ABUK SUBUK 1 FİLM

“…bana öyle geliyordu ki, hiç öğrenmemiş olduğum, ama yine de çok iyi bildiğim bir şeyi, yani yaşamayı unutuyordum…” Albert Camus

Düşüş, Kemal Sunal filmografisine bakıldığında, sanatçının farklı sinema anlayışları olan birçok yönetmen ile çalıştığını görüyoruz. Ertem Eğilmez, Atıf Yılmaz, Kartal Tibet, Natuk Baytan, Memduh Ün, Zeki Ökten’in yanı sıra, Cannes ödüllü “Yol” filminin yönetmeni Şerif Gören’in çektiği iki film de başrolde oynamıştır. Bu filmler, 1988 yapımı “Polizei” ile 1990 tarihli “Abuk Subuk 1 Film”dir.

Şerif Gören, 1970’lı yılların ortalarından itibaren politik sinema türünden eserler ile birlikte Türkiye’nin içinde bulunduğu o günkü şartlardan etkilenerek toplumsal ve siyasal düşünceleri sinema sanatına yansıtmıştır. Bu kapsamda sinemasının Yılmaz Güney’in politik filmleri ile benzerlik gösterdiği muhakkak. Bunun sonucu olarak 1974 yılındaki “Endişe” ya da sonrasındaki “Yol” filmi, Yılmaz Güney’in sinema yaklaşımları doğrultusunda Şerif Gören tarafından tamamlanan eserler olmuştu.

POLİZEİ

Belirttiğim gibi Kemal Sunal ile Şerif Gören’in yolları ilkin Türk-Alman ortak yapımı olan “Polizei” filmi ile kesişmişti. Ali Ekber isimli bir gurbetçinin günün birinde kafede çalışan bir Alman kızına (Babett Jutte) aşık olması, ardından bir tiyatro oyununda polis kıyafeti giymesi ve özellikle Türklerin yaşadığı mahallede bu kıyafetin etkisi ile gördüğü ilgiyi çok iyi kompoze eden bir film ile karşılaşmıştık. Kemal Sunal’ın gözardı edilen filmlerinden birisi de, yine Şerif Gören ile çalıştığı “Abuk Subuk 1 Film”dir. Filmde Kemal Sunal’ın hayat verdiği Ademoğlu isimli kişi bir köyde tamamen dışlanmış şekilde, tek kızı ile birlikte yaşayan bir kişiliktir. Eşini kaybeden Ademoğlu köylüsü olan Gamze Gözalan’ın canlandırdığı kızı ister babasından, ancak her defasında aracılar vasıtasıyla iletildiği üzere kızın babası tarafından dalgaya alınır. Ademoğlu’na köy ahalisi tarafından deli nazarı ile bakılır bir bakıma. Zaten kendisinin en iyi anlaştığı kişi, dervişane halleri ile kırık sazını sürekli tıngırdatarak köyün trajik hallerini ele alan Tayfun Çorağan’ın oynadığı karakterdir.

Kızı (Şiva Gerede) ise özellikle kimi zaman köy gençlerinin ahlaksızlıkları ile baş etmek zorunda kalır. Ancak Ademoğlu, kızına musallat olan tüm belaları defetmek konusunda bile yetersiz kalan, tam bir tutanamayan karakterdir. İşte ilk sekansı, köylü kadınların kendi aralarında Ademoğlu’nun bu acizliğini resmetmeleri ile başlayan filmin asıl belirleyici anları kısa zamanda belirmeye başlar. Aslında Ademoğlu, yıllar evvel yolu köye düşen bir Alman’ı donmaktan kurtarmıştır. Hayatını kurtardığı bu kişi ise, bir minnet duygusu ile tüm mirasını Ademoğlu’na bırakır. Bir gün konvoylar eşliğinde bankacılar ve Alman yetkilileri ülkenin en zengin adamlarından birisine bunu haber etmek için gelirler. Ancak beklentileri de vardır. Bankacılar, yatırımcılar köyün yolunu sürekli aşındırmaya başlarlar. Daha önce yüzüne bile bakmadıkları Ademoğlu’nun evine tüm köylüler üşüşmeye çoktan başlamışlardır. Ancak Ademoğlu zengin olsa bile, evinde nerede ise çay verecek bir durumu bile yoktur. Öncesinde evine gelen banka görevlilerine ikram etmek için kızına ayran yapmasını istediğinde, kızı babasına “evde yoğurt yok ki!” demişti. Yoksunlukları bu derecededir.

