Kül
“KÜL”, YAKICI BİR FİLM!
Yönetmenliğini Erdem Tepegöz’ün üstlendiği, senaryosunu Erdi Işık’ın yazdığı film farklı ve şaşırtıcı bir yapım olmuş; kurmaca sandığın mekan ve kahramanların gerçek; gerçek sandıklarının ise kurmaca olduğunu hissediyorsunuz. Bunun ayrımını iyi yapmak da seyirciye düşüyor. Matruşka gibi her şeyin iç içe geçtiği olay örgüsünü anlamak izleyiciyi biraz zorlasa da sinema ve edebiyat tadını da bu zorluk oluşturuyor…
Filmin çıkış yolculuğu
Ne zaman tren istasyonuna gitsem bir sahne gelir gözümün önüne; hele hele çok kederli ve çaresiz durumdaysam trenin önüne atlama hayali kurarım; (hayal kurmak hep olumlu anlamda kullanılacak diye bir kural yok sanırım) ama ölme biçimi estetikten yoksun olduğu için hayali kurmaktan hemen vazgeçerim. Bu kez başka bir kadın girer o hayal sahnesine. Sophie Marceau siyah uzun kuyruklu kostümüyle ve başında şapkasıyla kendini trenin önüne atacaktır…
Evet hangi roman kahramanından bahsettiğimi anladınız sanırım. “Anna Karenina”! Bin yıl geçse de tazeliğini koruyacak olan Tolstoy’un romanı! Aslında romanının kalıcı, etkileyici olmasını sağlayan sadece destansı anlatımı değildir, eserin son bölümündeki Anna Karenina’nın kendini trenin önüne atması, cüretle söylüyorum ki romanın bile önüne geçmiştir ve eminim özellikle biz edebiyat tutkunları ne zaman tren istasyonuna gitsek bu sahne mutlaka gözümüzün önünde canlanır…
İroni bu ya; yabancı bir kasabada evim tren garının hemen yanında ve penceremin önünden sık sık geçen Cenevre- Lyon treni bazen alır beni Moskova- Saint Petersburg’a doğru götürür…
Sırası gelmişken fictophilia sözcüğüne değinelim; kurgusal bir karaktere aşık olma durumu, tıp dünyasında hastalık olarak geçmese de kişinin karaktere saplantısı tehlikeli sonuç doğurabilir; bu yüzden hastalık olarak kabul etmek gerektiği konusunda görüşler çok fazla…
Biz edebiyat severler kurgusal karakterlere aşık olmasak da kendimizi onların yerine koyduğumuz çok olmuştur; en azından ben kendi adıma açık yüreklilikle bunu dile getirebilirim. Bana “sen romanlarda yaşıyorsun” diyenler bile oldu….
Neden Anna Karenina hakkında uzun bir giriş yaptım? filmle çok az ilgisi görünmesine rağmen aslında filmin çıkış yolculuğunu roman kahramanı (belki de gerçek bir kahramandı) olan Anna’nın sonu oluşturuyor. Belli ki yönetmenin bilinçaltını da epeyce meşgul etmiş…
FARKLI BİR TARZ, MODERN BİR ANLATIM
Türk sinemasında ender rastladığımız modern bir anlatım hakim “Kül”de ve altından iyi kalkılmış. (Bu tür denemelerde altında kalanlar çok oluyor maalesef) Konuya çok kısa değinip detaylar üzerinde duracağım. Çünkü konuyu açtığım zaman spoiler vermek kaçınılmaz olacaktır. Bu da filmin büyüsünü bozacaktır…
Urkan Yayınevi sahibi Kenan (Mehmet Günsür) ve karısı Gökçe (Funda Eryiğit) evliliklerinin onuncu yıldönümünü kutlamak için dostlarına ve yazar arkadaşlarına parti verirler. Kenan konuşma yapar; kitap okuyanların giderek azaldığını, yayınevinin kitap basma sayısının yarıya düştüğünü günümüz dünyasını eleştirerek dile getirir. Karısına övgüler düzer, gelen kitap dosyalarını ilk onun okuduğunu ve önerileri doğrultusunda kitap bastıklarını belirtir. Dostlarıyla birlikte evliliklerinin 10. yılı şerefine kadehlerini kaldırırlar…
Gökçe bir ara davetlilerin yanından ayrılıp eve girdiğinde gelen kargolarda bir kitap dosyası dikkatini çeker. O dosyanın adı “Kül”dür…
“Kül hiç yanmayacak olandır, yanan bir aşktan kalan tortudur…”
Böylece Kül’ün macerası başlar…
SOĞUKTUR GERÇEK, KURMACA SICAK; YOKSA TERSİ Mİ?
Kurmacanın geçtiği mekan Balat, İstanbul’un en sıcak mekanlarından; Gökçe’nin yolu ilk olarak Balat semtindeki “Müşfika Pastanesine” düşer…
Bakın işte gerçekten böyle bir pastane varmış, ben kurgu olduğunu sanmıştım; hatta pastane sahibini de Müşfik Kenter’e benzetmiş onun adından esinlenilerek böyle bir kurgu ismi konulduğunu düşünmüştüm, internete bakınca Balat’ta bu isimde pastane olduğunu gördüm…
Gerçek ile kurmaca iç içe geçti bile…
Renklerin dili çok iyi kullanılmış. Bir yanda sarı, turuncu, kırmızı, taba rengi mekanların sıcaklığını ön plana çıkarırken diğer yanda gerçek olarak algıladığımız yerlerde gri, mavi, mor gibi renkler ön plana geçmiş. Örneğin Kenan’nın işyeri ve evinde mavi ve gri renk hakim…
Tabii ahşabın ve betonun tezatlığı da söz konusu. Kahramanımız Metin Ali (Alperen duymaz) de zaten marangoz. Metin Ali’nin romanda ismi “M” olarak geçiyor ki bu da “yeni roman”ın bir özelliğidir. Tıpkı Kafka’nın Şato romanında geçen ana karakterinin adı “K” olduğu gibi… Bir yanda tahtanın güzelliği ve sıcaklığı bir yanda beton, ayna ve cam binalar…
Sıcak ile soğuk da iç içe geçti…
Filmde kitabı okuyan dış ses Gökçe’ye ait, kitap da sıradan değil; gerçekten basılabilecek eser; edebi menüsünde felsefe ve şiirden oluşan mezeler mevcut. Zenginlik ve modern bir yaşamdan tatmin olamamış, ruhsal doygunluğa ulaşamamış Gökçe, iç sıkıntısından ne yapacağını bilmez durumdayken bu dosyanın gizemi ve çekiciliğine kapılıp o mezelerden tatmak ister, kendini romandaki mekanlarda bulur. O sokakların birinde küllerin havada uçuştuğu atmosferden gökyüzüne kapısı açılan bir kule de vardır. Kulenin kapısını açtığın zaman gökyüzüyle baş başa kalıyor, başka bir boyuta, başka bir evrene, Tanrılar katına geçebiliyorsun….
Edebiyatla sinema iç içe geçti…
Üç oyuncu da rollerinin hakkını veriyor ama Mehmet Günsür son yemek sahnesinde daha öne geçiyor. Zaten o sahne adeta tiyatral bir şova dönüşüyor… Ve son! Yine Anna Karenina‘ya bir gönderme, ve ben şu anda bu satırları yazarken geçip giden trenin raylardan çıkardığı sesler kulaklarımı çınlatıyor…
Yönetmenliğini Erdem Tepegöz’ün üstlendiği, senaryosunu Erdi Işık’ın yazdığı film farklı ve şaşırtıcı bir yapım olmuş; kurmaca sandığın mekan ve kahramanların gerçek; gerçek sandıklarının ise kurmaca olduğunu hissediyorsunuz. Bunun ayrımını iyi yapmak da seyirciye düşüyor. Matruşka gibi her şeyin iç içe geçtiği olay örgüsünü anlamak izleyiciyi biraz zorlasa da sinema ve edebiyat tadını da bu zorluk oluşturuyor…
İyi seyirler…
Yönetmen : Erdem Tepegöz
Senaryo : Erdi Işık
Görüntü Yönetmeni : Hayk Kirakosyan
Müzik : Marios Takoushis
Oyuncular : Funda Eryiğit, Alperen Duymaz, Mehmet Günsur, Gökçe Eyüboğlu, Nur Süer, Yıldıray Şahinler, Seda Türkmen, Canan Atalay
Türkiye / Romantik-Dram / 100 Dk.
Filmin bana anlattığı ilk sahne dışındaki herşeyin ilk sahnede eleştirilen yazarın romanı olduğu ve bence etkileyici bir son en azından benim düşündüğüm gibi bittiyse. İlk sahnede yazar eleştirilir ve eleştiren de içine alan bir roman yazar. Sonunu da tolstoya bağlar
Filmin bana anlattığı ilk sahne dışındaki herşeyin ilk sahnede eleştirilen yazarın romanı olduğu ve bence etkileyici bir son en azından benim düşündüğüm gibi bittiyse. İlk sahnede yazar eleştirilir ve eleştirilen yazar da eleştirenide içine alan bir roman yazar. Sonunu da tolstoya bağlar