Jack’in İnşa Ettiği Ev

Lars Von Trier ‘persona non grata’ olarak kovulduğu Cannes’a yedi yıl sonra ‘JACK’İN İNŞA ETTİĞİ EV’ ile döndü.

VON TRİER’İN GÖRKEMLİ DÖNÜŞÜ

Sinema sanatının en kışkırtıcı, rahatsız edici, şok yaratan filmlerinin yaratıcıları arasında gösterilen Lars Von Trier’in, yedi yıl aradan sonra kovulduğu Cannes’a dönüşü görkemli oldu. Eğer ana yarışmaya dâhil edilseydi, ödül listesinde kendisine muhakkak yer bulacağına inandığım ‘Jack’in İnşa Ettiği Ev’, festivalde yarışma dışı gösterildi. 1970’lerin Amerika’sında, becerikli Jack’i 12 yıllık bir zaman diliminde izleyen film, işlediği cinayetlerle bir seri katile dönüşmesini anlatıyor. Mühendis kökenli Jack, planladığı cinayetlere birer sanat eseri gözüyle bakarken her seferinde daha çok risk almaktan çekinmiyor. Felsefi referanslarla yüklü bu zeki ve alaycı film, seri katil filmleri zincirine sağlam bir halka olarak ekleniyor. Bunda Von rier’in gerilimli atmosfer yaratmadaki becerisinin, yüksek tansiyonlu mizanseninin, Matt Dillon’un müthiş performansının rolü var. Filmin bütün yükünü omuzlarında taşıyan Dillon kariyerinin en başarılı kompozisyonunu çiziyor. Viktor APALAÇİ

Michael Haneke ile birlikte, sinema sanatının en kışkırtıcı, rahatsız edici, şok yaratan filmlerinin iki yönetmeninden biri olan Lars Von Trier’in, yedi yıl aradan sonra kovulduğu Cannes Film Festivali’ne dönüşü görkemli oldu. ‘Persona non grata’ ilan edilen Danimarkalı yönetmenin 71. festivalde yarışma dışı gösterilen filmi, ‘Jack’in İnşa Ettiği Ev/ The House That Jack Built’, Cannes yönetimi tarafından af edildiği anlamını taşıyor.

1970’lerin Amerika’sında, becerikli Jack’i 12 yıllık bir zaman diliminde takip eden film, işlediği cinayetlerle bir seri katile dönüşmesini anlatıyor.

Lars Von Trier senaryosunda öyküsünü beş kusursuz cinayet işleyen Jack’in gözünden anlatıyor. Zira kendisi planladığı cinayetlerin her birine kişisel bir sanat eseri gözüyle bakıyor. Polisin kıskacını arkasında hisseden Jack, cüretini artıran bir meydan okumayla, kusursuz bir sanat eseri yaratma peşinde, daha çok risk almaktan çekinmiyor.

Felsefi referanslarla yüklü bu zeki ve alaycı film, seri cinayet filmleri zincirine sağlam bir halka olarak ekleniyor.

Edebi değeri yüksek, ilginç diyaloglu zengin senaryosuyla Lars Von Trier, şeytani bir zekaya sahip katil Jack’in düşünce kalıplarını, yüksek tansiyonlu, gerilimli bir atmosfer eşliğinde anlatıyor.

Filozofik bir öykü olarak takdim edilen, ‘Jack’in İnşa Ettiği Ev’ acı bir mizah içeren, karanlık ve ürkütücü yapısıyla öne çıkıyor. Aşağıdaki sıfatların tümü bu çizgi dışı film ve kahramanı için geçerli: sofistike, gizemli, mükemmeliyetçi, sinik, sadist, psikopat, temizlik hastası, obsesif.

ÇİZGİ DIŞI BİR SERİ KATİL

Son filmleri ‘Antichrist’ (2009) ve ‘Nymphomaniac’da (2013) olduğu gibi kışkırtıcı üslubunu sürdüren Von Trier, beş bölüm halinde sunduğu filmindeki cinayetleri iğrenç detaylar eşliğinde anlatıyor. Aşağılanan, tecavüze uğrayan, bıçakla memeleri kesilen kadınlar… (Antichrist’ta Charlotte Gainsbourg vajinasını makasla kesiyordu). Bu filmde Matt Dillon kırmızı markörle çizdiği sınırlardan kurbanının memesini keskin bir bıçakla kesiyor.

Annelerinin gözü önünde, uzun namlulu tüfekle nişan alınarak öldürülen çocuklar, Nazilerin uyguladığı yöntemle kurşuna dizilen erkek kurbanlar… Tek kurşunla birkaç kişiyi öldürme takıntılı Jack, bunu gerçekleştirmek için uygun kurşunu titizlikle araştırır.

Von Trier’in filmlerinde kadınlar hep kurban, acınacak halde ve erkeklerin haksızlığına uğruyorlar. Karanlık’ta Dans’ta (2000) Björk’ün canlandırdığı Selma’nın oğlunun göz ameliyatı için biriktirdiği parayı komşusu Bill (David Morse) çalar.

Mühendis kökenli Jack (Matt Dillon), kurbanının canını alırken aceleci davranmıyor, kan dondurucu bir sükûnet içinde soğukkanlılıkla, mükemmel bir cinayet için tasarladığı planı uyguluyor.

Filmin açılış sekansında yolda arabası arızalanan bir kadını (Uma Thurman) sırf gevezeliğine tahammül etmediği için öldürüyor.

Orman içindeki bir evde yalnız yaşayan bir kadını öldürdükten sonra, devriye gezen bir polis arabasının varlığına rağmen Jack, cinayet yerinden hızla uzaklaşacağı yerde, maktulün yanına dönüyor. Simetri takıntısı olduğu için, duvarda düzgün durmadığını gördüğü bir tabloyu düzeltmek için polis riskini göze alıyor.

 

Film, bencil bir dünyada yaşadığımız gerçeğini yüzümüze vuruyor; artık kimse kimsenin yardımına koşmuyor. Öldürülmek üzere olan bir insanın yardım çığlığına komşuları dahi ilgisiz kalıyor.

SOFİSTİKE PSİKOPAT SERİ KATİL

Jack’in kurbanlarını kasap gibi kestiği sahnelerin arasına Von Trier arşiv görüntülerinden Hitler’in nutuklarını, ölüm kampı Buchenwald’ın görüntülerini eklerken, insanın içindeki kötülüğü yüceltmeyi amaçlıyor.

Bu mide bulandırıcı sahneleri Jack, dış sesten verilen Verge adlı bir yabancıyla yorumluyor. Filmde bir seri katilin düşünce kalıplarına, hiç görmediğimiz Verge adlı bu gizemli kişi aracılığıyla ulaşıyoruz.

Verge (veya Virgile) ne ‘İlyada’nın yazarı, ne de Jack’i sorgulayan, itiraflarını dinleyen bir polis. Filmin finalinde Verge’nin, cehennemin şeytanlarından biri olduğunu öğreniyoruz. Alman aktör Bruno Ganz’ın seslendirdiği Verge, filmin kapanış sekansında Jack’i cehennemin muhtelif bölümlerinde bir geziye davet ediyor.

Filmin çarpıcı finalindeki Jack ile Verge’nin cehennemin karanlık labirentlerindeki yolculuğu, Von Trier’in bir seri katil öyküsüne felsefi anlamlar katma çabasında tavan yapıyor. Ama bu 2,5 saatlik sinema ziyafeti filme tat katmadığı gibi, uyum da sağlamıyor.

Ancak, Lars Von Trier’in yazdığı senaryodaki öyküyü anlatmada gösterdiği beceri, yüksek tansiyonlu mizanseni, gerilimli bir atmosfer sağlamadaki ustalığı, Matt Dillon’ın müthiş performansı ‘Jack’in İnşa Ettiği Ev’i birinci sınıf bir film yapıyor.

Von Trier’in ‘Melankoli’ (2011) ve ‘Nymphomaniac’ta (2013) birlikte çalıştığı genç Şilili görüntü yönetmeni Manuel Alberto Claro, nefis fotoğraflarıyla Von Trier’in mizansenine katkıda bulunuyor.

Seks amaçlı cinayet işlemeyen, cinayetlerine bir sanat eseri gözüyle bakan, mühendis kökenli, takıntılı ve mükemmeliyetçi seri katil Jack rolü için Matt Dillon’dan iyisi bulunamazdı. Filmin ilk sekansından sonuncusuna dek perdeden ayrılmayan, filmin bütün yükünü omuzlarında taşıyan Dillon, Jack rolünde belki de kariyerinin en başarılı kompozisyonunu çiziyor.

En İyi Film Oscar Ödüllü ‘Çarpışma/Crash’de (2004) En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında Oscar’a aday gösterilen, gençlik yıllarında Francis Ford Coppola’nın ‘Siyam Balığı/Rumble Fish’ (1983) ve Gus Van Sant’ın ‘Drugstore  Cowboy’ (1989) gibi iki başyapıtta oynayan, Farrelly Kardeşlerin popüler filmi ‘Ah Mary, vah Mary’sinde başrolü Cameron Diaz ile paylaşan Matt Dillon’un uzun yıllardır sesi sedası çıkmıyordu.

İsviçre sinemasının yetiştirdiği en iyi karakter oyuncularından biri olan Bruno Ganz, Verge karakterinde Jack ile yaptığı sohbetlerde, bizlere bir seri katilin sofistike psikopatlığını tahlil etmemize aracı oluyor.

