Paralel Hayatlar / In Her Place / El lugar de la otra
Kadın kimliklerinin incelikli sorgulanması
Gerçek olaylardan ilham alan psikolojik drama basit bir cinayet vakasından toplumsal bağlamda kadın kimliklerinin sorgulanmasına dönüşüyor ve filmin yönetmeni Maite Alberdi bunu o kadar incelikli yapıyor ki hayran oluyorsunuz.
Edebiyatçı olduğum için son zamanlarda dünya yazarlarının sinemaya uyarlanmış biyografilerini ya da eserlerinin hikayelerini daha fazla izlemeye başladım. En son Virginia Wolf’un hayatından bir kesiti anlatan “Vita ve Virginia”’yı izlemiştim. Meğerse film, onun daha önce okuduğum eseri olan “Orlando” romanının nasıl ortaya çıktığını anlatıyormuş. Roman ile sinema arasındaki bağda buluşmak ise yazan insana büyük heyecan veriyor…
Netflix’te “Paralel Hayatlar” filminin tanıtımında yine bir yazar hikayesi ile karşılaşacağımızı okuyunca tereddüt etmeden izlemeye karar verdim. Söz konusu olan yazar kimdi peki?
Maria Caroline Geel
Film onun işlediği cinayet etrafında dönüyor fakat yazarın hakkında kısa bir bilgi vermek yerinde olacaktır. 20.yüzyılın başında sonuna kadar; 1913-1996 yılları arasında yaşamış Şilili kadın yazar. Virginia’nın yolundan giden bir romancı. Latin Amerika’da kadının yeri belliydi, kadınların tamamen dışlandığı bir toplumda kadın hakları için savaşmak ise dikenli tarlada yürümek gibiydi.
Fakat onu popüler yapan romanlarından çok işlediği bir cinayet oldu. 1950 li yıllarda sevgilisini lüks bir lokantada herkesin içinde tabancayla öldürmüş… Yazarın türkçeye çevrilmiş eseri yok, hakkında wikipedia Türkçe tanıtım yazısı da yok. Açıkçası yazarı tanımıyordum, Türkçeye çevrilmediği için romanlarını bilmiyordum ama araştırdığıma göre en ünlü eseri hapishanede yazdığı “Carcel de Mujeres” (Kadınlar Hapishanesi) romanıymış. Filmde de bu romanın adı geçiyor. Filmde bu cinayetten yola çıkarak başka bir hayatı anlatıyor. Paralel Hayatlar adı da buradan geliyor.
HAYATINDAN VE KENDİNDEN SIKILAN BİR KADININ BAŞKA HAYATA SIĞINMASI…
Bir kadın düşünün, horlayan kocasının koynundan kalkıyor, sabah koşturarak iki yetişkin oğluna ve kocasına kahvaltı hazırlıyor ve hızla işe gidiyor. Kadının kocası fotoğrafçı, oturdukları evi aynı zamanda fotoğraf stüdyosu olarak kullanıyor. yani kıt kanaat geçinen bir aile. Kadının adı Mercedes (Elisa Zulueta) Mahkeme katibi. Yargıcın sekreterliğini yapıyor. Görünüşe göre gayet pozitif, güler yüzlü işini severek yapan sosyal bir kadın. Başında şapkası ve mantosu ile 1950’lerin modelini tam yansıtıyor. Sürekli daktilo yazdığı için taktığı kollukları var. Davacı ve davalılarla olması gerektiği gibi iletişim kuruyor.
Giriş bölümünde kadın hakkındaki hemen fikir sahibi oluyoruz. Senaryo Mercedes’in üzerine kurulu olduğu için ilk beş dakikada hayatının bir fotoğrafı çekilip izleyicinin eline veriyor. Artık olaya geçebiliriz…. Yine böyle bir iş gününde görevli kolluk gücü ünlü Santiago Crillon Otelinde bir cinayet olduğunu haber verir. Sıradan bir cinayet değildir bu. Ülkeyi şok eden bir suç işlenmiş; Yazar Maria Caroline Geel Crillon otelinde yemek yerken tabancasını çıkarıp sevgilisini kurşunlamıştır. Davaya bakan hakimin ekibinde yer alan Mercedes olay yeri incelemesine gittiklerinde otelin merdivenlerinden inen ağzı yüzü kanlanmış sanık yazar ile karşılaştığında adeta yazarın çekimine kapılır. Bu ilk büyülenmeden sonra otelin lüks ve şatafatı ikinci bir çekim gücü olur, Mercedes ağzı açık ve hayranlıkla otel duvarlarındaki resimleri inceler…
Ve biz daha o dakikadan itibaren inceden inceye bir kadının derinliklerine işlenmiş bireysel ve toplumsal açlığının ortaya çıktığını hissediyoruz. Evet yazar cinayet işleyerek suç işlemiştir fakat güçlüdür,cesurdur, eli yüzü kan içinde olmasına rağmen başını önüne eğmez. Bu özellik kendisinde yoktur, pozitif her denileni yapan biri olmasına rağmen içinde eksikliğini hissettiği şeyler vardır. Diğer taraftan ekonomik durumları vasattır; ne güzel bir evleri ne de bol bol yeme içmeleri vardır. Böyle bir zenginliği gördüğü zaman da kadının gücü ile zenginliği özdeşleştiriyor…
Maria Caroline Geel (Francisca Lewin) cezaevine düştükten sonra evinin aranması için anahtar Mercedes’e verilir. İlk gün aramayı yapıp istenen belgeyi yargıca teslim ettikten sonra evin anahtarını teslim etmez ve bu gizemli yazarın evine her gün uğrar, kendisini a onun yerine koymuş, onun kimliğine bürünmüştür. Mercedes’in hayranlığı takıntıya dönüşmüştür artık…
Filmin adı Paralel Hayatlar, film kahramanı da yazar olunca aklıma ilk gelen senaryo, acaba yazar kendi roman kahramanına mı dönüşecek diye düşünmüştüm. Aslında yazarın cinayetinde böyle bir durum söz konusuymuş. Daha önce yazdığı romanında benzer sahne yaşanmış. Filmde yazardan çok yazardan etkilenen başka bir kadın anlatılıyor. Birbirinden tamamen farklı iki kadın arasındaki beklenmedik ilişki bir dönüşüm hikayesine evriliyor…
Zaman zaman belgesel tadı da veren film oyuncuların ustalığı ile yavaşlığı aşıyor. Gerçek olaylardan ilham alan psikolojik drama basit bir cinayet vakasından toplumsal bağlamda kadın kimliklerinin sorgulanmasına dönüşüyor ve filmin yönetmeni Maite Alberdi bunu o kadar incelikli yapıyor ki hayran oluyorsunuz… Seyredilmeye fazlasıyla değer…
Yönetmen : Maite Alberdi
Senaryo : Inés Bortagaray, Paloma Salas, Maite Alberdi
Görüntü Yönetmeni : Sergio Armstrong
Kurgu : Alejandro Carrillo Penovi, Javier Estevez
Müzik : José Miguel Miranda, José Miguel Tobar
Oyuncular : Elisa Zulueta, Marcial Tagle, Francisca Lewin, Gabriel Urzúa, Pablo Macaya
Şili / Tarihi-Suç-Dram / 95 Dk.