Richard Jewell Olayı
Gerçek bazen pardondan öncedir..
Clint Eastwood, 1930 doğumlu olduğuna göre ve bunun da 90 yaşına karşılık geldiğini düşünürsek yaratıcılığın halen bu denli devamına şaşmamak mümkün değil. Gerçekten de son dönem filmleri ile eski ışıltısından pek birşeyler kaybetmediğini kanıtlar gibi oscarlı usta yönetmen film yönetmeye aralıksız devam ediyor. Üstelik Eastwood, politik duruşu itibariyle Amerikan muhafazakâr, konservatif yapısına uygun bir çizgide ilerlese de, filmlerinin klasik Amerikan tutuculuğunu barındırmadığını rahatlıkla belirtmek gerek.
2006 tarihli “Iwo Jima’dan Mektuplar (Letters From Iwo Jima)” filminde savaş kavramını sorgulayarak, Amerikan iç siyasetinde harp politiğinin hangi mekanizmalarla işlediğini bir bakıma teşrih ediyordu. Son filmi “Richard Jewell Olayı” gerçek bir hikayeden yola çıkıyor. 1996 yılında Atlanta Olimpiyatları kapsamında “Olympic Parkı”nda gerçekleşen bombalı saldırının faili olduğu sanılan Richard Jewell’in (Paul Walter Hauser) hayatının, sistemli şekilde nasıl ters yüz edildiği tüm sahiciliği ile ortaya konuluyor.
Filme ismini veren ana kahraman Richard Jewell, alt sınıf bir aileye mensup, annesi ile birlikte oturan, otuzlu yaşlarda, kilolu bir kişidir. Hayata tutunduğu tek dal meslekte biraz olsun yükselmek ve annesi Bobi Jewell’in (Kathy Bates) kendisini gururla anmasını sağlamaktır. Bunu gerçekleştirmek adına üzerine vazife olmayan şekilde işyerinde daima aktif bir haldedir. Ancak hangi işini yapsa bunları aksatmaz. Hasta olur, yine de işine sadık kalır. Dedik ya tek kusuru, işini fazla ciddiye almasıdır, örneğin güvenlik görevlisi olarak çalıştığı okulda öğrencilerin hayatına fazladan müdahil olması nedeni ile okul idaresinden uyarı alır. Günler geçer, Richard, Atlanta Olimpiyatları kapsamında yapılan konser etkinliğinde güvenlik görevlisi olarak görev alır bu kez.
Film, olimpiyat açılışını gerçek görüntüler eşliğinde sunmakta bize. Muhammed Ali’nin yaktığı olimpiyat ateşi ile birlikte konser alanına gidildiğinde fazla şüpheli Richard’ın içinde aslında bomba olmayan bir çantayı dikkatlice süzdüğünü görürüz. Ancak başka bir çantanın gerçekten içinde bomba vardır. Bunu ilgili yerlere derhal bildiren Richard’a kimse inanmaz, yine vesvese yaptığı, kuruntuya kapıldığı sanılır. Ancak gerçekten bomba vardır, bu saldırı sırasında iki kişi ölmüş, yüzlerce genç insan yaralanmıştır. Bir anda bombayı ilk fark eden Richard, Amerikan toplumunun kahramanı olur. Televizyonlar peşindedir. Ancak ne olduysa bundan sonra başlar.
Bir anda bu işin aslında Richard’ın kendisini kanıtlamak ve yükselmek arzusu ile kendi planı olduğu iddiası ortaya atılır. Bu süreç FBI ajanı Tom Shaw (Jon Hamm) ve Amerikan ünlü gazetecileri eli ile birlikte yürütülür. Özellikle güzelliğini özel haber almak amacıyla kullanmakta sakınca görmeyen, sansasyonel haberleri etik dışı kovalamakla ve elde etmekle maruf Kathy Scruggs’un (Olivia Wilde) nasıl kötücül bir mekanizma aygıtına döndüğü tüm detaylarıyla önümüze konulur. Önce kahraman olan, sonra bir anda bombalı saldırgana dönüşen Richard’ın hayatının karartılma süreci adam adım ilerler. TV haberlerinde kahraman olan güvenlik görevlisinin FBI’ın şüpheliler listesine eklendiği haberleri sürekli döner, dolaşır.
Filmin, önce basit bir zandan hareketle, FBI’ın soruşturmaya başlaması, gizli olması gereken tahkikatın zaafları bulunan ajan Tom tarafından, barda gazeteci Kathy’e aktarılması, sonra gelen manşet ve TV’lerin son dakika haberleri ve ev içindeki özensiz aramalar, itiraflara zorlamalar, tüm bu yönleriyle muhafazakar yapısına karşın Eastwood’un bakış süzgecinden çok başarılı bir şekilde sunulur önümüze tek tek. Filmin sonlarına doğru Richard’ın yapılan bir sorgu sırasında FBI’dan kurum olarak hayal kırıklığına uğradığını söylemesi, aslında gerçeğin perdesinin aralanması bakımından filmin önemli anlarındandır.
Film bir toplumsal düzen mekanizmasının tüm çarklarıyla, elbirliği ile bir aileyi nasıl da rahatlıkla parçalayabileceğini gösterir bize. Özellikle filmde annesi ile yaşanılan diyaloglarda Richard’ın, annesinin kendisine “o insanlardan seni nasıl koruyacağımı bilmiyorum” diyerek ağlaması o kadar dokunaklı ki, anne koruyuculuğunun her zaman ne kadar önemli ve en değerli, en arı duygu olduğunun kanıtı gibidir. Üstelik anne hiç boş durmaz. Basın toplantısı ile oğlunun suçsuzluğunu tüm topluma yine en hakiki hisleri ile sunar. Richard’ın suçsuzluğunun ispatında avukatı Watson Bryant’ın (Sam Rockwell) rolünü de unutmamak gerekir. Zira, aralarındaki ilişki müvekkil vekil ilişkisinden öte, daha filmin ilk başlarında yansıtıldığı gibi, toplumdan gittikçe dışlanan, aforoz edilen bir karaktere yönelik onur savaşını başlatacak boyutta ileri bir seviyededir. Richard’ın her anında, o saf, kendisini savunamaz, çocuksu anlarındaki koruyuculuğu ile adeta baba modelindedir.
Ancak filmin, çözümlemeye katkı sunan pozitif bu niteliği bir kenara bırakılırsa, yine de ne olursa olsun bir telafi ile insanlara düzen içinde kalmaları, hatadan bir şekilde dönüleceği mesajı da verilmiş, bunu filmin özellikle son kısımlarında görüyoruz. Bu da izleyende bir günah çıkartma seansı duygusu uyandırma riskini taşıyor. Zira bu mekanizma hiç de masum değil. Filmin hata mı, yoksa bilinçli mi olduğu konusu daima kuşku uyandıracak şekilde Richard’ın aklanmasına giden soruşturma sürecinin biraz geçiştirildiğini de belirtmem gerekir. Bu da yine bence filmin zayıf noktalarından. Bunun daha ayrıntılı verilmesi, gerçek bir hikayeden hareket edildiğini bildiğimizden gerekli olmakta aslında. Hele hele dönemin ABD Başkanı Clinton’un bir açıklamasının kısaca verilip, üç kişilik bir FBI heyetinin önünde kısa bir savunma ya da mesafelerin ölçülmesi ile suçlayıcı delile ulaşılmadığı şeklindeki sunum filmin niteliği ile uyumlu değil.
Her şeye karşın yine de kayda değer bir film. Bazi aksaklıklar olsa da başarılı senaryosu ile birlikte özellikle oyunculuklar çok başarılı. Richard rolü ile karşımıza çıkan Paul Walter Hauser daha önce “Ben Tonya” filmiyle anımsanacaktır. Öte yandan başka bazı küçük rollerde de karşımıza çıkmıştı. Bu filmde, herşeyi, hayatının mahvını bile kabullenmeye hazır, iyiniyetli Richard olarak rolünün hakkını veriyor oyuncu. Anne rolündeki Kathy Bates’in oyunculuğu ise her türlü övgünün üzerinde. Nasıl olmasın ki, annenin haksızlık karşısında mücadelesi ile bazen umarsızlığı bir bütün halinde kendisinde yansımış adeta somut olarak. Ancak yine de en büyük alkış usta Clint Eastwood’a kuşkusuz. İlerlemiş bu yaşına karşın, nitelikli üretkenliğine saygı duyma gereği zaten en başta herşey bir tarafa…
Yönetmen : Clint Eastwood
Senaryo : Billy Ray
Görüntü Yönetmeni : Yves Bélanger
Oyuncular : Paul Walter Hauser, Sam Rockwell, Kathy Bates, Jon Hamm, Oliwia Wilde, Nina Arianda, Ian Gomez, Wayne Duwall
ABD / Biyografik- Dram / 129 Dk.