Filmin ilk bölümünde süper geveze bir kadın olarak öldürüldüğüne tanık olduğumuz, Tarantino’nun fetiş oyuncusu Uma Thurman, ‘Nymphomaniac’tan sonra Lars Von Trier ile ikinci kez çalışmış oluyor. Film adını ünlü bir İngiliz çocuk masalından alıyor.

İKİNCİ YAZI

HİTLER HAYRANI BİR DANİMARKALI

2011’de ‘Melankoli’ adlı filmini takdim etmek üzere Cannes’a gelen Lars Von Trier, basın konferansında Hitler ve Nazi hayranlığını dile getiren absürt sözleri yüzünden festival yönetimi tarafından ‘persona non grata’ ilan edilmişti.

Bir Fransız şirketinin Danimarkalı yönetmene açtığı davada mahkeme kendisini dinledi, ancak aleyhine bir karar vermedi. Cannes Film Festivali yönetimi günah çıkarıp özür dileyen, üzgün olduğunu söyleyen Von Trier’e yedi yıl sonra tekrar kapılarını açma kararı aldı.

Von Trier’in son filmi ‘Jack’in İnşa Ettiği Ev’ ana yarışmaya dâhil edilmedi, yarışma dışı gösterildi. Ancak film ana yarışmada olsaydı, muhakkak ödül listesinde kendisine bir yer bulurdu.

Cannes Film Festivallerinin tarihin en çok ses getiren skandalını 2011 yılında yaşamıştım. Önceleri Cannes’da, biri Altın Palmiye olmak üzere beş ödül kazanmış olan Von Trier, filminin basın toplantısında Hitler’e ve Nazizm’e olan sempatisini açıklayarak salonda bulunanları hayretler içinde bırakmıştı.

Durup dururken, Alman kökenlerinden dolayı Nazi olduğunu keşfettiğini, İsrail’in kötü şeyler yaptığını söyleyen Von Trier’in skandal sözleri bir anda festivale yayıldı. Festival yönetimi sanatçıdan derhal bir açıklama yapmasını istedi. Von Trier, suçüstü yakalanan bir çocuğun pişmanlığıyla, sinirli bir tonda, “Ben Nazi sempatizanı ve antisemit değilim. Cannes’a gelmem zaten hataydı. Zira basının önünde kendimi ifade edebilme olanağına sahip değilim” dedi.

Başkan Gilles Jacob ile Genel Direktör Thierry Frémaux bu açıklamayı samimi bulmayarak Danimarkalı yönetmeni istenmeyen adam ilan ettiler. Cannes’da bulunan Fransa Kültür Bakanı Frederic Mitterand bu karara katıldığını açıkladı.

Olay, bir gazetecinin, Alman kökenli yönetmene Nazi estetiği hakkındaki düşüncelerini sormasıyla başladı. Wagner müziğine olan hayranlığıyla söze başlayan Von Trier; “ Ben uzun zaman Yahudi olduğumu düşündüm. Annem ölüm döşeğinde Alman olduğumuzu söyleyince, Alman kökenlerimden dolayı Nazi olduğumu fark ettim. Hitler’i ve Albert Speer’i (Nazi rejiminin ve kesin çözüm fikrinin mimarı) anlıyorum. Hitler’in çok kötülük yaptığını düşünüyorum. İsrail sorun yaratıyor ve çok kötü şeyler yaptı. Sonunda bir sığınağa (bunker) gireceğini tahmin edebiliyorum” dedi.

Annesinin, karısının ve çocuklarının Yahudi olduğu bilinen Von Trier’in sözleri salonda deprem etkisi yarattı. Von Trier’in fetiş oyuncusu, Rus Yahudi’si Serge Gainsbourg’un kızı Charlotte Gainsbourg ve İsveç-Alman kökenli güzel aktris risten Dust, filmin oyuncuları olarak hemen tavır koydular. Yönetmenin özür dilememesi halinde gece yapılacak galada yönetmenin yanında yürümeyi reddedeceklerini açıkladılar.

Thierry Frémaux; “Von Trier’in sözleri kabul edilemez ve yürekler acısı. Festival anayasasının birinci maddesi etkinliğin dünya kriterlerini birleştiren bir forum olmasıdır” diyerek Von Trier’in Kapanış Galası’na davet edilmeyeceğini açıkladı.

Bu Danimarkalı yönetmenin festivali terk etmesinin istendiği anlamına geliyordu. Bu olay, Von Trier’in Dogma akımının kuramcısı, ‘Karanlıkta Dans’, ‘Dalgaları Kırmak’ gibi başyapıtların yaratıcısı olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Von Trier’den bizleri şaşırtacak, sarsacak, kızdıracak yapıtlar beklemek hakkımız.

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz