Örümcek Adam : Örümcek Evrenine Geçiş /  Spider-Man: Across The Spider-Verse

Bir tanesi yetmezse diye, yüzlerce Spider-Man

2018 yapımı Spider-Man: Into the Spider-Verse isimli ilk filmin 5 yıl ardından vizyona giren ikinci film, ilkinin neyi varsa elinde tutup, artırarak devam ediyor. Animasyon yönetimine verilen emek, vurucu diyaloglar ve çatışmayla dolu senaryonun yanında film; Spider-Man’in ne veya kim olduğunu anlayan insanların elinden çıktığını belli ediyor. Spider-Man: Across the Spider-Verse; ilk filmi izlemediyseniz, daha önce hiç Spider-Man izlemediyseniz, daha önce hiç çizgi roman uyarlaması veya animasyon izlemediyseniz yine de sinemada görmeye değer bir film olmayı başarıyor.

OrtaKoltuk Puanı:

 

 

Çizgi romanlara veya süper kahramanlara aşina olmayanların bile, kaç yaşında olursa olsun, bileceği üç süper kahraman var. Bunlardan biri Spider-Man. Bu kadar meşhur bir karakteri sinemaya taşıyan yönetmen, seyirci nezdinde çok net bir ikiye bölünmeyle karşılaşır. Büyük bir kalabalık; ne olursa olsun afişte Spider-Man yazdığı için filme gider ve bir noktaya kadar filmden beğeniyle ayrılır. Daha büyük bir kalabalık da şimdiye kadar bu ismi içeren filmleri, kitapları ve hatta oyunları tüketmiştir ve artık elindeki biletle hayalindeki hikâyeyi karşılaması zordur. Film, tam olarak iki kitle için de tatmin edici, çünkü; belli ki Spider-Man olmanın ne olduğunu bilen kişiler tarafından yapılıyor. Hele süper kahraman filmlerinin sinemayı bu kadar domine ettiği bir dönemde, bu türden bıkıp artık farklı şeyler görmek isteyenler için de umut vaat ediyor.

İlk filmde Peter Parker’ın Spider-Man olduğu bir evrende, başka bir evrenden gelen, başka radyoaktif bir örümcek tarafından ısırılan Miles Morales, Spider-Man’in, Kingpin ile girdiği kapışmada ölmesi sonucu, kendi evrenindeki tek Spider-Man oluyordu. Kahramanlık yapmaya başlayan Miles’ın, çoklu evren konseptiyle tanışması ve başka evrenlerde de Peter Parker’lar ve hatta Spider-Man / Spider-Woman’lar olduğunu anlaması uzun sürmüyordu. Miles; Spider-Gwen, Peter Parker, Spider-Ham, Spider-Man Noir, ve Peni Parker’dan oluşan Spider-Man varyantlarıyla birlikte, Prowler, Kingpin ve Doctor Octopus’a karşı savaşıyordu.

Kingpin ve Doctor Octopus neredeyse tüm evrenlerde Spider-Man’in ortak düşmanıydı ama Miles’ın, ilk düşmanı Prowler’ın, kendi amcası olduğunu öğrenmesi uzun zaman aldı ve filmin sonu, Miles’ın amcasının kaybıyla bitti. Miles, ilk büyük travmasını ve kaybını yaşamıştı. Ekip üyelerinin kimi kendince kahramanlık yapma motivasyonuna sahipken kimi de sadece yalnız kalıp kafasını yastığından kaldırmamak istiyordu. Filmin sonunda ekibin en büyük ortak noktası; her birinin de büyük bir kayıp yaşamış olması ve bunun sonucunda kalan hayatlarında nasıl biri olacağına karar vermiş olmasıydı. Hepsi yaşamaya ve yaşam kurtarmaya değer sebepler edinmiş, kendi yollarına/evrenlerine gitmişti.

Across the Spider-Verse’ün introsu da ilk filmdeki bazı olayları tekrar ekrana taşıyarak kısa bir özetle başlıyor. Başta stüdyo logosunun alışılagelmişin dışında ekranda belirmesiyle yine, birazdan başlayacak olanın sıradan bir animasyon olmayacağı tescilleniyor. Görüntülerdeki değişimler ve bozulmalar sanki çizgi roman sayfalarından çıkmış gibi hatta bunun da ötesinde bilgisayar oyunlarından, deneysel animasyonlardan ve hatta resim sanatındaki akımlardan çıkmış gibi sürekli değişerek ilerliyor. Aynı şekilde filmin içinde de animasyon sanatçıları; tarz değişikliğini ve renk patlamalarını göze sokuyor. Öyle ki bazı seyirciler için bir noktadan sonra bu göz yorgunluğu yaratacak bir seviyeye gelebiliyor. İlk filmi izleyenler ve ekrandaki görüntünün bu kadar civcivli olmasından rahatsız olmayanlar ise aynı tarzı ikinci filmde de rahatlıkla izleyebilir. Gerek görsellik gerek hikâye film boyunca seyirciyi hem operaya hem de tekno müzik veya hip-hop konserine aynı anda gitmiş gibi hissettiriyor.

