Queer

Obsesif Bir Aşkın Paradoksları

Queer, hüzünlü bir aşk ve sancılı bir bağımlılık hikayesine çatı oluyor. Queer’in tabloyu andıran sahnelerine eşlik eden müzikleri filmin akılda kalıcılığını garantiliyor. Müziklerin duygu durumlarına ve sahnelere etkisi, filmi telepatik bir alana sürüklüyor. Kusurları olsa da Queer’i etkileyici ve seyir zevki yüksek bir film olarak bu yılın güzel filmleri arasına dahil edebiliriz.

OrtaKoltuk Puanı:

 

Kimlik Arayışının Bireysel Yansıması

Call Me By Your Name, Suspiria, Challengers, Bones and All gibi filmleriyle izleyicinin beğenisini kazanan İtalyan yönetmen Luca Guadagnino’nun, William S. Burroughs’un öyküsünden uyarladığı son filmi Queer’in senaryosu Justin Kuritzkes’e ait. Filmin başrolünde Daniel Craig ve Drew Starkey yer alıyor. Bu iki isim dışında filmde yer alan diğer oyuncularsa şöyle sıralanıyor : Jason Schwartzman, Lesley Manville, Henry Zaga, Omar Apollo, Drew Droege.

Film, dünya prömiyerini Venedik Film Festivali’nde yaptı. Türkiye prömiyerini Mubi Fest’te yapacaktı; fakat filmin uygunsuz bulunması nedeniyle gösterimi engellenince, Mubi Fest yetkilileri festivali tamamen iptal etme kararı aldılar. Sansürün son zamanlarda, özellikle sanatla ilgili konularda, ülkemizde son sözü çok sık söylemeye başladığını düşünüyorum. Sanatın işlerliği adına özgürlük en önemli etkenken, özgürlüklerin birileri tarafından ‘uygunsuzluk’ olarak nitelendirilen söylemlerle kısıtlanmasının çok rahatsız edici bir durum olduğunu söylemek gerekiyor. Dünyada olduğu gibi ülkemizde de kuir kimlikli çok fazla insan mevcutken, onların yaşayış şeklini eleştirmek pek insani sayılmaz. Herkesin özgürce fikirlerini söyleyebildiği, azınlıkların çoğunluğun altında ezilmediği bir dünya dileyelim.

Luca Guadagnino’nun, 2024’ün ilk aylarında Challengers gibi iyi bir filmle bizleri buluşturduktan kısa bir süre sonra Queer’le tekrardan sahalara dönmesi, yönetmenin üretkenliği adına hayranlık verici bir durum. Queer cesur seçimlerin yer aldığı bir film iken, Daniel Craig’in belki de risk alarak oyunculuğunu ispat ettiği bir film olarak da öne çıkıyor. Filmin 1950’lere ait dokusu seyircinin gözüne fazlasıyla hitap ediyor. Kostümler, filmin atmosferi, kullanılan mekanlar izleyiciyi ılık yaz akşamlarına götürüyor. Yönetmenin estetik takıntısı filmin her sahnesinde bariz şekilde görülüyor; bu olumsuz bir yorum gibi algılanmasın. Bir yönetmenin estetik takıntısı olması filmi sadece daha iyi hale getirir; çünkü sinema diğer sanatlar gibi estetik kaygılar taşır. Yönetmenin sahne planlamalarının verdiği seyir zevki öyle üstlerde ki izleyene o sahnenin içinde olma isteği uyandırıyor.

Başrolü büyük bir ustalıkla üstlenen Daniel Craig, adeta hayat verdiği Lee karakterine bürünüyor. Daniel Craig’i daha önce asla izlemediğimiz bir rolle karşımıza çıkması ve bunu en iyi bir şekilde yapması, ona olan hayranlığımızı ve heyecanımızı artırıyor. Elbette oyuncu yönetiminin bu rol üzerindeki etkisi tartışılmaz. Lee karakteri kuir bir kimlik taşıyan, uyuşturucu bağımlısı, orta yaşlı bir erkek. Çok da planlı yaşamayan, hayatın ona verdiği hazları sonuna kadar değerlendirmek isteyen, tutkulu bir adam. Hayatı tüm öznelliğiyle yaşarken, bir gün genç bir adam dikkatini çekiyor. Onun kendisi gibi kuir olup olmadığı ikileminde kalıyor. Genç adama olan merakı her gün daha da artarken, bir şekilde iletişim kurmayı ve tanışmayı başarıyor.

Aşk Kırıntılarıyla Beslenen Aforizmalar

Filmin sinemada gösterimine engel olan seks sahneleri romantik yapaylıktan uzak, yeni tanışan iki insanın yaşayacağı türden bir dinamik sağlıyor. İzleyiciye sunulanın cesur sahneler olduğunu kabul ediyorum, ancak dijital platformlarda yer alan bazı içeriklerde bu sahnelerden çok daha fazlası mevcutken, bu filmin yasaklanmasını kabullenmek bir paradoksa dönüşüyor.

