Jeff Wadlow’un çektiği, Maggie Q, Lucy Hale, Austin Stowell gibi isimlerin başrolünü paylaştığı, Michael Pena ve Michael Rooker gibi Hollywood’un ön plandaki isimlerinde bulunduğu tamamen “Pulp Fiction” bir ürün olan “Fantasy Island” bugün itibariyle vizyonda.

Gerçekten çok ucuz bir hikaye izliyoruz. Bunu sadece eleştirmek adına yazmıyorum. Konsept “kişinin kendine ait fantezileri” olabilir. Bilinçaltı meselesi olduğunu düşünürsek, her ele alındığında yaratıcı yeni fikirler görebileceğimiz konulardan biri. Ama fanteziyi konu olan “Fifty Shades Of Grey”in bile bu filmden daha yaratıcı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Filmin adını veren “Fantasy” kelimesini neredeyse filmin 50 dakikasında duyuyoruz. Bu izleyeni aptal yerine koymakla beraber, senaryo sahibinin de kelimeyi yeni öğrendiğini düşünüyoruz. Filmin bir diğer yarısında ise “fantezi suyu” adındaki adaya gücünü veren ve bu sayede insanların fantezilerinin gerçekleşmesine olanak sağlayan kaynağın adını defalarca duyup, sürekli önünden geçiyoruz. Film başlarken, çok fazla lokasyonda gezeceğimizi zannediyoruz. Ama daha sonra bu lokasyonlarda tıkalı kalıp asla farklı olaylar yaşamadan sadece sürekli olarak fantezi suyunun önünden geçiyoruz.

Filmin her anı sürekli tekrar ediyor. Ne olduğunu, ne bittiğini anlamadan film kendi içinde de anlamadan bir dünya kurmaya çalışıyor ama temeli sağlam olmadığı için bu dünya daha yirminci dakikasında yıkılıp yerini “ne izliyorum ben!” duygusuna bırakıyor ki aksiyonu çok hızlı başladığı için sadece bir dizi görüntü izleyip filmi tamamlıyoruz. Karakterlerin inanılmaz sığ ve düz şekilde tasarlanması filmin finalindeki twisti fena halde yok ediyor ama zaten bu twistin gerçekten beş filmden fazla film izlemiş herhangi bir seyirciyi etkilemesinin de imkanı yok.

Film korku sinemasına dair bir çok alt türü bünyesine almaya çalışmış. Zombiler, ruhlar, hayaletler… ama hiçbir türü birbirine bağlayamadan film bitiyor. Biraz “Cabin In The Woods”u hatırlatıyor bu yönüyle. Bir bütün olarak gerçekten kötü bir film olsa da inanılmaz bir sona sahipti. “Fantasy Island” ise her yönüyle sınıfta kalmayı başarıyor.

Filme dair en merak ettiğim konulardan biri de özellikle Michael Roorker’un bu projeyi neden kabul ettiği. “Guardians Of The Galaxy” ile birlikte iyice kendini ön plana atan aktörün, bu tarz, gerçekten anlamsız ve karakter olarak da hiçbir şey katamadığı bir projede neden var olduğunu anlamak gerçekten zor. Yine “Marvel” dünyalarından tanıdığımız bir diğer isim Michael Pena’nın daha başrol olarak oynadığını varsaysak bile yine ortalama proje standartı vasatın üstü olan bu aktörün de neden bu projeye dahil olduğunu anlamak kafa karıştırıcı mevzulardan.

İşin açıkçası senaryosu bir günde tamamlanmış gibi görünen, oldukça amatör görüntü yönetmenliği ve kötü rejiye sahip “Fantasy Island”; hatta bu tattaki diğer filmlerin de yerine izleyebileceğiniz bu hafta ve bundan sonraki haftalarda da daha iyi filmlerin olduğunu bilerek sinemada film izlemenin keyfine varabilirsiniz. “La Belle Epoque” ve “It Must Be Heaven” gibi iki keyifli film vizyonda sizleri bekliyor.

Yönetmen : Jeff Wadlow

Senaryo : Jeff Wadlow, Chris Roach, Jillian Jacobs

Görüntü Yönetmeni : Toby Oliver

Oyuncular : Michael Peña, Jimmy O. Yang, Robbie Jones, Lucy Hale, Maggie Q, Michael Rooker, Ryan Hansen, Parisa Fitz-Henley

ABD / Gerilim / 110 Dk.

OrtaKoltuk Puanı:

1 YORUM

  1. Önce ne kastettiğin ile kurduğun cümleye dikkat et.Michael Pena başrolde olsa bile demiş sonrasında vasatın üstü bir oyuncu demek tam bir tezat.Ikincisi konu basit bile olsa neden sonuç ilişkisini çok iyi vermişler.Karakterlerin de siyah beyaz olmaması,intikam peşinden koşan bir kızın aslında daha büyük bir intikam planına sahip olması gayet güzel bir fikir.Ayrıca görüntü ve ses kullanımları gayet iyiydi.Ayrıca Micheal Pena’ın oynadığı karakter sonunda iyi bir karar veriyor.Ve bu da karakterin altını gayet doldurabilecek bir nitelik.

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz