Paramparça
PARAMPARÇA, SEYREDERKEN DE İÇ PARÇALIYOR..
Fatih Akın’ın sinema dilini ve filmlerini seviyorum. Zaman zaman sanatçının Türk mü Alman mı olduğu tartışmasına en güzel yanıt ise son filmi Paramparça da veriliyor. Türk kökeninden kopamamış, kopmamış bir Alman o. Ve bu çok kültürlülük onun zenginliği. Türkiye’de Paramparça adıyla gösterilecek filmin senaryosunu Fatih Akın, Avrupa’da 2000 ve 2007’li yıllarda yükselen yabancı düşmanlığı ve Neonazi saldırılarına tepki olarak yazmış.
Kendisini en çok sinirlendirenin de Alman makamlarının teröristleri bulmak yerine yıllarca suçluları Türkler, Kürtler ve mafya arasında bulmaya çalışmaları olmuş. Belki de bunun için öykünün kurgusunda mağdur, her türlü şüpheyi çekecek biri, uyuşturucu satıcısı Kürt kökenli Türk Nuri Şekerci.
Filmin başrol oyuncusu Dianne Kreuger’e taze taze bir “En İyi Kadın Oyuncu” ödülünü getiren filmde en çok sevdiğim, beni sürekli şaşırtması oldu. Filmi izlerken bir sonraki sahneyi kestirdiğim zaman sıkılıyorum. Hele sonunu tahmin ettiğim zaman. Paramparça’da ise baştan sona şok, şok, şok!
Film, cezaevinde başlıyor. Türk mahkum Nuri Şekerci, Alman sevgilisi Katia ile cezaevinde evleniyor, ikisi de çok mutlu ve şen şakrak. Hemen ardından yeni hayatlarına atlıyoruz. Nuri Şekerci, tamamen ıslah olmuş, iş yeri sahibi örnek bir aile babası. Alman eşi Katia küçük oğlu ile ilgileniyor. Mutlu ailenin yaşamı bir terör saldırısıyla parçalanıyor. Katia, eşini ve oğlunu bir patlamada yitiriyor..
Filmin öyküsünden daha fazla bahsetmeyeceğim seyretmemiş olanlar sürprizleri kendileri yaşasın. Ancak; Fatih Akın, filminde eşini ve oğlunu kaybetmiş bir kadının yas sürecini işlediğini anlatıyor. Zaman içinde geri gidişler, trajediyi yaşayan eşin kendi içinde yaşadığı duygu geçişleri, Dianne Krueger’e ödül getirecek kadar duyguyu iyi yansıtıyor.
Cast’ın çok başarılı seçilmiş olması da filmin bir başka artısı. Mahkeme sahnelerinde Alman neo nazilerin avukatı ve onlara yalancı tanıklık yapan Yunanlı’ya saldırmak geliyor insanın içinden! Zaten Fatih Akın da Alman adaletinin suçluları kayırmasını, bütün deliller ve tanıklıklar ortadayken adaletin gerçekleşmeyişine olan tepkisini senaryosuna yansıtmış. Yabancı düşmanlığı ve ırkçılığın ne boyutlarda olabileceği, ne sonuçlarının olabileceğini de gözümüze sokuyor.
Filmin çok çarpıcı bir sonla bitmesi, adaletin ne kadar gerekli olduğunu hatırlatıyor. İnsanların sırf kendilerine benzemiyor ve farklı kültürleri var diye başkalarına onları ortadan kaldırmak isteyecek kadar düşman olmaları ne kadar inanılmaz! Filmde konu olan olaylar, 2007’den sonra yaşanmadı belki ama günümüz Avrupası’nda Müslüman mültecilere gösterilen insanlık dışı tavır hepimizi şaşırtmıyor mu?
Mültecilerin sınır kapılarında süründürülmesi, kamplarda insanlık dışı muamelelere maruz kalmaları, Türkiye’yle bunun için pazarlık etmeleri daha dünkü olaylar değil mi? Avrupa, kendi yarattığı trajedinin sonuçlarından kaçmak isteyen insanlara kapılarını kaparken hangi medeniyet diye sorgulatıyor! Sinemaya dönersek, Paramparça, Oscar Adayı olamadı ama 75. Altın Küre’de En İyi Yabancı Film Ödülü’nü kazandı. Yolu açık olsun.