Bir gün aniden kendisine tahsis edilen lüks araç vasıtasıyla kızıyla birlikte köyünden ayrılır ve İstanbul’a gider. Kendisine boğaza nazır bir ev tahsis edilmiş, eski bir yeşilçam oyuncusu olan bir numara (Bülent Kayabaş) isimli koruma da verilmiştir. Kendisinin yanında sürekli görülen banka görevlisi (Kutay Köktürk) tarafından Tan Gazetesi’nin reklam filminde oynaması için çok astronomik bir teklifte de bulunulur. Artık sadece zengin değil, aynı zamanda popüler de olmuştur. Devamlı reklamlar döner, reklam aslında bir yarışma proğramının duyurusudur. Günümüzdeki bir kısım yetenek yarışmaları gibi, şu ana kadar yüzü hiç gülmeyen, asık suratlı Ademoğlu’nu güldürmek üzerine yarışma kurgulanmıştır. İlk gün mahşeri kalabalık gelir. Çok komik anlar yansır ekranlara.

Para dilenenlerden, sihirbazlara, kızına talip olanlardan, Yeşilçam eski oyuncularına (örneğin Sami Hazinses) kadar herkes güldürmek için bir bir yarışır. Ancak kimse bunu başaramaz. Sonunda Ademoğlu artık dayanamaz ve yarışma binasının çatısına çıkarak içi para dolu çantayı açarak içindeki paraları sırada bekleyen yarışmacıların üzerinden fırlatır. Sonra o kalabalık içerisinden ayrılır ve film makarası çeviren bir çocuğu görür. Ona yaklaşarak ne yaptığını sorduğunda çocuğun yanıtı Ademoğlu’nu çok güldürür: “…film çeviriyorum abi!” Aslında gülmesi için, yarışmacıların yapmacık o teatral havalarına hiç gerek yoktur. Bir çocuğun masumiyeti, sahiciliği kendisini gülümsetmenin en kolay yoludur oysa… Film, Kemal Sunal’ın diğer tipik Şaban karakterli filmlerinden farklılıklar taşır. Buradaki kişi, bir kahraman değildir bir defa. Herkes tarafından çıkarları gereği sevilendir. Daha öncesinde yüzüne bakmayan köylüler, sevdiği kızın babası muhtar (Selahattin Fırat), hatta kendi kızı bile hep riyakarlık içindedirler. Sonrasında da devam eder. Herkes rol yapar aslında hayatta.

GÜLEN ADAM

Bir Yeşilçam eskisi olan koruması “bir numara”, aslında işinin gereği olan korumayı yapmaz, yapar görünür. Film, aslında ilk açılış jeneriğiyle birçok toplumsal hareket ve dünya liderleri kolajı ile başlamıştır. Burada, yaşanacak o kısır döngünün ilk işaretleri, seri çekim halinde, dünya bütünü içinde Ademoğlu’nun küçük dünyasına karşılık sunulur. Yer yer verilen Erkin Koray’ın o çok başarılı müzikleri, yaşanan epizodlara tam da uyumludur. Film aslında kimi yönleri ile daha önceki Kemal Sunal yapımları ile benzerlik gösterir. Daha önceki “Gülen Adam” filminde sürekli gülen bir kişi, ağlatılmaya çalışılmıştı. Oysa bu kez tam tersi vardır. “Varyemez” filmi de yine çıkarcı çevre analizi sunuyordu tıpkı bu film gibi.

Filmin ismi tuhaf bulunabilir. Sanırım bu biraz da, Şerif Gören’in kimi yönleri eksiztansiyalist (varoluşçu) düşüncenin ana çerçevesini oluşturan ve Albert Camus romancılığında sıklıkla değinilen “saçma/absürdizm” kavramı ile ilgili de olabilir. Aslında yaşam tümüyle bir saçmalıktır. Yaşananlar yabancılaşmayı da içeren bir saçmalık döngüsü içindedir. Ve belki de, dönemin kimi zorlama sanat filmlerine bir göndermedir de. Kemal Sunal’ın hiç ekranlarda görmediğimiz, aslında yeteneğini sürekli şaban ile sınırlayan bir yaklaşımı tekzip eden ilgi çekici bir çalışma. Sinema şayet hayatın karşılığıysa, abuk subuk hayata, böyle bir sinema ismi ne de çok yakışır: Abuk Subuk 1 Film işte…

Bitti.

Yazar : KAMURAN KAYA

ortakoltuk.com
KİBAR FEYZO
TOSUN PAŞA

ortakoltuk.com

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz