Hiçlikten Kurtar Beni / Springsteen : Deliver Me From Nowhere

BİLDİĞİMİZ ‘BİOPİC’LER GİBİ BİR BİOPİC DEĞİL!

‘Bruce Springsteen: Deliver Me from Nowhere.’ gerçek anlamda bir biopic değil. En azından bildiğimiz ve beklediğimiz anlamda! Efsanevi bir şarkıcıyı tanıtmak yerine onu anlamayı hedefleyen çok daha içsel ve kişisel bir sinema deneyimi. Filmin biraz ağır temposunu kabul etmek şartıyla Springsteen hayranı olmayan seyircilerin bile keyif alacağı etkileyici bir yapım! Kaçırılmaması gerektiğini söyleyerek bitirelim!

OrtaKoltuk Puanı:

 

Hollywood sineması, eski dönemlerinden beri iyi gişe başarısı yakalayan ve dikkat çeken bir film çıkarınca, eğer bu yapım yeni bir ‘saga’nın ilk ayağını oluşturma potansiyeli taşıyorsa veya yeni bir akımın ‘başlangıcını’ vaat ediyorsa fazla zaman kaybetmiyor. Örneğin son olarak 2000’li yıllarla giderek tehlikeli hale gelen iklim değişiklikleri ve azalan doğal kaynaklar onları arka arkaya ‘distopik’ filmler çekmeye itti.

Biopic filmler de son dönemde oldukça ‘gözde’ bir tür olarak dikkat çekiyor. Aslında bu türün, yakın tarihteki ilk örneğini Oliver Stone 1991 yılında ‘The Doors’ filmiyle atmıştı ama özellikle ‘Bohemian Rhapsody’ filmiyle bu tarz yapımlara yeni bir ilgi ve merak doğdu. Çok zaman kaybetmeden beyaz perdede Ray Charles, Elton John, Elvis Presley, Whitney Houston, Bob Dylan veya John Cash gibi bir döneme damga vurmuş ve dünyaca tanınan sanatçıların hayatlarını, kariyerlerini, yarattıkları etkiyi gösteren yapımları izleme şansı bulduk.

Bu hafta sinema salonlarımıza uğrayan ve şarkıcı Bruce Springsteen’ın hayatının bir bölümünü anlatan ‘biopic’ ise bildiğimiz türden bir biopic değil! Tam bu noktada ‘hayatının bir bölümü’ ifadesinin altını çizmek istiyoruz çünkü bizce filmi benzerlerinden ayıran asıl etken bu oluyor. Film, kuşkusuz dünyaca tanınan bir şarkıcının hayatına ışık tutuyor ve onun hem kariyerinde hem de özel hayatında yaşadığı bazı süreçleri gösteriyor ama karşımızda olan, bütün bir hayatı kapsayan ve bir sanatçının doğuşunu, keşfedilmesini, yavaş yavaş yükselmesini hatta kariyerinde zirveye çıkmasını ve sonrasında (eğer yaşamışsa) düşüşünü anlatan klasik bir biopic değil!

Bunun yerine belki daha gösterişsiz ve iddiasız bir sinematografik anlatımla, bir sanatçının iç dünyasını, hayattaki anlamınıçsorgulamasını ve belki de en önemlisi sanatındaki ‘yaratım’ sürecinde yaşadığı psikolojik ‘gel gitleri ele alan çok daha kişisel, farklı bir bakışa açısına sahip özgün bir yapım izliyoruz.

‘DOKUNULAMAZ’A DOKUNMAK!

Genellikle biopic’lerdeki sanatçılar bir şarkıcıdan veya besteciden çok daha öte bir yerde durur! Bu isimlerden her biri müzik tarihinde her zaman yer alacak eserler bırakmış olsalar da, Jim Morrison, Elvis Presley veya Michael Jackson (filmi yakında gelecek) gibi bazı starlar sadece besteleriyle ve şarkılarıyla dünya çapında tanınmamakta aynı zamanda oluşturduğu bir efsaneyle, birçok jenerasyonu etkisi altına almış bir karakterle ve basit bir ses gücünün çok ötesine geçen bir ‘aura’yla bilinirler. Örneğin, sadece müzisyen değil aynı zamanda da şair olan Jim Morrison, o zamanki toplum kurallarını ‘irrite’ eden eserleriyle karanlık tarafı temsil eden bir ‘An American Poet’ olarak da adlandırılmıştı. Aynı şekilde Elvis Presley de birçok jenerasyonu etkilemiş, şarkılarıyla, dans etme tarzıyla, sahne giysileriyle ve hatta saç tarzıyla bile belki de hala dünyada en fazla hayranı bulunan bir yıldız!