Queer sadece uyuşturucu bağımlılığına değil, bağımlılık fikrine de tutunuyor. Bağımlılıkların insanı nasıl tükettiği, vazgeçilemeyen her şeyin hayatın merkezine oturduğu ve kurtuluş yerine sahip olma arzusuna yeniş düşüşün tasviri yapılıyor. Lee’nin hayatı kolay gibi görünse de aslında epey zor bir hayatın içinde olduğunu, sahip olduklarına ya da olamadıklarına tutunmaya çalışmasına tanıklık ediyoruz. Daniel Craig, karakterin gülerken bile hüznünü hissettirebiliyor ve bu hüzünlü duruş nedeniyle asla onun için tam anlamıyla mutluluk hissedemiyoruz.

Bağımlılıklar üzerine bir film yaparken, insanın bağımlılıklarının daha fazla bağımlılığa sebebiyet verdiğini görünür kılmak önemli. Bir şeye bağımlı olmak, aslında hiçbir yere ait hissedememenin getirdiği sonuçlardan biri olarak nitelendirilebilir.

Eugene Allerton (Drew Starkey), Lee’nin tarifsiz duygularla çekildiği, saplantıya dönüşen, gizemli ve duygu durumunu hiçbir zaman tam olarak anlayamadığımız filmin dinamiklerini belirleyen karakteri olarak karşımıza çıkıyor. Lee, Eugene’i görür görmez merak etmeye, onu arzulamaya, saplantı haline getirmeye başlıyor. Onunla vakit geçirdikçe, onu tanıması mümkünken Eugene hakkında net fikirlere sahip olamaması hırslanmasına, ona daha da bağlanmasına neden oluyor. Eugene’in çözümlenemez tavırları, gençliği ve güzelliği onu kendisine daha bağımlı hale getiriyor. Lee’nin hali hazırda bir bağımlılığı varken ikincisi ekleniyor. Bilinmezliğin beslediği saplantılar, arzu ve tatmin etkisinde kendisine yer buluyor. Lee, benlik arayışı içindeyken, kendi içinde çatışmaya dönüşen düşünceleri sayesinde kayıp hissediyor.

Film örgüsü ilerledikçe Lee’nin yalnızlığı da artıyor. Karşılıksız sevgi ve özlemek duygularını Lee’nin davranışlarından, kurduğu cümlelerden anlıyoruz. Filmin ormanlık alanda geçen kısımları hikayeyi bambaşka bir alana taşıyor. Biçimsel olarak da kavramsal olarak da farklı bir deneyim sunuyor. Açıkçası Lee’nin karakter gelişimi ve düşünsel yapısı için gerekli olsa da halüsinatifliğin ve gerçekliğin azaldığı bu kısımları izlemek filmin genel betimlemesi karşısında düşük kalıyor.

Eugene’in içe dönük tavırlarına rağmen Lee’nin varlığı Queer’i bir arayış filmi yapıyor. Lee karakteri hedonist bir tavır sergiliyor. Film boyunca da onun hedonist arayışından vazgeçmeyişini izliyoruz. Zevke ulaşabilmek için ormanın derinliklerine bile iniyor. Filmde tam olarak ne kadar süre geçtiğini anlayamadığımız zaman atlamaları oluyor. Bu film için gereklilik gibi görünse de hikaye akışını bozuyor, filmi bağlamından koparıyor.

Aşk ve Bağımlılık

Queer, hüzünlü bir aşk ve sancılı bir bağımlılık hikayesine çatı oluyor. Queer’in tabloyu andıran sahnelerine eşlik eden müzikleri filmin akılda kalıcılığını garantiliyor. Müziklerin duygu durumlarına ve sahnelere etkisi, filmi telepatik bir alana sürüklüyor.

Queer herkes için tanıdık bir hikaye aslında. Tasvir ediliş şekli ya da yaşananlar farklı olsa da çoğu insan benzer bağımlılıklarla baş etmek zorunda kalıyor, ancak söz konusu bağımlılık olduğunda son sözü kişi kendisi söylüyor. Bağımlılıklarımız kendi seçtiğimiz yollardan oluşuyor. Bir şeyin çekiciliği, çözümlenemez oluşu, özellikle de zorluğunun cazibesinden etkilenip kendimizi o yolda yürürken buluyoruz. Bazen yürümek koşmaya dönüşüyor.

Kusurları olsa da Queer etkileyici ve seyir zevki yüksek bir film olarak bu yılın güzel filmleri arasına dahil oluyor. Luca Guadagnino özellikle ülkemizde çok sevilen yönetmenler arasında sayılıyor, her ne kadar Queer’in sinemada gösterilmesine olanak sağlanmasa da filmin izleyicisi bol olacaktır.

Yönetmen : Luca Guadagnino

Senaryo : Justin Kuritzkes

Görüntü Yönetmeni : Sayombhu Mukdeeprom

Kurgu : Marco Costa

Müzik : Trent Reznor, Atticus Ross

Oyuncular : Daniel Craig, Jason Schwartzman, Henrique Zaga, Colin Bates, Drew Starkey, Simon Rizzoni, Drew Droege, Ariel Schulman

ABD-İtalya / Biyografi-Tarihi-Dram-Romantik / 135 Dk.

ABD-İtalya / Komedi-Dram / 135 Dk.

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz