğu da bir gerçek…
Geleceğin dünyasında genç Han Solo sevgilisi Qi’ra ile birlikte yaşamakta oldukları sınırlı bölgeden kaçmak ve kendilerine bir uzay gemisi alarak uzaklara gitmek istemektedir. Ufak tefek kaçakçılık işleri yapan Solo, tesadüfen bu dünyada çok değerli olan bir enerji kaynağı numunesi bulmuştur ve bunu çıkış biletleri olarak görmektedir. Tam çıkış sırasındaki bir kargaşada, Solo kurtulur ancak sevgilisi çıkmayı başaramaz. Geçtiği yeni dünyada Han Solo kendisine yol gösterecek eski bir kaçakçı bulur ve onunla çalışmaya başlar. Bir yandan da yeterince para kazanıp sevgilisini kurtarma hayali kurmaktadır…
Beyaz perdede karşımızda bu ikonik kahramanın gençlik halini gördüğümüzde ister istemez anılarımızı tarayıp ilk Star Wars filminde tanıştığımız Harrison Ford’un canlandırdığı Han Solo karakterini hatırlıyoruz. Dolayısıyla bu genç Solo’yla Ford’un canlandırdığı daha yetişkin yaştaki Solo’yu karşılaştırmamız da kaçınılmaz oluyor. Hatırlanacağı üzere Ford’un canlandığı Solo başına buyruk, (göreceli olarak genç bir yaşta olmasına rağmen) feleğin çemberinden geçmiş, kendini beğenmiş, asıl paraya önem veren ama yine de içinde vicdani yanlar barındıran, hafif serseri tarzıyla kaçakçılık yapan bir adamdı. Sonunda doğru yolu bulmasına rağmen Luke Skywalker gibi iyilik ve doğruluk timsali bir karakter olmaktan uzaktı.
Yönetmen Howard ise bu genç Solo’yu bize tanıtırken, bizce doğru bir noktadan hareket ediyor. Çünkü bu karakteri masum, temiz ve bu işlere (kaçakçılık) hiç yatkın olmayan bir genç gibi tanıtmıyor. Genç Solo’nun en baştan küçük çaplı işler yapan, asi ruhlu biri olduğunu ve hayatındaki en büyük amacının (ki sonra elde ettiğini görüyoruz) kendine bir uzay gemisi almak olduğunu görüyoruz. Genç Solo’nun bu tutumu, sonrasında can yoldaşı Chewbacca ile karşılaşması ve kendisine yol gösteren mentoru Beckett’in yanında adeta bir kaçakçılık ve soygun ihtisası yapması sonraki, Ford’un Solo’suna dair sağlam bir temel ve ilk sinyaller taşıyor.
Asıl fark ise buradaki Han Solo’nun sevgilisiyle olan gönül bağına ilişkin. Çünkü yetişkin Solo biraz maço, kimseye bağlanmayan, kardeşi gibi gördüğü Chewbacca dışında etrafında kimseyle bir arkadaşlık kurmak istemeyen bir karakterdi. Genç Solo’nun bu aşk ilişkisi ise seyirciye inandırıcı geliyor, batmıyor ve karaktere artı bir insani boyut katıyor.
Yönetmen Howard’ın bir başka başarısı da filmini Star Wars’un ana karakterlerinden biri üzerine kurarken serinin ruhuna ihanet etmemesi. Filmin içinde geçtiği dünya, yan karakterler, yeni düşmanlar, çarpışmalar kısaca filmdeki her önemli olay ve karakter ilk Star Wars dünyasına uygun, aynı ruh hali içerisinde yerini buluyor. Yönetmen yeni tarzda bir film çekmekle uğraşmıyor, oluşmuş bir tarza yeni bir versiyon katıyor.
Filmin yine insani ilişkiler boyutuna bakacak olursak başta da değindiğimiz ana karakterin aşk ilişkisi dahil olmak üzere genelde işler yolunda gibi gözüküyor. Solo’nun sevgilisiyle ayrılması, onu özlemesi, beklenmedik şekilde tekrar buluşması, akıl hocasıyla kurduğu öğrenci-hoca (biraz baba-oğul da denebilir) ilişkisi, yeni bir düşmana karşı birleşmeleri ve kişisel karla asıl ideal hedef arasında kalması gibi sekanslar mesaj açısından doyurucu bir sonuç veriyor. Sadece Solo’nun eski arkadaşı Lando’nun robotuyla kurduğu sevgili ilişkisi biraz abartılı ve inandırıcılıktan uzak duruyor.
Han Solo filminin görsel gücüne değinmemiz gerekirse, bu alanda da filmin hedefini tutturduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Gerek çarpışma sahneleri, gerek trende geçen devasa soygun sahnesi gerekse de ana karakterlerin tutsak kaldıkları bir merkezdeki isyan sahnesi gerçekten başarılı ve etkileyici sekanslar sunuyor. Ancak dediğimiz gibi Han Solo’nun asıl başarısı, filmin mesajlarının ve insani boyutunun bu kadar aksiyon sahnesi arasında gümbürtüye gitmemesinde yatıyor.
Oyunculuklar açısından da aksayan bir durumdan bahsedemeyiz. Solo’nun gençliğini canlandıran Alden Ehrenreich inandırıcı ve dinamik bir performans sergilese de Ford’un unutulmaz performansını unutturduğunu söylersek biraz abartmış oluruz. Sevgilisini oynayan Emilia Clarke da aynı şekilde dozunda ve inandırıcı bir oyunculuk sergiliyor. Ancak bizce filmin en göze çarpan performansları, soyguncu Tobias Beckett’e hayat veren eski toprak Woody Harrelson ve kötü adam Dryden Vos’u canlandıran Paul Bettany’den geliyor. Karikatüre ve karton kötü adam performanslarına kolayca kayabilecek bu rolleri, bu iki büyük oyuncu gerçekten bir derinlik katarak oynuyorlar.
Sonuç olarak ‘Han Solo: Bir Star Wars Hikayesi’ filmi bu efsanevi serinin yüzünü kara çıkartmayan hatta bazı açılardan hoş bir hava estirecek bir yapım. Kuşkusuz serinin yerini doldurmak veya baştan yaratmak neredeyse imkansız bir görev ancak dediğimiz gibi filmin zaten böyle bir iddiası yok. Bizce görülmeyi hak eden ve isminin beklentilerini karşılayan bir yapım. Ancak Han Solo’yu Harrison Ford’un performansıyla hatırlamak isteyen nostaljik sinemaseverlere de tabii ki bir lafımız olamaz.