Bruce Springsteen ise filmde bu ‘dokunulmaz’ figürlerin ve ‘ikonların’ uzağında duruyor: kendisinin 30’lı yaşlarda belli bir kariyeri ve hayat düzeni var. Özellikle ‘yaratım’ sürecinde yalnızlığı tercih ediyor. Diğer ‘ikonlar’ gibi (en azından o dönem) bir uyuşturucu ve ilaç ‘girdabında’ değil ve belki kendisinin de kontrolünden çıkacak bir kariyer yükselişi yaşamıyor. Dolayısıyla çok daha ‘ulaşılabilir’ ve insani bir mesafede olan Springsteen karakteri bir stardan ziyade ‘üretim’ krizi yaşayan bir insanı işaret ediyor.

 

NEBRASKA’YI BULMAK…

Springsteen, daha önce her ne kadar ‘Hungry Heart’ gibi dikkat çeken şarkılar ve albümler çıkarmış olsa da kariyerindeki asıl büyük sıçramasını ‘Nebraska’ albümüyle yapıyor. Film, bu aşamayı aceleye getirmeden, zamana yayarak ve albümü yaratma sırasında başkarakterinin yaşadığı ikilemleri, tedirginlikleri ve zaman zaman çaresiz kalmasını asla bir melodram havasına düşmeden göstermeyi başarıyor. Zaten Springsteen’in bu ‘dozunda’ ilham krizi yakın çevresine de sirayet etmiş durumda… Aynı şekilde Fanny ile yaşadığı aşk ilişkisi kolay bir romantizme kaymıyor. Menajeri ise diğer biopic’lerden farklı olarak bu sefer onu kullanan, sömüren kötücül bir karakter değil aksine ona destek çıkan, her zaman yanında olmaya çalışan bir dost!

Filmin ilk eksik yanı ise müzik parçalarının azlığı oluyor: Spingsteen’nin inanılmaz bir CV’si varken, bahsettiğimiz zaman aralığında olmamızdan da dolayı sadece kısa bir ‘canlı’ performansla ‘Born to Run’ı duyabiliyor ve ‘Born in the USA’yi bir kayıt stüdyosunda şöyle bir işitiyoruz. Bu durum özellikle Springsteen hayranlarını biraz üzebilir ancak dediğimiz gibi bizce yönetmenin isteği efsanevi parçalar eşliğinde kulaklarımızın pasını silmek değil!

İkinci hayal kırıklığı yaratan sekans ise filmin sonu oluyor: filmin hikayesi sanki ‘gerçekten’ başladığını düşündüğümüz anda bitiyor. O zamana kadar adeta ‘su gibi akan’ iki saat geçmişken ve hikaye tam kıvamını bulmuşken çok daha fazla olaya tanık olmak ve çok daha uzun bir süreci izlemek isterken hikaye oldukça sıradan ve filmin genel seviyesinin altında kalan bir çıkarımla bitiyor. Bu final filmin başarısını gölgelemese de yine de ‘hevesimizin biraz kursağımızda kaldığını’ itiraf etmemiz gerekir!

ŞARKI SÖYLEMEYE ÇALIŞMAMA!

Efsanevi şarkıcıyı canlandıran Jeremy Allen White adeta ‘şapka çıkarılacak’ bir performans sergiliyor. Springsteen’ı taklit yerine usulca, adeta kendince yorumlayan White, şarkıcıyı nerdeyse yüz mimiklerine kadar canlandırmayı beceriyor. Bu arada filmdeki şarkı eksikliğinin burada bir avantaj sağladığını da ekleyelim. Çünkü filmde daha çok müzikle haşır neşir olsaydık White’in bir de Springsteen’ın eşsiz sesini vermeye çalışmak gibi çok zor bir görevi daha olacaktı

Sonuçta ‘Bruce Springsteen: Deliver Me from Nowhere.’ gerçek anlamda bir biopic değil. En azından bildiğimiz ve beklediğimiz anlamda! Efsanevi bir şarkıcıyı tanıtmak yerine onu anlamayı hedefleyen çok daha içsel ve kişisel bir sinema deneyimi. Filmin biraz ağır temposunu kabul etmek şartıyla Springsteen hayranı olmayan seyircilerin bile keyif alacağı etkileyici bir yapım! Kaçırılmaması gerektiğini söyleyerek bitirelim!

Yönetmen / Senaryo : Scott Cooper

Görüntü Yönetmeni : Masanobu Takayanagi

Kurgu : Pamela Martin

Müzik : Jeremiah Fraites

Oyuncular : Jeremy Allen White, Jeremy Strong, Paul Walter Houser, Stephen Graham, Gaby Hoffmann, Odessa Young, Marc Maron, Johnny Cannizzaro, David Krumholtz

ABD / Biyografi-Müzik-Dram / 120 Dk.

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz