Kimlik inşasının doldurulamaması

Bazen ve bu filmde de yine, öncesinde, aklımda kurgunun büyüsü canlandı. Düşünsenize aslında olmayan hayatları, gerçekliği bulunmayan kahramanları, yine tasarım ürünü olaylar örgüsü ile birlikte izliyoruz. Gerçekliğimize dair tüm sıkıntılar, algılar tek tek siliniyor böylelikle. “Yedinci sanatın mucizesi” ya da “sinemanın büyüsü” olarak tanımlanan şey tam da bu işte. Gerçekten de Xavier Dolan‘ın yönettiği “Başka Sinema” seçkisi kapsamında gösterime bu hafta sınırlı salonda giren “Matthias ve Maxime” filmi başlangıç kısmı ile sizde bu düşünceyi pekiştiriyor izlenimi ile başlıyor. Bir anda kalabalık bir gençlik topluluğu içinde kendinizi buluyorsunuz. Uzun çizgili bir yol, bitmeyecek ama amaçlı hikayenin habercisi gibi. Ancak beklentiyi benim gibi büyük tutmamak faydalı olacak. Zira, Cannes Ana Yarışma bölümünde yarışan film, maalesef yönetmenin sinema kariyerinin belki de en vasat filmi.

Bunun kusuru büyük oranda çok dar bir alanda ve meramını anlatmakta hiçbir sürprize alan bırakmayan ve sonunda da bize “şimdi ne izledik” dedirten yapısında aramak gerek. Oysa ki, Dolan, ümit veren genç yönetmenler klasmanının en başında her zaman. Tıpkı yine “La La Land-Aşıklar Şehri” ile akademi ödülünü kucaklayan ve öncesinde de bize kendisini hayran bırakan “Whiplash” filmindeki üstün yönetimi ile Damien Chazelle gibi, Xavier Dolan da her filmi merakla beklenen genç yönetmenler kuşağından.

1989 doğumlu, 1.68 boyundaki, yaşı az, boyu kısa; ancak yeteneği fazla yönetmenin önceki filmleri olan “I Killed my Mother/Annemi Öldürdüm (2009)”, Les Amours Imaginaires/Hayali Aşklar (2010), Tom a la Ferme/Tom Çiftlikte (2013), “Mommy (2014)”, “Juste La Fın Du Monde/Alt Tarafı Dünyanın Sonu (2016)” filmleri benim de çok beğendiğim filmler arasında daima. Dolan, çoğu zaman aile etrafında sıkıştırılmış bireyler ile norm aleyhtarı, kurumsal çeper dışına itilmiş, özellikle de cinsel yönelimleri nedeni ile baskıya uğrayan karakterleri, kendi biçimsel süzgecinden, mesela dış mekan çekimi ile evi gözetleyen bir anlatım ve çekim tekniği ile başarıyla sunmakta mahir bir yönetmen. Üstelik yönetmenin kariyerinde sekizinci filmi olan “Matthias ve Maxime” filminde de yine bazı filmlerinde olduğu gibi, yönetmen oyuncu olarakta kadrajın içinde karşımızda bulunmakta.

Film, çocukluk arkadaşı iki gencin etrafında dönen bir hikayeye sahip. Dolan’n bu filmi de “queer” eğilime yönelmenin bir başka tezahürü, örneği sayılabilir. Maxime (Xavier Dolan) ile Matthias (Gabrial D’Almedia Fretias) çocukluk arkadaşıdırlar. Film, mekan olarak yerini yine Kanada’nın Quebec bölgesini seçmiş, doğal olarak filmin dili genel olarak Fransızca olarak belirlenmiş. Yapım kendini bir zamanla sınırlamış esasında. O da Maxime’nin çalışmaları için Avustralya’ya gitme sürecindeki ara parantezlerle zaman fasılasını dilimlemiş. Kronoloji sıralı olarak ilerliyor, yani anakronik sorun yok. Mesela, Avustralya’ya gitmeden iki ay önce gibi başlıklarla periyot belirleniyor. Gittikçe zaman daralıyor, gerginlikler, dostluk boyutu açılıp kapanıyor. Aslında arkadaş dedik evet, ancak iki kahraman birbirinin zıddı gibidir. Bir kere Maxime daha sıcak ilişki kurabilen bir kişi iken, Matthias kontrollü, aynı zamanda içten pazarlıklı olduğu hissini uyandırıyor biz izleyicilerde. Bir gün yakın arkadaşlarından birisi olan Lisa’nın (Catherine Brunet) ısrarıyla, öncesinde belirlenen iki oyuncunun deneysel film projesinde yer almaması üzerine yapılan kura ile filme dahil olurlar.

Rollerinin gereği olarak öpüşmek, gay karakterleri rollerinde yansıtmak durumundadırlar. Ne var ki, bu onlar için ciddi bir gerginlik nedeni olur. Sonrasında ise dedik ya, arada parantezi doldurmak gerekiyor, biz işte bu aşamada gerek Maxime’yi gerekse Matthias’ı tanımaya başlıyoruz. Maxime, her şeye müdahale eden, tüm sorumlulukları öteleyen annesi Manon (Anne Dorval) ile sürekli gerginlik yaşarken, Matthias Sarah (Marilyn Castonguay) isimli kız arkadaşı da olan, daha sonra genel kabul gören mesleklerde, avukatlıkta ilerleyerek, genel normları savunan bir kişilik görünümüyle belirginleşiyor. Böylelikle bir tarafta ailesiyle çatışan, yüzündeki doğum lekesini bazen dert eden, bazen de kendisiyle alay etme rüştünü gösteren ve otobüs içerisinde bile farklı cinsel eğilimini saklamayan Maxime, diğer tarafta düzen içi hatta ilerleyen Mathhias karakteri. Yönetmen bu ikili çelişkiden gerginlik çıkartma hesabına girmiş. Filmin ilerleyen sahnelerinde iki karakter karşılaşırlar ve tüm hesaplaşmaları bu karşılaşmanın bir tezahürü olarak ortaya koyarlar. Maxime sonrasında Matthias’ın yedi yaşındaki bir çocuk olarak karaladığı bir resim çalışmasında kendisinin ne kadar sevildiğini anlar. Masalsı kahramanım Tuba’nın çocukça merakı gibi, şöyle diyesimiz geliyor: “iyi de, e peki sonra” dediğinizi duyar gibiyim. Tam tamına konu budur.

Yönetmen, ilk gerilimli anla birlikte önünüze iki farklı kişiyi ne olursa olsun, aslında, hakikatte biz birbirimizi seviyoruz mesajı olarak veriyor, içine ise Querr sosu ilavesiyle bol geveze diyaloglarla bulamaç ediyor ve sonra da iki saat sabırla bunu izlememizi bizden bekliyor, bu bizden çok bonkörce davranmamazı gerektiren bir talep! Ancak konunun bu olması teknik anlamda bakarsak bile filmi katlanır kılmıyor. Filmin tüm biçimsel sinopsisi tam anlamıyla kamera çekimlerinin o bitmez mesafe ayarsızlığıyla, kimi zaman hızlı, kimi zaman ağır çekimli tekniğiyle kayboluyor, değersiz hale geliyor. Çok izlenenler arasında bulunan “Arka Sokaklar” dizisini izleyenler bilirler, filmin kendisine has, tuhaf kamera oyunları vardır. Bir süre sonra başınızın dönmesi olasıdır. Bu filmde de, bilhassa ilk kısımlarda o kadar çok bu tarz kamera çekimi yapılıp, yine ilerleyen kısımlarda da tekrarlanıyor ki bu durum, kendisini Fransız Yeni Dalgasının sıkı takipçisi olarak gören bir yönetmenin, gittikçe kendisini geliştirmekten ziyade bir derece kötü biçim oyununa girmesini hayretle karşılıyorsunuz.

Sadece bu da değil üstelik, diyaloglar o denli heyecansız, ayarsız, bir o kadar da film geçişleri o denli sinema dilinden uzak ki, tüm bunlar filmin eksiği olarak görülmeli. Ayrıca belirtmeli ki, Maxime’yi canlandıran Xavier Dolan‘ın oyunculuğu da daha önce okuduğum bir kısım eleştirmenlerin görüşlerini haklı kılarcasına oldukça kötü. Karakterine tam uyum sağladığı şüpheli üstelik. Filmin tek artısı olarak geçişlerde belirginleşen, kamera ritmiyle şekillenen müzikler görülebilir. Xavier Dolan‘ın belki de ileride yol kazası olarak görülebilecek bu filmini unutup, sinemanın büyüsüne kapılmayı sürdürmek gerekiyor. Zira, tarih yönetmenlerin iki ileri, bir geri hallerine çokta yabancı değildir, Dolan sinemasını da bundan ayrı tutmak için bir nedenimiz bulunmuyor…

Yönetmen / Senaryo : Xavier Dolan

Görüntü Yönetmeni : André Turpin

Müzik : Jean-Michel Blais

Oyuncular :  Gabriel D’Almeida Freitas, Xavier Dolan, Anne Dorval, Pier-Luc Funk, Antoine Pilon, Catherine Brunet, Samuel Gauthier, Marilyn Castonguay, Harris Dickinson

MATTHİAS VE MAXİME
OrtaKoltuk Puanı:

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz