Osmanlı Subayı
Aylardır beklediğimiz, ilk Hollywood yapımı Türk filmi Osmanlı Subayı sonunda vizyona girdi. Joseph Ruben’in yönettiği, Michiel Huisman, Hera Hilmar, Josh Hartnett, Ben Kingsley, Haluk Bilginer ile Selçuk Yöntem’in oynadığı “Osmanlı Subayı” filmi izleyiciyle buluştu.
Türk-ABD ortak yapımı film, 1. Dünya Savaşı’nın patlak vermek üzere olduğu zamanlarda, İstanbul’da tanışıp Van’a uzanan bir Türk Subayı ile Amerikalı idealist bir hemşirenin aşkını konu alıyor.
Senaryosu Jeff Stockwell’e ait olan filmin yapımcıları arasında Türkiye’den Yusuf Esenkal ve Serdar Öğretici de bulunuyor.
1914 yılının Anadolu’sunu anlatan Osmanlı Subayı filminin içerisinde pek çok Osmanlı tasviri bulunmakla birlikte, Ermeni olayları da ele alınıyor. Peki milyonlarca dolar harcanan film verilmek isteneni vermiş mi? Ne yazık ki burada film için iyi şeyler söylemek mümkün olmuyor.
Herhangi bir tarafı tutmadan, objektif biçimde olayların ele alınması istenen filmde başarıya ulaşan tek şey de bu olmuş sanırım. Çünkü filmin en başından itibaren, senaryoda yaşanan tutarsızlıklar, oyuncuların yanlış seçimi, filme uygulanan sansürler gibi kısımlar hayal kırıklığı yaratıyor.
Film, idealist hemşire Lillie’nin hayat kurtarmak için gösterdiği çabayla başlıyor. Amerikada yaşanan ırkçı tutumdan bıktığı bir dönemde, Türkiye’de doktorluk yapmakta olan Jude’la tanışıyor ve onun peşinden gitmeye karar veriyor. Ailesi Lillie’ye kati surette gidemeyeceğini söylese de filmin geneline yayılmış olan bir hızlandırmayla bu kısım da 30 saniye gibi bir sürede aşılıyor ve Lillie kendini Türkiye’ye gitmekte olan bir gemide buluyor. Limana ayak bastığında Türk Teğmen İsmail Veli’yle tanışıyor ve İsmail’den etkileniyor. Türk Teğmen, o dönemde Osmanlı’da en az ihtimam gösterilen dil olan İngilizce’yi anadili gibi konuşmasına rağmen ne yazık ki kendi adını da aksanlı söylüyor. Dip not olarak eklemek gerekirse, zaten çok az olan Türkçe konuşmalar da tüm film boyunca oldukça başarısız ve aksanlı kullanılıyor. Üstelik sebebi bilinmez bir şekilde Türkler de kendi aralarında İngilizce konuşmaya devam ediyor.
İsmail Veli rolünü oynayan Türk Subayın aslında Hollandalı; Lillie rolünü oynayan Amerikalı hemşirenin de aslen İzlandalı olması da gerçekten kafada soru işareti bırakıyor.
Van’a gitmeye çalışmakta olan Lillie, bir şekilde İsmail Veli’nin Van’a kadar kendisine eşlik etmesini sağlıyor ve İsmail Veli daha önce hiç Van’a gitmemiş olmasına rağmen dağlık yollarda türkü söyleye söyleye başarılı bir şekilde kızımızı Van’a ulaştırıyor. Burada da kendisinden daha önce etkilenmiş olan Doktor Jude ve İsmail Veli arasında kalıyor.
Zaman zaman 1. Dünya Savaşı, Ermeni meseleleri gibi konulara değinilse de bu aşk hikayesi kadar yer etmediğinden çok da üstünde durmaya gerek duymuyorum. Çünkü yapımcılar ve senarist de aşk hikayesi üzerinde durmayı tercih etmiş.
İsmail Veli ve Lillie’nin yakınlaştığı sahneler de -ki Türk dizilerinde çok daha yakın sahneler bulunmasına rağmen- makasla kırpar gibi kesilmiş.
Michael Huisman, görselde oldukça başarılı bir Türk Subayı olmasına rağmen, Anadolu topraklarında konuştuğu İngilizcesiyle elbette ki o hissi verememiş.
Haluk Bilginer ve Selçuk Yöntem ise çok kısa kalmalarına rağmen filme gerçekten çok daha profesyonel bir hava veriyorlar. Özellikle Haluk Bilginer’in abartısız İngilizcesi oldukça başarılı.
Çekimler ve görüntüler konusunda ise Hollywood varlığını hissettiriyor, oldukça başarılı. Görüntüler için de, Hollywood yapımı bir Türk filmi izlemek için de mutlaka gitmek gerekiyor. Lakin beklentiyi değil karşılamak, yakınından bile geçmeyen bir film.
Kaydet
Kaydet