Spoiler olmadan filmin konusu şöyle; Spider-Gwen, son karşılaşmalarından bir yıl sonra Miles’ı ziyarete gidiyor. Miles, onunla birlikte; yüzlerce Spider-Man’in aynı mekânda, aynı görev için buluştuğu bir evrene geçiyor ve kendisine benzeyen benzemeyen yüzlerce Spider-Man’le karşılaşıyor. Film, seyirciyi çekmek için birkaç kurşunu birlikte kullanıyor. Her şeyden önce bu bir süper kahraman filmi ve karakterleri çıkmazlara sokarak içindeki potansiyeli ortaya çıkarıyor. Bunu yaparken de onların insanüstü güçlerinin değil, insanlık değerlerini öne çıkarıyor. Miles’ın sürekli bir karar vermesi ve bir şeylere yetişmesi gerekiyor. Miles, pes etmek veya kenara çekilmek bir seçenekken kendini sorumlu gördüğü şeyleri yapmak için kendi sınırlarını zorluyor.

Miles, şimdiye kadar ekranda gördüğümüz en genç Spider-Man, bu sebepten de kahramanlık anlatısının yanında bir coming age filmi izliyoruz. Bir yandan öğrencilik işleriyle ilgilenmesi bir yandan da anne-babasına neden sürekli her yere geç kaldığını ve tuhaf davrandığını açıklaması gerekiyor. Endişeli ebeveynleriyle sürekli arasında bir duvar örüyor ve bir nevi onlara mesafe koyuyor. Aile arasındaki tartışmalardaki diyaloglar ne ebeveynleri suçlu çıkarıyor ne de Miles’ı sorumsuz biri olarak nitelendiriyor. Miles’la özdeşlik kurmak için kahraman olmak gerekmiyor, seyirci kolayca kendi büyüme çağında, ailesiyle girdiği tartışmaları hatırlayabiliyor.

Filmi izlerken, kostümünü kenara bıraktığınızda, önünüzde önceliklerini belirlemeye çalışan bir genç duruyor. Her Spider-Man filminde yeri olan aşk çıkmazı bu filmde de karakterin yüküne ekleniyor. İlk filmde kendine güveni olmadığı için karşısındakine açılamayan Miles, bu sefer de hayatın kendilerini sürüklediği yerde; olmazlara saplanıp kaldıkları için karşısındakine açılamıyor. Film yayınlanmadan yönetmenin yaptığı açıklamaya göre; filmde 280 farklı Spider-Man varyantı bulunuyor. Bunların her birini teker teker teşhis etmek tabii ki pek mümkün değil ama seyircinin başka platformlardan tanıdığı birçok Spider-Man’i, kendine has çizimiyle bu filmde görmesi mümkün.

Filmdeki Spider-Man topluluğunun, hepsinin birden, havada ağ atıp ve yerde koşuşturup kavga ettiği sahneler de şimdiye kadarki Spider-Man filmlerinde görmeye alışık olmadığımız kadar senkronik. Ayrıca filmde; Spider-Man seven seyircinin, filmin ardından tekrar tekrar açıp izlemek isteyebileceği dövüş koreografileri bulunuyor. Seyirciler, aynı karakterin başka bir canlandırmayla, başka bir bağlamda tekrar yaratılmasına alışkın. Spider-Man serisi de tekrar tekrar üretildiği için her filmden sonra seyircinin aklına şu kıyasın gelmesi mümkün : Bu film, şimdiye kadarki en iyi Spider-Man filmi mi? Bunun gibi bir soruya objektif bir cevap vermek her zaman zordur? Şu söylenebilir ki; her seriden sonra bu sorunun sorulmasının klişe olduğu bir ortamda bu film, en azından bu soruyu seyirciye sordurmaya hak ediyor?

Filmle ilgili değinmek gereken birkaç nokta daha var ki bunlar spoiler sayılabilir. Filmin gizemini kaçırmadan, sonunu ortaya çıkarmadan şunlar söylenebilir : film bir cliffhanger ile sonlanıyor. Film boyunca atılan düğüm, filmin sonunda çözülmüyor ve film; “devam edecek” yazısıyla bitiyor. Serinin üçüncü filmi gelecek yıl vizyona giriyor ve bu haliyle film, aynı Dune ve Fast X fimleri gibi yarım kalmış bir halde sonlanıyor. Spider-Man’in yaratıcısı olan ve her Marvel filminde birkaç saniye gördüğümüz Stan Lee, 2017’deki vefatından sebep bu filmde bir portresiyle dahi yer almıyor. Çizgi romanlardan Daily Buggle gazetesinin sahibi olarak bildiğimiz JJ Jameson, bu filmde de diğer hepsinde olduğu gibi JK Simmons tarafından canlandırılıyor.

Sonuç olarak film; Spider-Man kimdir sorusuna, süper kahramandır deyip geçmek yerine; hayata yetişmeye çalışan ve sorumluluklarını belirleyip bu uğurda tüm asiliğiyle kendini öne koyan bir çocuktur diyebilecek insanların elinden çıkmış gibi duruyor. Böylelikle seyirci kendini sinemaya gitmeye ve izledikten sonra da hatırlamaya değer bir filmde buluyor.

Yönetmen : Joaquim Dos Santos, Kemp Powers, Justin Thompson

Senaryo : Stan Lee, Phil Lord, Christopher Miller, Dave Callaham

Kurgu : Mike Andrews

Müzik : Daniel Pemberton

Dublaj : Shameik Moore, Hailee Steinfeld, Issa Rae, Oscar Isaac, Jake Johnson, Daniel Kaluuya, Brian Tyree Henry, Luna Lauren Velez

ABD / Animasyon-Aksiyon-Macera-Fantastik / 140 Dk.

1 YORUM

  1. İlk filmin yeri çok ayrıdır. 2017’de fragmanı çıktığında biraz ilgimi çekmişti fakat bizi neleri bekleyeceğini çok tahmin edemiyordum. Sonra 2018’de çıkan fragmanları fikrimi olumluya evriltti fakat filmi ön gösterimde izlediğimde büyülenmişin ötesine geçtim. Çoklu evreni bir araç olarak kullanmaktans hikayeye hizmet eden ve temel 6-10 karakterini de ilmek ilmek işleyen bir filmdi. Karakterlerin hem her insanın karşılaşabileceği sorunlarla cebelleşmeleri hem de çoklu evrenin taşıdığı anlam, esasında “her evrenden bir Spider-Person çıkabileceğini”, herkesin maskeyi giyebileceğini çok güzel ortaya koymuştu. Metinlerarası okumalara açık, çizgi roman trüklerini teknik olarak da filme uygulayabilmeleri, animasyon tekniklerini geliştirmeleri takdire şayandı!

    Bu film de birinci filmin üzerine yeni şeyler inşa etmeye çalışıyor. Farklı çizim tekniklerini bir araya getirebilen, karakterlerin duygu durumlarını farklı renklerle ortaya koyabilen… kısacası animasyon tekniğinin sınırlarını zorlyan bir film daha. Ayrıca reel insanların ve video oyunlarının görsellerinin filme yedirilmesini başta yadırgasam da sonrasında çoklu evrende olduğumuzu düşündüğümden “her şeyin mümkün olabileceğini” idrak ettim.

    Filmde bu sefer Miles’ın kimlik bunalımı, jonglörlükleri, diğer taraftan Gwen, Miguel, Pavitr ve Spot’Un da benzer bunalımları farklı biçimde yaşamaları ve gösterilmeleri süresine rağmen hikayeye hizmet edecek şekilde tasarlanmış.

    Ayrıca, fatalizme de bir eleştiride bulunuyor film. Miguel, Miles’ın anormallik taşıyan biri olduğunu düşündüğü için “evrenin düzenini sağlamak” amacıyla onu kontrol altında tutmaya çalışıyor fakat film boyunca “serbest irade”ye vurgu yapılmakta ve Miles’ın kendisine dikte edilenlerden ziyade kendi yapmak istediklerine odaklanması söz konusu. Belki de kaderci anlayış olmadan da evrenin düzeni sağlanabilir. Gerçi Pavitr’in evreni yok olmaya yüz tutmuştu fakt belki de belki fedakarlıkları inkar etmeyecek şekilde de muhafazakar olmayan bir anlayışa da gidilebilir.

    Önceki satırları yazarken Miles’ın kendi yapmak istediği şylere yönelmek istemesi de Amerika’daki azınlıkların adına konuşmuş gibi geldi doğrusu. Bir çoklu evren olarak da görebileceğimiz Amerika’da, siyahiler, Latinler ve diğer ırk veya ayrıcalıksız konumdaki kişiler adına birtakım kararlar alındı. Mülteciler gönderilsin ya da sen X ırkısın o yüzden otur oturduğun yerde, vatandaşıma dokunma, dendi. Overreading olsun veya olmasın filmi, bu açılardan da düşünmek gerekir doğrusu.

    Kısacası kimlik, serbest irade, kadercilik üzerine muazzam bir film.

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz